Polis memuresi Şeyda Yılmaz'ın şehit edilmesi ve Serhat Akın'ın kurşunlanması toplumsal tedirginliği üst seviyeye çıkardı. Her iki olayda suç makinelerine dönüşmüş tetikçilerin ortaya çıkması olayın artık bir toplumsal güvenlik sorunu olduğunu gösterdi. Kaynaklarım özellikle İstanbul'da polisin "sokak hakimiyetini" kaybettiğini, yüzlerce tetikçinin aramızda dolaştığını aktardı. Emekli Emniyet Müdürleri Derneği adeta bir manifesto yayınlayarak, "organize suçun terör tehdidi seviyesine yükseldiği" vurgusu yaptı.
Türkiye'de kabadayılık dönemiyle başlayıp 12 Eylül sonrası organize suç örgütüne evrilen süreç yeni bir boyut kazandı. Organize suçun en büyük mağdurlarından İtalya'da "mafya" tanımı Türkiye'de 12 Eylül sonrası ortaya çıkan yapılanmaların özeti gibi adeta. İtalyanlara göre, mafya sadece haraç, uyuşturucu, tehdit, çocuk kaçırma vs. kriminal suç yapılanması değil. Bir örgütün mafya sayılabilmesi için siyasetten ve gizli servislerden destek alıyor olması lazım. Hatta mason locasından bile. İtalya'da Cumhurbaşkanına kadar uzanan bağlantılar ağı ortaya çıktı. Hep bir efsane dolaşır mesela: Amerika'da. ABD en büyük düşmanı Fidel Castro'yu öldürmek için New York mafyasıyla ortak plan yaptı. İddia kanıtlanamamış, eylem gerçekleşmemiş olmasına rağmen yaşanan süreçteki bazı olaylar bu düşünceyi hep güçlendirdi.
Kara para pastası büyüdükçe
Türkiye'de suç örgütleri konusunda en büyük kırılma iki olayda yaşandı. Engin Civan'ın vurulması ve Türkbank satışı sırasında yaşananlar. Haraç kesen, çek senet tahsilatı yapan, kumar oynatan illegal işlerden komisyon alan yapı, bir anda karşımıza hükümetleri deviren güç olarak çıktı. Başbakanlık yapmış birisi yumruklandı, Susurluk kazası devlet içindeki güç oyun/savaşlarını gözler önüne serdi. Mafya-gladyo-siyaset-uluslar arası suikast izleri-gizli servis bağlantılarını konuştuk yıllarca. Kara paranın miktarı arttıkça yapı büyüyüp gelişiyor ve herkes pastadan payını alıyordu. Uyuşturucu nakilleri ve para transferlerinin zorluğu daha 1970'li yıllarda ülkeler arasındaki suç örgütlerinin bağını kurmuş ve güçlendirmişti. Karşılıklı ziyaretler yapıyor hatta gelişen teknolojiyle birbirlerine karşılıklı video atıyorlardı. Hatta Meksika karteli Türkiye'deki ortaklarına şirinlik yapmak için video çekip sosyal medyada yayınlıyordu.
Seçilmiş tetikçilerden binlere
Bu dönemlerde suç örgütlerinde tetikçiler bilinirdi. Yapılarda yaklaşık 10 civarında tetikçi olur. Değişik zamanlarda kurşunlama-yaralama vs suçlara karışanlar silahlarıyla gelir teslim olurdu. 1990lı yıllarda polis organize suçları hala Asayiş Şube Müdürlüğü bünyesindeki Cinayet ve Gasp masaları ekiplerince soruştururdu. Sonrasında Kutlay Çelik adlı bir polis şefinin adım atmasıyla Asayiş Şube bünyesinde bir Organize Masası kuruldu ve sonra kurumsallaştı. O dönemlerde deyim yerindeyse herkes herkesi bilirdi. Pavyonda bir silah atma hadisesi mi yaşandı. Beyoğlu Ekiplerde görevli bekçi Ali bir telefon açar silahı atan gelir teslim olurdu. Kara para henüz milyar dolar seviyesindeydi. Pasta büyüdükçe organize yapılar büyüdü, güçlendi ve güç savaşları başladı. Artık cezaevleri dahil yerde güçlü olmak önemliydi. Çoğu "baba" yurt dışına taşınan operasyonlarla yakalandı.
