Derler ki, şimdiki Moda, Bizans döneminde geniş çayırlık alanlarıyla ünlü bir yerdi. Haçlı ordusunun askerleri burada ordugâh kurar, ordu komutanları, Bizans devletinin burada yaptırdığı kâşanelerde ağırlanırdı.
Osmanlı döneminde de bu yakanın çayırlıkları, korulukları, bakla tarlaları bülbül sesleri dinlenen birer cennet köşesi gibiydi. Bahariye Caddesi'nin iki yanı rengârenk akasya ağaçları, gül bahçeleri, bu bahçeler içindeki süslü konaklarla doluydu. Baharda ve yaz ayları boyunca bahçelerden sokaklara buram buram gül kokuları taşardı... derler.
Şair Nef'i tarafında Ermeni aileler, Küçük Moda'nın dar sokaklarında orta halli karışık aileler, Rum Ortodoks Kilisenin alt yanında Rumlar, Moda burnuna doğru köşk ve konaklarda varlıklı ekalliyet, yanı sıra Müslümanlar otururdu. Mehtaplı yaz gecelerinde bülbül sesi dinleyerek asude saatler geçirmek isteyen semt sakinleri bu çayırlıklara gelirdi.
Osmanlının kapitülasyon cenderesine girdiği dönemde, özellikle İngiliz bankerlerin bu yakada oturmaları pek "moda"ydı. (Moda adının oradan geldiği sanılıyor.) Bankerlerin evleri Moda'da, işyerleri de Galata'da olurdu.
İşte o bankerlerden William Churchill adında biri, bir gün Moda çayırlıklarında avlanırken, orada kuzularını otlatmakta olan bir Türk çocuğunu vurmuş, hemen tutuklanmıştı. Ancak bu tutuklama, iki devlet arasında bir bunalıma neden olmuş, o zamanki (II. Mahmut dönemi) imtiyaz anlaşmasına göre banker serbest bırakılmış; tazminat olarak da, kendisinin talebi üzerine, bir gazete çıkarma hakkı tanınmıştı: "Ceride-i Havadis". Bununla kalınmaz, Banker Efendiye gerekli mali yardım yapılır...
Altmışlı yıllardan sonra Moda semti, vandal yapsatçı ve kültür yoksunu yerel yöneticiler eliyle betonlaşma sürecine girince, bahçeli köşk ve konakların sonu oldu.
1919 YILIDA KADIKÖY'DE OTURAN EDEBİYATÇILAR
Halit Fahri, Faruk Nafiz, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet, Ömer Seyfettin, Salih Zeki, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Fahri Celal, Ahmet Rasim, Yahya Kemal... vs.
Bunların hepsi, Yoğurtçu Çayırı'nın yukarısında Baklatarlası (Şifa) denen yerdeki, Kızıltoprak kıyılarıyla Kalamış koyuna bakan bir kır kahvesine gelirlerdi. Bu kahveyi Yervant adında bir Ermeni işletirdi.
Yervant, yazar ve ozanlara düşkün biriydi. Hele Ahmet Rasim'e karşı tepeden tırnağa saygı beslerdi. Üstat Ahmet Rasim o yıllarda Kızıltoprak'ta bir odada kalıyordu. Hemen her akşam bu kahveye gelir, kendine tenha bir yer bulup otururdu. Üstat görünür görünmez Yervant hemen koşturur, kahve ocağı kulübesinin oradaki özel koltuğu kaptığı gibi getirirdi.
Halit Fahri ve arkadaşları, kır kahvesinde akşam çaylarını içtikten sonra Şifa ile Moda arasında yürüyüşe çıkarlardı. Ahmet Haşim, Bahariye Caddesi'nde, (şimdiki Halk Eğitim’in karşında Maliye binası) evde otururdu. Bir ara da Şair Latifi Sokağı’nda oturduğu söyleniyor. Nâzım Hikmet ise, Bahariye'nin altında, Canan Sokak'taki (şimdi yerinde bir apartman olan) baba evinde oturuyordu.
Doksanlı yıllara kadar varlığını sürdüren bu mütevazı ahşap evde, Nâzım'ın kız kardeşi Samiye Hanım ölünceye kadar oturacaktı. Yine Samiye Hanım'dan öğrendiğime göre, Nâzım Rusya'ya kaçarken bu evden çıkıp gitmişti. O yıllarda karısından boşanan Ömer Seyfettin, Kalamış'ta eski bir yalı kiralamıştı. Arada bir ziyaretine gelen Reşat Nuri, o eve, "Münferit Yalı" adını takmıştı.
O dönemde sağlığı bozulan ünlü hikâyeci çoğu günlerini ateşler içinde yanarak geçiriyor; bir yandan da geçinmek için Türk edebiyatına unutulmaz hikâyeler yazıyordu!
Zamanımızda ise, Moda'nın elde kalmış son nezahetini, sokaklar dolusunca barlar, kafeler, birahaneler tehdit eder durumda... Bizce.