15 Ocak 2011 Türk sinema ve televizyon tarihinde bir milattır.
Türkiye’yi dizi sektöründe küresel ligin tepesine taşıyan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin ilk bölümü o gün yayınlandı.
Amerika’da “Friends” dizisinin yayınlandığı ilk gece neyse, Türkiye’de de 15 Ocak gecesi öyle bir şeydi…
O geceden itibaren dizi sektöründe hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Çılgın Türkler küresel televizyon sahnesine çıkmıştı o gece…
İşte o dizide Kanuni Sultan Süleyman’ı oynayan büyük oyuncu Halit Ergenç ile Şehzade Mustafa’yı oynayan Mehmet Günsur, dün “hükümeti devirme” iddiasıyla ifadeye çağrıldı.
Bu habere inanamayan birisi sosyal medyada şöyle yazmış:
“İfadeye çağrılan Halit Ergenç, Şehzade Mustafa’yı boğdurmak suçuyla mahkemeye sevk edildi.”
Güzel bir espriydi ama gülemedim…
Muhteşem Yüzyıl dizisiyle başlayan dönem, Türk televizyon tarihinin muhteşem 15 yılıdır.
Ne yazık ki dünden itibaren bu muhteşem yüzyılın bitip, çöküş döneminin başlama ihtimali bir endişe olarak içime yerleşti.
Çünkü iktidarın çok önem verdiği Türkiye Yüzyılı’nı karartacak bir dönem olabilir bu…
DÜN GÖZALTI VE İFADE HABERLERİ GELDİĞİNDE 3 YIL ÖNCE MİAMİ’DEKİ BİR MASAYI HATIRLADIM
Dün, Türkiye’nin en büyük sanatçı menajerliği şirketinin sahibi Ayşe Barım’ın gözaltına alındığını; Dolunay Soysert, Halit Ergenç, Nejat İşler, Mehmet Günsur, Rıza Kocaoğlu, Ceyda Düvenci, Nejat İşler’in ifadeye çağrıldığını öğrendiğimde 3 yıl öncesine döndüm.
Anlatacağım olayı bizzat kendi gözlerimle gördüm ve yaşadım.
Olay 2022 yılının 30 Kasım akşamı Miami’nin Lucca’sı diyebileceğim bir mekanda geçti.
O günü anlatacağım.
MIAMI ART BASEL FUARINDAKİ ÜNLÜLER
O günlerde Miami Art Basel denilen sanat fuarı açılmış.
Fuara oldukça kalabalık bir Türk grubu da katılıyor.
Açılışı, İstanbul'un bir numaralı sanat fuarı olan “Contemporary İstanbul” grubu yapıyor.
Miami Beach'te verdikleri davette tanıdık birçok simayı görüyoruz.
Ama gecenin en ilgi çekici davetlileri hiç şüphesiz geniş bir kadroyla buraya gelen “Sadakatsiz” dizisi ekibiydi.
SADAKATSIZ’IN İKİ OYUNCUSU İKİ GECENİN DE YILDIZIYDI
O yıl Türkiye’nin iki büyük televizyon yapım şirketi Ay Yapım ve Med Yapım, Arap dünyasının en büyük televizyon grubu MBC ile çok büyük bir iş birliği anlaşmasına imza atmış
Aynı dönemde Med Yapım Miami'de de Hispanik Amerika'ya açılım yapmış.
Latin dünyasının en büyük televizyon grubu Tele Mundo ile görüşmeleri yapıyorlar.
Sadakatsiz, yayınlandığı ikinci hafta, İspanya'da, reytingde, Real Madrid-Barcelona arasında oynanan El Clasico’yu geçerek gecenin birincisi olmuş.
İspanya’dan sonra Latin Amerika'da da izlenmeye başlanmış.
Tam o günlerde de ABD'deki İspanyolca konuşan seyirci ile tanışıyor.
BÜTÜN GÖZLER SADAKATSIZ’IN İKİ OYUNCUSUSU ÜZERİNDE
MED Yapım Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Aksoy, yanında Sadakatsiz'in iki başarılı oyuncusu Cansu Dere ve Melis Sezen'le birlikte Contemporary İstanbul'un davetine katılmış.
O gece bütün gözler onların üzerindeydi.
İki oyuncunun öyle bir ışıltısı var ki, insan gözünü alamıyordu.
Cansu Dere'nin kıyafeti, duruşu, asaleti tam karizmaydı.
Melis Sezen ise ışıl ışıl bir kız.
Havaalanından itibaren herkes durdurup fotoğraf çektiriyormuş.
Anlıyorum ki, onlar artık dünyanın bu bölgesinde de tanınan birer star.
Bunun ne anlama geldiğine ise oradan çıkıp gittiğimiz restoranda gördük.
AYAKTA DURACAK YER YOK AMA YÖNETİCİ MELİS’İ GÖRÜNCE
Oradan çıkıp Miami'nin en eğlenceli bölgesi South Beach'te “Mila” adlı kulüp restorana gittik.
