Ezbere yaşayanlarla toplumsal ilerleme olmaz!
İnsan beyni “ekonomik” çalışmaya eğilimlidir.
Olayları algılama, öğrendiklerini depolama ve gerektiğinde bu bilgileri davranışa dönüştürme sürecinde zamandan ve enerjiden tasarruf etmek için birtakım “şablonlar” kullanır. Bunlara “otomatikleşmiş düşünce kalıpları” diyebiliriz.
Tekrarlar yoluyla zaman içinde bir nevi refleks haline gelmiş olan bu düşünce kalıpları olmasaydı her şeyi tekrar tekrar düşünmek ve yeniden öğrenmek zorunda kalırdık. Bunun ise yaşamı fazlasıyla zorlaştıracağını tahmin edebilirsiniz.
KALIPLARLA DÜŞÜNMEK!
Sabah uyandığınızda ilk iş olarak dişinizi fırçalayıp elinizi yüzünüzü yıkamaya veya kendinize bir fincan kahve yapmaya, cep telefonunuzu elinize alıp sosyal medya hesaplarınıza ya da günlük haberlere göz atmaya, işyerinize her zamanki yoldan aynı vasıtayla gitmeye, işe başlamadan önce e-postalarınıza bakmaya veya çalışma arkadaşlarınızla biraz sohbet etmeye alışkın olabilirsiniz. Keza, sevdiğiniz insanların davranışlarını iyi niyete, sevmediklerinizin davranışlarını kötü niyete yorabilirsiniz. Kendinize yakın hissettiğiniz bir siyasi figürün düşüncelerini pek sorgulamadan doğru, kendinize uzak hissettiğiniz bir başka siyasi figürün düşüncelerini ise yine kestirmeden yanlış olarak algılayabilirsiniz. Bu örnekleri çok daha fazla çoğaltmamız mümkün. Bunlar, günlük hayatımızda otomatikleşmiş düşünce kalıplarının, bir anlamda ezber ve alışkanlıklarımızın ne denli fazla yer kapladığını gösteriyor.
FARKLI FİKİRLERE VARMAK İÇİN KALIPLARI SORGULAMAK
Düşünce kalıplarımız ve bunların ortaya çıkardığı davranış alışkanlıklarımızın hayatımızı kolaylaştırdığı bir gerçek. Ancak düşünce ve alışkanlıklarımızı hiç sorgulamadan, sadece onlarla yaşayarak, kendimizi farklı fikir ve deneyimlere açmadan yaşamayı tercih edersek, son derece sıradan; renksiz, tekdüze, sığ bir hayata demir atmış oluruz.
SALT KALIPLAR KÖLELİĞE GÖTÜRÜR!
Sırf ezberleri ve alışkanlıklarıyla yaşamaya alışmış bireylerden oluşan bir toplumda özgür düşüncenin, yaratıcılığın, çok sesliliğin ve demokrasi düşüncesinin gelişmesi imkânsızdır. Dolayısıyla böyle bir toplumun çağdaşlaşma yürüyüşünde; bilimde, sanatta, teknolojide, refah seviyesinde ileri gidebilme şansı yoktur.
Ülkemizde bireyleri “ezbere” yaşamanın ötesine taşıyacak ve yaratıcı düşünüp davranmaya yöneltebilecek güçlü bir toplumsal zeminden söz edebilir miyiz?
Bireylerin içine doğduğu ve zihin – davranış alışkanlıklarının kazanıldığı ilk ve en önemli ortam olan yaygın aile yapısını düşünelim. Bu yapıda çocuğun özgür düşünmesini, yaratıcılığını, kendine has özellik ve yeteneklerini ortaya koymasını destekleyen yaklaşımlardan söz edilebilir mi? Anne – babalar, çocuklarını daha çok kendi geleneksel – ataerkil zihniyetlerine göre mi, yoksa onları özgür(n) bireyler yapacak bilimsel yaklaşımlara göre mi yetiştiriyorlar? Ne yazık ki, araştırmalar Türk aile yapısının zaman içinde daha iyi bir seviyeye gelse de hala büyük ölçüde dikte edici, yasaklayıcı/baskılayıcı, anne – babanın kişisel isteklerine göre şekillendirici, otoriter, hiyerarşik, geleneksel motiflerle dolu olduğunu ortaya koyuyor.
Şimdi de aileden hemen sonra gelen en önemli kurum olan milli eğitim sisteminin niteliklerini göz önüne getirelim. Buraya derinlemesine girersek bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşarız ama konumuzla ilgili bize güçlü fikir verebilecek bir araştırmadan bahsedebiliriz. Eray Eğmir ve Halit Çelik (2021) tarafından yapılan bu araştırmada, 60 öğretmen adayına “Türk Eğitim Sistemi”nin sorunlarına dair görüşlerini sorumuşlar. Öğretmen adayları tarafından en fazla verilen ilk beş cevaba baktığımızda bile, Türk Eğitim Sistemi’nin bireyin yaratıcılığını ortaya çıkarmak yerine kalıplarla düşünen, ezbere yaşayan birey yetiştiren yapısı açıkça ortaya çıkıyor. Katılımcılar tarafından en fazla verilen ilk beş cevabın şu şekilde olduğu belirtiliyor:
Eğitimin ezberci yapısı (58 kişi),
Eğitimin bireyin gelişimini esas almaması (48 kişi),
Öğretmene ilişkin süreçler ve politikalar (42 kişi),
Eğitimin bireyi gerçek yaşama hazırlamadaki eksikliği (35 kişi),
Eğitim sisteminin istikrarsız oluşu (27 kişi)
Araştırmacılar, söz konusu araştırmalarında katılımcılara yönelttikleri sorulara aldıkları cevapların “daha önce ele alınan çeşitli eğitim raporları, analizleri ve akademik çalışmalarla birebir örtüştüğünü” ifade ediyorlar.
Bir siyasi retorik olarak “Türkiye Yüzyılı” diye bir sloganın sıklıkla dillendirildiği bir dönemdeyiz. İnsana “Keşke mümkün olsa” dedirtse de bunun temenniden öteye geçebilmesini sağlayacak altyapı ve koşullar gerçekten mevcut mu? Bilimin ve yaratıcı aklın ışığında sorgulayan, çok yönlü bakabilen, özgür düşünceli bireylerin yeterince olmadığı bir toplumda böyle bir ideal yakalanabilir mi? Eğer bu sloganın gerçekten mümkün olması isteniyorsa, bunun en önemli göstergesi, her şeyin temeli olan insani sermayeyi niteliksel açıdan bir an önce en üst seviyeye çıkaracak hızlı ve köklü değişimlere/iyileştirmelere gitmek olacaktır Zira Türkiye Yüzyılına ezberinden, içinde bulunduğu düşünce kalıplarından çıkamayan insanlarla gidilemez.
Kaynak: Eğmir E., Çelik H. (2021). Öğretmen Adaylarının Türk Eğitim Sisteminin Sorunlarına Olan Yaklaşımı ve Kültürel Bazda Küresel Problemlere Yakınlık Düzeyleri. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 17(34) 940 – 979.
https://www.researchgate.net/publication/349533301_Ogretmen_Adaylarinin_Turk_Egitim_Sisteminin_Sorunlarina_Olan_Yaklasimi_ve_Kulturel_Bazda_Kuresel_Problemlere_Yakinlik_Duzeyleri .Erişim: 15.06.2023