Yüz milyar dolarlara çıkan kara para
Geleneksel suç yapılanmasında kumarın yeri hep vardı. Kumarhaneler Türkiye için sorun olunca bir anda kapılar kapandı ve yer altına kaydı. Dijitalleşmeyle birlikte hayatımıza daha güçlü şekilde döndü. Yasa dışı kumar ve bahis her geçen gün toplumun her katmanını sardı. Bir kaynağıma göre şu anda sadece İstanbul'da yıllık yasa dışı kumar ve bahisin mali boyutu 400 milyar TL civarında. Bu para trafiğine uyuşturucu ve diğer illegal işleri kattığımızda yıllık İstanbul'da dönen kara para trafiği trilyonun üstüne çıkıyor. Tabii her borç anında tahsil edilemiyor, birikiyor, ödeme güçlükleri yaşanıyor. Kara para trafiğinin neredeyse yarısı "tahsil edilecek" duruma düşüyor. Eskiden mafya grupları bunu kendi elemanları vasıtasıyla yapıyordu. Ama artık devir değişti. Suç örgütleri alt katmanlarını oluşturdu. Üst gruplar artık bir nevi beyaz yakalı oldu
Aynı dakikada 10 eylem yapabilecek örgütler var
Polis memuresi Şeyda Yılmaz'ın şehit edilmesi ve Serhat Akın'ın kurşunlanması sonrası sokaklara çıkarak deyim yerindeyse "eski kulağı kesikler"le sohbet ederek yeni dönemin röntgenini çekmeye çalıştım. Açıkçası tüylerim ürperdi. Bir kaynağıma göre İstanbul'da altısı çok etkili 10 yapı var ve bunlar bünyelerinde yaklaşık 1000 tetikçiyi barındırıyor.
İşte anlattıkları: Eskiden racon vardı. Her iş kuralına göre yapılırdı. Sonunda iş üstlenilir cezalar yatılırdı. Tetik düşüren itibarlı olurdu. Ayağa düşmezdi, abiler ağalar yakılmazdı. Efendi gibi yatılır çıkılırdı. Şimdi her şey değişti. Yeni nesil tetikçiler 15-25 yaş arasında. İstanbul'da her ilçenin bir kaç mahallesinde bunlar etkin şekilde yapılanıyor. İçki, uyuşturucu, kadınlarla tanıştırılıyorlar genç yaşta. Yeme içme, kıyafet, iş sıkıntıları yok. Kendi yaşıtlarına zorbalık ve şiddetle başlayıp tetikçiye dönüşüyorlar. Saklanma/gizlenme ihtiyacı bile duymuyorlar. Polisler bunların bulunduğu bölgelerden uzak duruyor. Eskiden kurtarılmış mahalleler vardı ya hani. Aynı onun gibi yerler var.
İstanbul'da aynı dakikada 10 farklı bölgede eylem koyacak kapasitede yapılar var. Aynı gecede iki-üç eyleme giden çocuklar var. Eyleme giderken haplanıyorlar. Ayıldıklarında ne yaptıklarını hatırlamıyorlar bile. Eskiden sadece hedef vurulurdu. Şimdi yaşananları görüyorsunuz; Hastane basılıyor, çoluk çocuk suçsuz insanlar vuruluyor. Polis şehit edildi, diğer polislere tehdit mesajları yayınlandı. Bizim zamanımızda mahalle bekçisi geldiğinde bile ayağa kalkardık. Otoriteye savaş açılmazdı. Eskiden racon vardı. Şimdi yenilerin deyimiyle kural yok.
