“Eğer Talât olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. Meşrutiyet’ten sonraki devir hakkında benim kat’i görüşüm budur. Talât, İttihat ve Terakki’nin çimentosu ve temeli idi.”

Hüseyin Cahit YALÇIN

İttihat Terakki’nin bir dönem merkez komitesinde bulunmuş yazar Hüseyin Cahit Yalçın böyle anlatıyor, Talât Paşa’yı. O, gerçekten de Osmanlı’nın son dönemlerine damgasını vurmuş bir örgütün merkez ismi idi. Osmanlı’nın en zor dönemlerinde korkusuzca görevlere atılan bu vatansever kadronun liderini, Cumhuriyetimizin 3. Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda İzmirli bir ittihatçı olan Celal Bayar’ın 89 yaşında dahi “O benim Şefimdir” diyerek hürmet gösterdiği bir ismi anlatmaya çalışacağız. Yaşamıyla, mücadelesiyle ve fikirleriyle Milli Mücadelemize hayati katkılar yapmış Talât Paşa’nın, şehadetinin 103. Yılını geri bıraktığımız 2024 senesinde onu bir kere daha anmak, hatırlamak her yurtseverin vazifesi olmalıdır.

Genç Bir Osmanlı: Mehmet Talât

Sorgu Yargıcı Çepleci Ahmet’in tek oğlu Mehmet Talât, 1876 yılında Edirne’de üç katlı ahşap bir evde dünyaya geldi. Bir yıl sonra 93 harbi neticesinde İstanbul’a taşınmak zorunda kalan aile 3 sene burada yaşadıktan sonra tekrarda Edirne’ye geri döndü ve hayatları işgal, istila, evsiz, yurtsuz kalma korkusu içinde geçiyordu. Askeri rüştiyeye başlayan Mehmet Talât, okulda öğretmenleri ile yaşadığı gergin bir hadiseden dolayı okuldan atılmış ve eğitim hayatı bitmişti. Babasının ölümü dolayısıyla erken yaşta işe girecek ve normal sade bir hayata devam edecekti. Ta ki eniştesinin tavsiyesi ile Selimiye Cami çevresindeki bir kahvede Selanik’ten gelen Mithat Şükrü ile tanışana kadar... Çocukluğunda beri süregelen işgal ve istila tehlikesine karşı vatanı savunma içgüdüsü, o yıllarda da kendini gösteriyor ve Mithat Şükrü ile tanışmasından sonra hızlıca İttihat ve Terakki Cemiyet’ine katılıyor. Bir yandan postane memurluğu yaparken bir yandan ek gelir için Türkçe öğretmenliği yaptığı Alyans İsraelite okulunda müdür beyin kızı Ester’den Fransızca dersleri alarak diğer yandan Sosyalizm, Anayasa, Meclis gibi kavramları da zihninde pekiştiriyordu. Çevresinde topladığı insanlarla açık açığa hürriyet, meşrutiyet lafları ettiğinden bir ihbar sonucu üç yıl hapse mahkum oluyor ve bir sene sonra bir kadir gecesinde Sultan Abdülhamid cezayı sürgüne çeviriyor. Bütün ittihatçıların ikinci doğum yeri sayılacak Selanik’e sürgüne gittiğinde tarihler 1905’i göstermekteydi.

Teşkilatçı Bir Lider: Talât Bey

Çevresine topladığı insanlara sürekli Osmanlı’nın içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, siyasal çöküntüden bahsediyor ve onlara bir şeyler yapılması gereğini anlatıyordu. Daha çok insana ulaşmak için, daha sonra İttihat Terakki’nin Maliye Nazırı olacak Cavid Bey’in müdürlüğünü yaptığı, Selanik Hukuk Mektebine giriyor, Posta memurluğu yaptığından, gittiği yerlere örgütün mektuplarını, gazetelerini götürüyor ve her temas ettiği insana cemiyetten bahsetmeye çalışıyordu. Selanik’te meşhur Yonyo gazinosunun daimî müşterileri olarak her gece orada buluşuyorlar ve saatlerce memleket meselelerini tartışıyorlardı. Manastır, Üsküp, Nevrekop, Ohri, Resne gibi çevre vilayetlerden gelen insanları birleştirmek adına 1906 yılında Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adında bir örgütlenmeye gittiler. Cemiyet, temelde anayasa ilanını esas alan, vatanseverlerin bünyesinde bulunduğu anti emperyalist bir siyasi çizgiye sahipti. Talât Bey bu cemiyetin reisi seçildi. 1907 yılında toplanan ikinci Jön Türk kongresinde Paris’teki lider Ahmet Rıza’nın Terakki ve İttihat Grubu ile birleşildi ve örgüt tekrardan İttihat ve Terakki ismini aldı. Artık Osmanlı’nın son dönemine imzasını yazacak kadrolar vazifeye hazırdı. 1908 senesi temmuz ayında Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle, kurdukları rejimin koruyuculuğunu da üstlendiler.

