Hepimiz gözümüzü bir toplumda açar ve belli roller üstlenerek büyürüz. 
Kimimiz büyüdüğü toplumu benimserken, kimimiz başka toplumlarda yaşamını sürdürür.
Peki, bizim toplum dediğimiz şey ne?
Hepimizin cevabı aynı sanırım:
İnsanların bir araya gelerek oluşturduğu bütünlüğe toplum deniyor.
İnsanlar soylarının devamı, can güvenliği ve insani ihtiyaçları için bir arada bulunur.
Tabi bir arada olmanın, yani toplum olabilmenin şartlarını yerine getirmeleri gerekir ki, biz bunu ne derece yerine getiriyoruz?
Bu haftaki yazımızda buna değinmek istiyorum.
Bizim toplumumuza neler oldu?
Bizler neden bu toplumda mutlu ve huzurlu değiliz?
Özellikle bir kadın gözüyle, bu toplumda yaşamanın zorluklarına değinmek istiyorum.
Biz neden bu cennet vatanda cehennemi yaşıyoruz?
Bunun çok sayıda cevabı var aslında.
Toplumların oluşma amaçlarından biri, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, güvenlik. 
Ancak ne yazık ki artık toplumumuzda güvende değiliz.
Yalnızca biz kadınlar değil, bu toplumda güvensizlik hisseden.
Çocuklarımız sokakta dilediğince oynayamıyor.
Kadınlarımız, bırakın sokakları, evlerinde bile güvende hissetmiyor.
Erkekler mi? 
Erkeklerin de hem sokakta hem evinde, hatta işinde güven içinde olmadığı, yaşanan onca olayla, tecrübeyle sabit.
Toplumda ne yazık ki ciddi anlamda maddi manevi sıkıntılar var.
Hep birlikte içine düştüğümüz maddi ve manevi sıkıntılar, insan psikolojisini, dolaylı olarak toplum birliğimizi, toplum ahlakımızı ciddi anlamda sarsmış durumda. 
İşsizlik, eğitimsizlik, doyumsuzluk, sosyal medya.. daha nicelerini sayabileceğimiz nedenler dizisi, toplum ahlakımızı ne yazık ki ciddi boyutlarda zarara uğrattı, uğratmaya da devam ediyor.
Sanıyorum ki bütün bu sıkıntıların en altında, son yıllarda dillere pelesenk oldu ama bir kez daha vurgulayalım ki, eğitimsizlik yatıyor.
Eğitimsizlik bilgisizliği, bilgisizlik yozlaşmayı, o da cahilliği doğurdu. Ülke diplomalı cahiller ülkesi haline dönüştü.
Cehalet ve yozlaşmaya maruz kalmış insanlar eskiden parmakla gösterilirdi; şimdi erdemli, irfan ve bilgi sahibi, olgun kişiler parmakla bile gösterilemiyor, mumla aranıyor.
Bizler artık, iyiyi değil, kötünün iyisini arıyoruz!
Her şeyin en kötü yanını alan, üstüne sosyal medyanın narsistleştirdiği, bencilleştirdiği, asileştirdiği, yozlaştırdığı, duyarsızlaştırdığı, yalnızlaştırdığı “hasta” nesiller yetişmeye başladı.
Son kuşağa her ne kadar “Z Kuşağı” diyorlarsa da, gerçek şu ki, bu kuşak “kayıp kuşak”.

Eğitimsizlik o kadar korkunç bir hal aldı ki, bencillik ve narsizim kol geziyor toplumda.
Sokaklar “her şeyi bilen” cahillerle dolu.
Artık en gözde atasözümüz, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın”, en geçerli hayat felsefemiz, “Başkasının acısından rant devşirmek” oldu.
Deprem oluyor; çadırların fiyatı tavan yapıyor.
Yangın oluyor; yangın tüpünün fiyatı dört katına çıkıyor.
Salgın oluyor, karaborsa baş gösteriyor.
Mahallenin bile değil, sokağın bir ucunda cenaze varken, öteki başında düğün yapabiliyoruz. 
Depremde insanlar enkaz altındayken ev sahipleri kirayı artırıyor.
Otel yanıyor; yanan cesetlerin kokusunun bile rahatlıkla ulaştığı yan tarafta insanlar umarsız, duyarsız, vicdansız, tasasız edalarla kayak yapabiliyor. 
Sokakta kadınlar katlediliyor; “O saatte orada ne işi vardı?” diyebiliyoruz.
Çocuklar öldürülüyor, kaza süsü veriliyor.
Her dönemde; “Bundan daha kötüsü olmaz” diyoruz ancak her seferinde yanıldığımızı anlamanın yıkımını yaşıyoruz.
Toplum adını verdiğimiz bu yapı neden bu hale geldi?
“Biz” toplumu mu, toplum “bizi” mi bu hale getirdi?
Bizler ya da bu toplum bir projenin parçasıyız da haberimiz mi yok?
O çok övündüğümüz toplum ahlakımıza, aile yapımıza ne oldu?
Ahlak denen o yüce öğretiler bütününün bu toplumda sadece sözde kaldığı; marketlerde her gün değişen fiyatlardan, mahkemeleri dolduran yalancı şahitlerden, televizyon ekranlarını ve haberleri işgal eden aldatma olaylarından, hilesiz gıda satan bir esnafa rastlayınca şaşırmamızdan, beş dakikalık arkadaş sohbetinin arasına on yalan sıkıştırılmasından bile rahatlıkla anlaşılıyor.
Daha vahimi, tüm bunlar ve daha fazlası o kadar normalleşti ki, artık ayıplamak bir yana, yadırgayamıyoruz bile.
Ne olduysa, bizler, tüm toplum bu topyekün yozlaşmaya alıştırıldık.
Yozlaşmanın, tahribatın en tehlikeli yanı, toplumdaki bozulmanın devlet mekanizmasına da yansımasıdır. 
Kadına, çocuğa tecavüz edenler, devletin/halkın malını, parasını çalan hortumcular, cinayet işleyenler ve daha niceleri, savunma hileleriyle çok kısa süreler hapis yatıp, yeniden “icra-yı sanat” etmeye başlıyor.
Zengin hızla daha da zenginleşirken, yoksul aynı hızla daha da yoksullaşıyor. 
Bu çarpıklık bile tek başına, bir sosyal patlamanın nüvesini içinde barındırıyor.
“Eğitimsizlik” beş hece, 12 harf.
Ancak yazılamayacak kadar çok sonuçları var.
Bizler, hepimiz, içinde bulunduğumuz bu toplumun rotasını düzeltip, onu yeniden bir erdem ve iyilik toplumu haline dönüştürmekle yükümlüyüz.
Her yeni nesil sadece öğretmenlerin değil, “bizim” eserimizdir.
Önemli olan, utanç duyulacak “eserler” vermemek.
Her kuşak, öncekinden ne görürse önce onu yapar ve yaşar. 
Daha güzel ve doğru bir toplum inşa etmek, hepimizin görevi.
Yazımı, Atamızın bir sözüyle bitiriyorum: 
“Bütün ümidim gençliktedir”.