Durum kartel çatışmalarından vahim
Motosikletler geliyor. Plaka çalınıyor ya da satılık kiralık motosikletlerden ilanlar takip edilip ikiz plakalar yapılıyor. Kask takılıyor ve eyleme gidiliyor. Bunların hepsi hazır geliyor. Cebe üç beş kuruş konulup haplanıp gidiyorlar. Geçen okudum eylem için 250-300 bin para almışlar diye. Öyle bir durum yok. Parayı bunların başları alıyor. Alttakiler sorunsuz/bedava bir hayat yaşıyor sadece. Eskiden tetikçiye ev-araba alınır ailelere bakılırdı. Şimdi bunlar yok. Sadece polis şehit edildikten sonra hava atmak için aileye bakacaklarını söylediler. Sistem dışına çıkmak isteyen olursa öldürürler kimse peşine düşüp aramaz bile.
Meksika-Kolombiya'da yaşanan kartel savaşları var ya hani. Eskiden onlarla bağımız vardı. Yaşananları üç aşağı beş yukarı biliyorduk. Şu anda Türkiye'de durum ondan kötü. Eskiden gruplar arasında hesaplaşmalar olurdu. Karşılıklı her vurulan kişinin kaybı büyük olurdu. Şimdi öyle mi? Vursan kimi vuracaksın? Kendi içlerinde bile değeri olmayan bir çocuğu mu?
Suç makineleri yaratıyorlar
Ümraniye'de kadın polisi şehit eden katilin 26 suç kaydı var ve öyle ufak tefek suçlar değil. Uyuşturucu kaçakçılığı, adam yaralama, gasp, yağma, hırsızlık, çocuğa cinsel istismar, cinsel taciz. Serhat Akın'ı vuranların suç sicili ise şöyle:
Serhat Akın'ı vuran tetikçi Ozan Dalmaz, Mart ayında cezaevinden çıkmış, suçu oto hırsızlığı.
Eylemde motoru kullanan Osman Mukan kasten yaralamadan sabıkalı.
Diğer suç ortaklarından birinin, 1 kez Kasten Öldürmeye Teşebbüs, 1 kez Taksirle Yaralalama, 1 kez uyuşturucu madde kullanmaktan. Diğerinin 2 kez Taksirle Yaralama, 1 kez Kasten Yaralama, 2 kez ateşli ve kesici silah kullanma kanununa (6136) muhalefet, 2 kez de uyuşturucu kullanma. Bir diğerinin 2 kez Taksirle Yaralama, 1 kez Kasten Yaralama olmak üzere 3 suçtan kaydı var.
Silahlı saldırı emrini veren kişi olarak aranan zanlının da, 1 kez Kasten Öldürme, 1 kez Şüpheli Ölüm, 1 kez Kasten Yaralama, 1 kez Parada Sahtecilik, 2 kez 6136 sayılı kanuna muhalefet, 1 kez Mala Zarar Verme,1 kez uyuşturucu kullanma, 1 kez Resmi Belgeyi Bozma, 1 kez de Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Sokulması suçlarından işlem görmüş.
Yani korkmayan, belki ne yaptığının bilincinde olmayan birileri var karşımızda.
Emekli polis şeflerinden ürperten manifesto
Yaşanan olaylar sonrası Türkiye Emekli Emniyet Müdürleri Derneği bir açıklama yaptı. Derneğin başkanı İsmail Çalışkan Narkotik ve organize suçlarda uzman bir isim. 1990 ve 2000li yıllarda oldukça etkin görevlerde bulundu. Hatta bir ara Emniyet Genel Müdürlüğü sözcülüğün yaptı. Derneğin yaptığı açıklamayı aynen paylaşıyorum. Kaynaklarımın anlattığıyla birebir örtüşüyor. İşte o açıklama:
Geçtiğimiz hafta İstanbul ilimizde meydana gelen olayda Şeyda Yılmaz isimli genç kardeşimizin şehit düşmesi hepimizi derin üzüntüye boğmuştur.
Medyadan takip edildiği kadarıyla, olay sanığının çete üyesi olması ve 26 suçtan kaydı bulunup dışarıda serbestçe dolaşması, olayın arkasından yaşanan diğer, sadece şu birkaç gün içinde tekrar eden benzeri olaylar, bunun soyut bir vaka olmayıp, hepimizin üzerinde düşünmesi gereken yeni bir durum ve şartlar bütünün doğurduğu bir sonuç olduğunu göstermektedir.