Burası bir anlamda South Beach'in “Lucca'sı…”
Bir binanın en üst katında ve asansörle çıkıyorsunuz.
İki bölümlük çok geniş bir alan.
Girişte sol tarafta oldukça büyük bir açık mutfak var.
Balık ve deniz ürünleri İstanbul'daki “Novikov” gibi bir tezgâhta sergileniyor.
İçerisi anormal kalabalık.
Genç, pırıl pırıl, rengarenk bir insan profili var.
Bırakın oturacak yeri, barda ayakta duracak yer bile bulamıyorsunuz.
Rezervasyonumuz olduğu halde epey beklemek zorunda kalacağımız anlaşıldı…
Bara geçip birer içki ısmarlayıp uzunca bir süre ayakta beklemeye hazırlanırken hiç beklemediğimiz bir şey oldu.
Mekânın Latin kökenli bir yöneticisi Melis Sezen'i gördü.
Zaten öylesine ışıldıyor ki görmemek mümkün değil.
Ve gelip bizi aldı, mekânın hiç abartmıyorum en güzel masasına yerleştirdi.
Bir Türk dizisi sayesinde işte böyle bir forsumuz vardı o gece.
TÜRK TELEVİZYON DİZİ YAPIM SEKTÖRÜ 1 MİLYAR DOLAR İHRACATA KOŞUYOR
O gün bir şeyi daha çok iyi anladım.
Türk dizi sektörü, dünyadaki imajı giderek kötüleşen Türkiye’yi güzel gösteren en önemli güçlerinden biriydi.
Türkiye’nin “yumuşak gücü” yani…
Türkiye’nin bütün kültür tarihi boyunca yazdığı en büyük başarı hikayelerinden biriydi.
Dün gözaltına alınan, 12 yıl önceki Gezi gösterileri nedeniyle ifade vermeye çağrılan bu sanat insanları, sadece Türkiye’yi ve Türkiye vatandaşlarını güzel tanıtmak gibi bir işi başarmıyorlar.
Aynı zamanda 1 milyar dolar ihracata hızla tırmanan bir başarı grafikleri var.
Dün Ayşe Barım’ın Organize Şube tarafından gözaltına alındığı ve arkasından haberini okuduğum an, gözümün önüne işte bu sahne geldi.
Çünkü son zamanlarda bu başarılı sektörün başarılı insanları hakkında açılan soruşturmalar sanki hızla başka alanlara kayıyor gibi bir duyguya kapıldım.
Onun sabah gözaltına alınma gerekçesine baktım.
İnanın bana çok iyi bildiğim bir iddianameyi hatırlattı.
Osman Kavala iddianamesini.
Sanki kes, biç, ekle yapılıp aynı iddianame gerekçe haline getirilmiş.
1971 YILINDA PARİS’TE SEYRETTİĞİM BİR FİLM
Nedense aklıma bir de, 1971 yılında Paris’te genç bir öğrenciyken seyrettiğim “Johny Got His Gun” filmi geldi.
Yönetmeni Dalton Trumbo’ydu ve bu adı ilk defa işitiyordum.
Oysa onu isimsiz bir insan olarak çok daha önceleri tanımışım da haberim yokmuş.
Çünkü benim doğduğum yıl onun başına Ayşe Barım’ınkine benzeyen bir olay gelmiş.
Dalton Trumbo 1940’lı yıllarda Amerikan sinemasının en başarılı ve en iyi para kazanan senaristiydi.
Sanatçılarının çoğu gibi o da liberal ve sol düşünce yapısına sahip bir sanat insanıydı.
O yıllarda Amerika’da sol aydınlara ve sanatçılara karşı komünizm suçlamasıyla saldırıların, ihbarların başladığı yıllardı.
1947 yılında, kendisi gibi sol ve liberal düşünceye sahip sanat insanları ile birlikte McCarty soruşturmalarına dahil edildi.
“Amerika’da rejimi yıkıp, yerine komünizmi getirmeye çalışmakla” suçlandı.
Komitenin önünde ifade vermeyi reddetti.
ADALET TARİHİNİN BİR UTANÇ SAYFASI: “HOLLYWOOD ON’LUSU”
Onlara “Hollywood On’lusu” deniyordu.
Adları şunlardı: Alvah Bessie, Herbert Biberman, Lester Cole, Edward Dmytryk, Ring Lardner, Jr., John Howard Lawson, Albert Maltz, Samuel Ornitz, Adrian Scott ve Dalton Trumbo.
Sinema sektörünün bu parlak isimleri hapse atıldı.
Sonra haklarında bir “kara liste” yapıldı.
Ve bir bölümü ölünceye kadar iş bulamadı…
Onları anlatan çok hüzünlü bir belgesel vardır.
Sayın savcıların da seyretmelerini çok arzu ederdim.
“Hollywood On’lusu, Amerikan adalet tarihinin utanç sayfalarına yazılmıştır.