İttihatçı Dahiliye Nazırı: Talât Paşa

1913 yılında Bab-ı Ali baskını ile beraber Dahiliye Nazırlığına gelen Talât Paşa ve İttihatçı kabine artık şunun farkındaydı. Osmanlı Devleti, gelişen Avrupa kapitalizminin karşısında direnememiş ve kavrulmuştu. İttihatçı liderler, emperyalist ülkelerin, topraklarımızı parçalamak niyetlerinde olduklarına hayatları boyunca şahit olmuşlardı. 1914 senesi başlarında yaklaşan cihan harbine hazırlanmak için İngiltere, Fransa ve Rusya ile tek tek ittifak görüşmeleri yapılsa da hepsi teklifleri reddediyorlardı. 1917 Rus Devrimi sonrası Sovyet hükümetinin yayımladığı belgelerden görüyoruz ki, emperyalist devletler tarafından Osmanlı topraklarını paylaşmak için antlaşmalar yapılmıştı. Bu tabloda Osmanlı devletinin ve İttihatçıların önünde iki yol vardı.

Ya savaşmadan teslim bayrağı çekip işgale tamam diyeceklerdi ya da Cemal Paşa’nın ifadesiyle “Madem etrafımız kurtlar tarafından sarılmış o halde savaşarak ölelim” diyerek son kurşuna kadar vatan savunması yapacaklardı.

İttihatçılar ikinci şıkkı tercih ettiler. Almanya ile ittifak kuran İttihat Terakki kabinesi, 1908 Jön Türk Devrimi öncesi ortak vatanı koruma eksenindeki antlaşmayı hatırlatıp, Ermeni komitelerine tekrar başvurdu. Komiteler tarafından olumlu bir karşılık alınmasıyla doğu cephesinde rahatlık sağlandığı düşünülse de gerçek daha savaşında başından itibaren kendini gösterecekti. Kafkas Cephesindeki çatışmalar başlar başlamaz, Van, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Adana, Yozgat bölgelerinde Ermeni komiteleri isyana başladılar. Türk köylerini basıyor, çocukları, kadınları ve anne karnındaki bebekleri öldürüyorlardı. Bu olaya karşılık 1915 Mayıs’ında Talat Paşa’nın bakanlığında Dahiliye Nezareti bir tehcir kanunu düzenledi. Kanun, bölgedeki Ermeni nüfusun, karışıklık olmayan bölgelere göç ettirilmesini konu ediniyordu. O süreçte ihmal, eksiklik vardır veya yoktur tartışmasını tarihçilere bırakarak son zamanlarda tekrardan hortlatılan “Sözde” Ermeni soykırım iddialarına karşı açıkça şunları söylemek gerekiyor. Ortak vatanı hedef alan her saldırı karşısında vatan savunması yapmak milli devletin temel görevidir. Bu sebeple Osmanlı 1915’de soykırım değil vatan savunması yapmıştır. Varsa bir katliam 1915’de basılan Türk köylerine bakılmalı, 1913’de Balkan harbi döneminde yapılan mezalimler araştırılmalıdır. Geçtiğimiz senelerde Ermenistan’daki katil Tehleryan’ın ayakları altına Talât Paşa’nın kesin başını koyan alçak heykel hadisesi bu insanlık, tarih düşmanı zihniyetin halen birileri tarafından körüklendiğinin kanıtıdır. Talât Paşa bu milletin kahramanı Türk Devriminin de öncüsüdür. Yurtdışında bulunduğu ve Ermeni bir terörist tarafından şehit edildiği 15 Mart 1921 gününe kadar Ankara’daki milli mücadele kadrolarına desteğini sürdürmüş ve Mustafa Kemal Atatürk’e yazdığı mektuplarda görev için emre amade olduğunu belirtmiştir.

Mithat Cemal’in şiirinde “Bayrak Adam” diye anlattığı Talât Paşa, 103 yıl önce 15 Mart 1921 günü Ermeni terörist Tehleryan tarafında Berlin’de vurularak şehit edildi. Katil terörist, suikast yargılamasında ilk duruşmada beraat etti. Talât Paşa’nın ruhu bugün gönderde hürce dalgalanan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağında iken şehit naaşı Çağlayan Abide-i Hürriyet Tepesinde bulunmaktadır. Başta Cumhuriyetimizi kurucusu ebedi liderimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm vatan ve hürriyet kahramanlarımızı ve Talât Paşa’yı saygıyla anıyoruz. Bu yazımızı Talât Paşa’ya atfen yazılan bir şiir ile bitirelim.

“En sonra eğildinse de kurşunla eğildin,

Altınlar akarken de züğürt ölmeyi bildin.

Eeymiş sana heykel? ne demekmiş sana türbe?

Arkanda kalan tertemiz ismin yetişir be”