Nitekim bu müessif olaydan hemen sonra, bu kez Ankara’da biri 12, diğeri 13 suç kaydı bulunan iki sanık polisin dur ihtarına silahla cevap vermiş ve çatışma çıkmıştır. Ordu’da 22 suç kaydı olan bir sürücü, dur ihtarında bulunan jandarma görevlisine çarpmış ve şehit olmasına neden olmuştur. İstanbul’da bir kadın trafik polisi, durdurulmaistenen şahsın açtığı ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Olayların hepsi son birkaç gün içinde meydana gelmiştir. Sabıkalı-suçlu kişilerce kolluk kuvvetlerine yapılan silahlı saldırılarda önü alınamayan bir artış eğilimi belirgin olup, eskiden sadece terör olaylarında söz konusu olan bu eğilim, günlük asayiş olaylarında da korkutucu bir biçimde yaygınlaşmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Gaziantep ilimizde bazı kişilerin uzun namlulu silahlarla bir sokakta adeta nöbet tuttuğu ve sokağı kontrol ettiği görüntüleri medyaya düşmüştür. Görüntüler, 1980 öncesinde terör örgütlerinin bazı bölgelerde “kurtarılmış mahalleler” oluşturdukları dönemleri hatırlatmaktadır.
Onlarca suç kaydı olan ve dışarıda serbestçe dolaşıp suç işlemeye ve çeşitli şekillerde toplumu rahatsız etmeye devam eden kişilerin kendilerine müdahale eden polise direnmeleri, darp ve tehditte bulunmaları, sivil vatandaşları sindirecek şekilde ortamda terör oluşturmaları, neredeyse günlük olaylar haline gelmiştir. Ceza soruşturma ve infaz sistemi bu kişileri etkisiz hale getirmekte feci surette yetersiz kalmakta, suçu meslek edinen kişiler artık devletten çekinmemektedir. Nitekim basında, Şeyda Yılmaz kardeşimizi şehit eden sanığın üye olduğu söylenen sözüm ona Casperlar çetesinin “bir açıklama yaptığı”, sanığa sahip çıktıkları, avukatlık ve cezaevi masraflarını üstlenecekleri, ayrıca sevk esnasında kendisine yapılan muameleden dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikâyette bulunacakları yolunda haberler yer almaktadır. Cüretkârlık ve arsızlık tavan yapmıştır ve bu kişilerin artık ciddiye aldıkları bir kamu prosedürü yoktur, yani haklarında işlem yapılması bunları etkilememektedir. Daha da kötüsü, toplumsal ve siyasi kurumlarda da neyin “sorun” olduğu ya da “sorunun ne olduğu” yolunda bir gözlem ve konsensüs bulunmamaktadır.
Küresel Organize Suç Endeksi 2023 Raporuna göre Türkiye organize suçlarda Avrupa’da birinci, bütün dünyada ise on dördüncü sıradadır. Bu rapora göre Türkiye’de faaliyet gösteren ve geleneksel mafya sistemini model alan önemli sayıda mafya tarzı grup bulunmaktadır. Şu anda asayiş ve örgütlü suçlar açısından ülkemizin gittiği nokta, 1970-1990 arası dönemdeki terör suçları açısından gittiği nokta ile aynıdır. Her iki olguda da, organize suç ya da terör grupları belli bir toplumsal ve coğrafi kesit üzerinde tahakküm kurmakta, kendi kontrolünde alanlar (kurtarılmış bölgeler) oluşturmakta, ortamlarda terör-korkutma yoluyla egemenlik kurmakta, insanları sindirmekte, şiddete başvurmakta tereddüt etmemekte, devlet iktidarına ve yasa hâkimiyetine meydan okumakta, devlet organlarını küçük düşürme ve sindirme amacı bulunmakta, kendine ait bir üye-taraftar profili oluşturmaktadır. Yani, işlenen suçların amacı ve motivasyonu farklı olsa da, suçun işleniş biçimi ve formatı aynıdır. Fakat maalesef, bir zamanlar terörsuçlarına verilen önem asayiş suçlarına verilmemektedir; hâlbuki kamu düzenine verdiği zarar ikisinin de aynıdır. Eğer bu konuda bir bilinç oluşturulmazsa ve mücadele politikası geliştirilmezse, ülkemiz yavaş yavaş, organize suç şebekelerinin büyük meblağlara hükmettiği, çetelerin show yaptığı, şehirde bazı mahallelere polisin giremediği, gençler arasında çete kimliklerinin revaçta olduğu, polisin bir sokak kabadayısına bile bulaşmak istemeyeceği, devlet otoritesinin maskaraya döndüğü bir Latin Amerika ülkesine dönecektir.
