Hızlı tren yeni gelmişti belli. Elinde küçük valizi ile genç kız Beltur büfesindeki jilet inceliğindeki beyaz peynirli sandviçin fiyatını görünce, simitçiye yöneldi. Gittim baktım fiyatına 55 lira. Halkçı belediyecilik martavalı geldi aklıma. Anadolu'dan İstanbul'a ayazda inen bir üniversite öğrencisinin ulaşamadığı peynirli soğuk sandviç.

İçtima bekleyen askerler gibi, yine metrobüs sırasına girdik ve nazikçe yerlerimize yerleştik. Şoför sağolsun, öyle bir ısıtmış ki otobüsü; sanırsınız burası İstanbul değil Yakutistan... Hani malumunuz Yakutistan'da hava eksi 30 derece olduğunda insanlar bahar havası gibi diyorlar, eksi 50-55 filan olunca soğuk demeye başlıyorlar. Karnıbahar gibi kat kat giyinmiş insanları bu sıcağa sokmak nedereden icap ediyorsa artık! Neyse... Üşüyen var diyelim, katlanalım bu saçma ortama.

Yolculuk başladı iki orta yaşlı abla geldi. Biri yanıma oturdu diğeri ayakta. Derin sohbete başladılar. Ayakta olan oturana "Kız bizim Fatma ablanın rahmini almışlar duydun mu sen?" dedi. "Ur mur bişiler varmış..." Yanlarında duran daha yaşlı teyze, "Hanımlar böyle şeyler otobüste konuşulmaz ayıp, bunlar özel konular" deyince sakallı abimimiz, "Benim Rahmiye diye halam vardı, hatta bizim oralarda 'Rahim' ismi erkeklerde çoktur" diyerek muhabbete dahil oldu. Kafamı dayadığım camdan bir gözümü açıp, dönen saçma sapan muhabbeti dinlerken; oturduğum yerde Osmanlı'da Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa esnafının çok sevdiği "Pazar ola Hasan" boyutlarına indiğimi hissettim.

Pazar Ola Hasan

Tam bu arada 'Şengül Hamamı' sıcaklığındaki metrobüsünümüz kontak kapattı. Arkamda oturan ablamız "Ne güzel oturmuştum, şimdi ayaktamı gideceğim o kadar yolu. Uyuyordum hemde" dedi. Yanında oturan genç adam "Ablacım ayakta da uyunur. Atlar filan hep ayakta uyuyor" deyince saçları çok seneler önce kırlaşmış ağır başlı, belli ki emekli baytar olan amcamız, "Atlar ve benzerleri ayakta uyurmak zorunda! Uzun süre yatamazlar" deyince kapşonlu genç Hababam Sınıfı'ndaki küçük oğlan 'Bacaksız' gibi gülüp, "Amca biz 80 milyon zaten ayakta uyuyoruz" diye lafa derin bir giriş yaptı.

Fatma ablanın sağlık sorunları, ayakta uyuyan atlar filan derken otobüs değiştirmeden yolumuza devam ettik. Her durağa yaklaşırken davudi sesli ablanın "Gelecek durak" demesinden sonra, cırtlak sesli kadının devreye girmesi ve "Floryaaa..." diye seslenmesi ne kadar gıcıksa, yol boyunca hopörlerlerden gelen talimatlar da o kadar sıkıcı. Dünyanın hiç bir yerinde otobüsle şehir içi 44-45 duraklı yolculuk yoktur eminim. Geçen açtım Mersin'deki meslektaşıma sordum "İki büyükşehir Mersin'den Adana'ya kaç saatte gidiyorsunuz artık?" Verdiği yanıt 45 dakikaydı. Sögütlüçeşme-Beylikdüzü 1 saat 40 dakika. Metro olsa çekilmez!

Otobüste atlar ,baytar filan konusu geçince bu ülkeye dev bir destan bırakan Mehmet Akif geldi aklıma. İnsanın baktığında içinin cız ettiği, o bankta oturmuş eski ayakkabıları ile mütevazi fotoğrafı.

Mehmet Akif Ersoy

Peronda sigara içmeyin, yasak anonsu geldi yine. Esenyurt ayazına karşı yaktım sigaramı. Dönüşte ne geyikler dönecek merakla bekliyorum. Çok sıcak olmasın yeter.