24 YIL BOYUNCA KENDİ ADIYLA SANAT YAPMASI ENGELLENDİ
Dalton Trumbo’ya döneyim.
Hollywood’da kimse ona iş veremez hale getirildi.
Hollywood’un en yüksek para alan senaristiydi, takma isimler veya başkalarının isimleriyle üç beş kuruşa senaryo yazıp hayatını sürdürmeye mahkum edildi.
Yeraltı yıllarında yazdığı senaryolarla Oscar ödülü aldı.
“Roma Tatili”, “Spartakus”, “Exodus” gibi büyük başarılar kazanan filmlerin senaryolarını, takma isimlerle, başkalarının isimleri ile o yazdı…
Ama kazandığı ödülleri alamadı.
Hollywood’un en başarılı senaristinin hayatı siyasallaşmış soruşturmalar ve cezalarla karartıldı.
KENDİ ADIYLA İLK FİLMİNİ 24 YIL SONRA ÇEKEBİLDİ
Trumbo, 1947’de kaybettiği sinema hayatını 1971 yılında yeniden kazandı.
O yıl, işte beni alt üst eden, savaş aleyhtarı filmi “Johny Got His Gun’ı” kendi adıyla yönetti ve gösterime çıktı.
Yani McCarty’nin soruşturma zulmü, onun 24 yılını çaldı.
Trumbo 1976 yılında öldü.
70 yaşındaydı.
Yaşadığı bu kayıp yılların ve hayatını kazanmak için üç beş kuruş uğruna gece gündüz çalışmasının bir kalp kriziydi.
Naaşı, kendi vasiyeti üzerine, bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere bir bilim enstitüsüne verildi.
ÖLÜMÜ SONRASINDA GELEN GURUR ÖDÜLLERİ
Yasaklı yıllarda yazdığı “Roma Tatili” filminin senaryosu nedeniyle kazandığı Oscar ödülü, ölümünden 17 yıl sonra, 1993’de “posthumous” olarak kendisine iade edildi.
2011 yılında ise bu eserin ona ait olduğu Hollywood kayıtlarına resmen geçti.
2015 yılında onun hayatını anlatan “Trumbo” filmi gösterime çıktı.
Filmde onu canlandıran Bryan Cranston, Akademi Ödülünü kazandı.
Bugün, doğum yeri olan Colorado eyaletinin Grand Junction kasabasının ana caddesine dikilen heykelinin gölgesinde yaşıyor.
Dünya sinemasının en başarılı senaristlerinden biri olarak saygıyla anılıyor.
ONUN 24 SANAT YILINA MALOLAN MCCARTY BUGÜN NEREDE?
Ya onu bu isimsizliğe mahkum edenler, mesleğinin en başarılı yıllarını çalan senatör McCarty?…
Onunki de şöyle oldu:
Bir süre senatörlüğe devam etti.
Ama arkadaşlarının çoğu ona sırt çevirdi.
Konuşma yapmak için kürsüye çıktığında, senatörler salonu terk etti.
O utanç yalnızlığı içinde kendisini bekleyen son, ağır bir alkolizmdi.
Bir çok insan, orada burada sarhoş halde, yerlere yıkılmış halde gördü…
Başlarını çevirip yürüyüp geçtiler.
Bir zamanlar peşinde koşan gazeteciler artık ona mikrofon tutmaz oldu.
Cenazesini ise, kendisi gibi Soğuk Savaş artığı fanatik bir kalabalık kaldırdı.
Ölüm nedeni kayıtlara “hepatit” olarak geçti.
Ama herkes bunun aşırı alkolden kaynaklanan siroz olduğunu biliyordu.
Bugün Wisconsin eyaletinde Saint Mary Mezarlığında yatıyor.
20’nci Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren bugüne kadar, birkaç fanatik anti komünist dışında onu hayırla anan kimse yok…
Adı “McCartyizm” olarak adaletsizlikler tarihinin utanç sayfalarına geçti.
OSCAR ADAYI WICKED FİLMİNİN GİRİŞİNDE İBRETLİK BİR ŞARKI
Önceki akşam, bu yıl Oscar’a aday olması beklenen Wicked filmini seyrettim.
Bu yılın Barbie’si olacak harika bir film…
İnsanlara kötülük yapan bir cadının ölümü ile başlıyor film.
Ve iyilik perisi bir kız şarkı söylüyor:
“Kötüler yalnız ölür… Kötüler için kimse ağlamaz… Kötüler için kimse yas tutmaz…”
Hollywood’un başarılı sanatçılarının, senaristlerinin, yönetmenlerinin hayatını karartan senatör McCarty’nin arkasından kimse ağlamadı…
Bugün de kimse yasını tutmuyor.
Fanatik bir senatörün, elindeki siyasi gücü, düşman gördüğü insanları cezalandırmak için keskin bir kılıç haline getirmesinden 77 yıl sonra, Hollywood başarılı bir senaristine yapılan haksızlığı işte böyle bir peri masalı ile bize hatırlatıyor.