Bu duruma nerelerden geldiğimize bakmak gerekirse: Toplumsal bir gerçek olarak, CMUK düzenlemeleri öncesinde geleneksel suçlu-sabıkalı kesimi ile polis arasında, şu yaşadığımız olaylara benzer şekilde şiddet ve mukavemet olayları yaşandığı vaki değildi. Bu kişilere uygulanan yakalama ve gözaltı işlemleri sırasında polis çoğu kez kendisine verilen zor kullanma yetkisini kullanmaya gerek duymazdı. Sözü edilen bu kişiler polisten ve genel olarak devletten çekinir, polisle olan ilişkilerinde ölçülü davranır, ona karşı koymaz, toplum genelinde görünmemeye çalışır, kendi marjininde yaşar, ayrıca suçun tarafı olarak muhatap olduğu sivil vatandaşlara da (mağdura) pek bedensel zarar vermezdi. Yapılan düzenlemelerden sonra (CMUK) kolluğun soruşturmalardaki inisiyatifi büyük ölçüde alınmış ve kolluk savcılığın tek tek talimatlarla iş yaptırdığı bir birime dönüştürülmüş ve zamanla suçlu kesimin çekindiği bir organ olmaktan çıkmıştır. Ancak, meydana gelen boşluk, sistemin müteakip diğer organları (yani yargı ve infaz sistemi) tarafından doldurulamamıştır. Nitekim ceza infaz sistemindeki düzenlemelere bağlı olarak, yakalaması ve yargılaması bitmiş, ceza almış olan sanıklar bile bu kez çeşitli şekillerde yine serbest kalmakta ve aramıza dönmektedir. Geçmişinde 25-30 suç kaydı bulunan kişilerin, toplumsal sağduyu ve makul beklentiler doğrultusunda infaz ve ıslah kurumlarında olması gerekirken genç yaşlarında aramızda dolaşması, suç ve şiddet eylemlerine fütursuzca devam ediyor olmaları, kabul edilebilir bir durum değildir.
Bu süreçte ülkemizde suçlu profili de değişmiş, polisten, devletten ve toplumdan çekinen ve onlara “üstün çıkma” amacı olmayan eski suçlu profilinin yerini hudut ve teamül tanımayan, kendine güvenen, kontrolü zor, polise ve mağdur vatandaşa her türlü zararı verebilecek bağımsız ve bireyci bir suçlu profili almış, yani suçlu profilimiz “Amerikanlaşmış” ama yetkisi ve caydırıcılığı itibariyle polis tam tersine dönüştürülmüştür. Tam da bu aşamada, 15 Temmuz sonrası süreçte polisin eğitim kurumları kapatılmış, polis eğitimi tavsamış, polis meslek alım prosedürleri meslek amirlerinden alınarak mülki amirlere verilmiş, anlaşılmaz biçimde polislik ihtisas gerektirmeyen genel bir hizmet alanı olarak görülmek istenmiş ve polis amatörleştirilmiştir. Daha sonra yapılan düzenlemelerle Polis Akademisinin lisans bölümü tekrar açılmışsa da, aradan geçen süre zarfında personel profili, mesleki kişilik, aidiyet ruhu, profesyonellik ve disiplin açısından büyük açıklar doğduğu bir gerçektir. Polis amir ve memur yetiştirilmesinde vakit geçirilmeden eski sisteme dönülmeli, polis amirlerinin dört yıllık lisans, memurlarının da iki yıllık meslek yüksekokulu eğitimi almaları sağlanmalıdır. Yüzde yüz “mesleki” bir alan olan polis meslek alımları, sınav komisyon başkanlıkları, “mülkiye” hizmetinden çıkarılarak tekrar polise iade edilmelidir.
Türkiye nasıl bir zamanlar terörle mücadelenin başarılı örneklerini vermişse, şu anda kamu düzeni sorunu ve organize suç ile de mücadele edecek kapasitede kurumlara sahiptir. Nitekim eski sistemde kolluk, savcıya niyabeten olaylara resen el koyar, soruşturma ve gözaltı işlemlerini yürütürdü. Şu anda kurumsal kapasitelerimiz ve imkânlarımız eskisine göre çok daha iyi durumdadır. Bu kapasiteler tekrar işlerliğe kavuşturulmalı, suça el koyma ve suç soruşturması işlemleri, bir “dosya” fonksiyonu olmaktan çıkarılarak, soruşturmalara serilik ve etkinlik kazandırılmalıdır. Araç, haberleşme, teknik ve uzmanlık yönünden her türlü imkâna sahip, daha mobilize olan, usuli işlemleri seri bir şekilde yerine getirebilme kapasitesine sahip kolluk birimleri, talimat bekleyen kurumlar olmaktan çıkarılarak soruşturmada daha aktif ve girişim sahibi bir role kavuşturulmalıdır. Soruşturma işlemlerinin kısa zamanda sonuçlanması sağlanmalıdır. Suç failleri, etkin, güçlü, sonuç odaklı ve inisiyatif sahibi bir polis teşkilatını tekrar karşısında bulmalıdır. Şu anda kolluk, kendi birimleri içinde ve teknik sınıfa giren incelemeleri dahi (parmak izi, suç delilleri incelemesi vs.) yaptıramamakta, kolluğun eski adli fonksiyonunu tamamen üstlenmesi istenen savcılar ise yoğun bir soruşturma akımına yetişmekte ister istemez yetersiz kalmaktadır.
Yargılama işlemlerine de etkinlik kazandırılmalı, suçlu, işlediği suçun sonucu ile daha etkin ve caydırıcı bir biçimde yüzleşmelidir. Devlet prosedürlerinin (el koyma, yakalama, soruşturma, yargılama, infaz), suçlu nezdindeki caydırıcı yönü tekrar tesis edilmelidir. Ve en önemlisi, 26 suç işleyip de dışarıda gezme gibi artık toplumsal vicdanı isyan ettirecek boyutta adaletsizlik ve acizliklere yer verilmemelidir. Bilhassa polise mukavemete teşebbüs eden suç müptelalarının yargılamaları tutuklu yapılmalı ve bunlar süreç sonunda gerekli cezaya çarptırılmalıdır. İnfaz sisteminde bunu sağlayacak uygun düzenlemelere vakit geçirmeksizin gidilmelidir. 26 suç kaydı bulunan kişi, infaz sisteminde bunun makul ve adil karşılığını görmelidir.
Bu vesile ile başta Şeyda Yılmaz kardeşimiz olmak üzere tüm şehitlerimize Tanrı’dan rahmet, görevde olan mensuplarımıza işlerinde kolaylık ve başarılar dileriz. Sorunun bir an önce teşhis edilerek gerekli yasal ve idari düzenlemelerin vakit geçirilmeden yapılması, düzenlemeler yapılırken gerçekçi referanslara başvurulması, bu alanda mesai ve emek harcayan kolluk ve yargı mensuplarının görüşlerinin alınması, devletimizin elindeki muazzam kapasite ve tecrübenin kullanılır hale getirilmesi, kamu düzeni ve vatandaş huzurunun birkaç sokak kabadayısına bırakılmaması, bu kişilerin polise mukavemette bulunacak cüretten soyutlanması için gerekli yasal değişikliklerin yapılması, temennimizdir.
Dizilere konu oldu;