Dün Türkiye'de "olmaz!" denilen oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli, teröristbaşı Öcalan’ı TBMM’ye davet etti: Terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin DEM Parti toplantısında konuşsun; terörün tamamen bittiğini, örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanılmasının önü açılsın... Öfke, şaşkınlık, partiden istifaya giden reaksiyoner tavırlara şahit olduk. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Siyasi intihar benzetmesi yapanlar bile oldu.
Sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın X platformundaki paylaşımı geldi: “Türkiye’nin geleceğinde teröre ve terörün karanlık gölgesine yer olmadığını herkesin idrak etmesini bekliyoruz. Bu doğrultuda, Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihî fırsat penceresinin, kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve topyekûn millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz.”
Politika sahnesinde aslında uzun süredir liderlerin ne dediklerine değil, ne demek istediklerine bakmıyorduk. Bahçeli, bu üsluba sahip neredeyse tek lider şu anda. Eski tabirle Bahçeli'nin sözlerini analiz ederken, "Zarfa değil, mazrufa bakmak" gerektiğini hatırlıyoruz hep. Ancak bu kez mesajın ağırlığı ve söyleniş şekli o kadar sert oldu ki sindirmek için epey zaman gerekti ve çözmek için daha fazla çaba sarf edildi. Fetullah Gülen'in ölümü ile Abdullah Öcalan'ın konuşulması bağlamı bile analiz edildi. Peki, Bahçeli ne yaptı?
ABD ile dost muyuz, düşman mı?
Bunu çözmek zor. Sadece analizler yapılabilir. Ancak bence yaptığı en önemli hamle, ABD'ye karşı oldu. Türkiye'yi yıllardır “stratejik ortak/müttefik!” yalanıyla uyutan ABD'nin Türkiye üzerindeki en büyük oyun kartını yırttı Bahçeli. Peki, ABD ne yaptı? Stratejik ortağının sorun çözmek için yürüttüğü “Oslo görüşmeleri” tutanaklarını, FETÖ aparatı eliyle sızdırarak bitirdi. PKK'nın Suriye yapılanmasını düzenli orduya çevirip NATO silahlarıyla donattı. Yine Fetullah Gülen aparatını kullanarak farklı tarihlerde hukuk ve TSK içindeki unsurları harekete geçirip üç kez darbe girişiminde bulundu: (MİT Krizi - 17/25 Aralık - 15 Temmuz).
Zeytin Dalı Harekâtı'nda gördük ki, sınırda Türkiye’ye yönelik kapsamlı kara harekâtının lojistik yapılanması hazırlanmış. Son olarak, DEAŞ Horasan Grubu vasıtasıyla Türkiye'ye terör ihraç etti. Bununla da yetinmeyip Moskova'da silahlı eylem yaptırıp, Türkiye bağlantılı isimleri kullandı. Rusya demişken, Büyükelçi Karlov suikastini es geçmemek lazım. Bu saydıklarımız normalde savaş nedeni sayılmaz mı?
Asıl kritik nokta: ABD-MHP ilişkisi
Uzun süredir CIA aparatı olan FETÖ marifetiyle bir kampanya yürütülüyor: Ülkü Ocakları ve dolayısıyla MHP bir terör organizasyonu olarak kabul edilsin. Hatta ABD Kongresi'nden bu yönde bir karar çıksın diye uğraşıyorlar. Sonuçta, hem Türkiye’ye hem de MHP’ye ABD cephesinden sistematik bir “düşman unsur taarruzu” söz konusu.
Ülkücü hareketin kabiliyeti
MHP, sonuçta bir kadro ve lider hareketidir. Hareketin doğal lideri öldüğünde dağılması bekleniyordu, ama şu anda Türkiye'nin en uzun soluklu siyasi hareketi konumunda. Bölünmelere, ayrılıklara rağmen varlığını ve sistemde söz sahibi olmayı sürdürüyor. Türkiye'nin Ermenistan ile olan siyasi ilişkilerini Türkeş başlatmıştı, hatırlarsanız. Türkeş, sağlığında “olmaz” denilen politik hamleleri yaptı. Sonrasında Devlet Bahçeli bu geleneği sürdürdü. Türkiye'de makas değişikliğine neden olan 2002 seçim sürecini yine Bahçeli başlatmadı mı? Almanya'da matbaada birileri Türkiye'yi dizayn ederken masayı devirdi. Türkiye’nin devlet stratejisi ve aklını Bahçeli'nin kritik çıkışlarında bulduk hep. Bahçeli, belki siyasi bir miras hazırlıyor ve yükten arınmış, çözümsüz sorunları olmayan bir Türkiye ile MHP bırakmak istiyor diye düşünüyorum.
Hedeflenenler ne olabilir?
Devlet Bahçeli'nin söylediklerini sakin bir kafa ile okuyunca, içinde çok detay var. Teröre içeride büyük darbe vuruldu. Alan kontrolü sağlandı. Ancak sınırlarımızın ötesinde, bize her an saldırmaya hazır eğitilen düzenli bir ordu var. (Hatırlayın, ABD Irak'ı işgal ederken benzer bir yöntemi kullanmıştı, ancak bu kadar hazırlıklı değildi.) Devlet ve millet meseleleri, kişisel meseleler değildir. Bu vurgu, siyasi mirasın en önemli örneklerinden sayılabilir.
MHP lideri, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın örgüte hâkimiyetini de sorguluyor. Oslo tutanaklarını hatırlarsanız, örgütle ya da moda deyimiyle Kandil ile İmralı arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Bahçeli burada düşmanın "aklını/liderliğini" sorguluyor. Türk solu marifetiyle Kürt hareketi uzun süredir dizayn edilmek isteniyor. Bunun önemli figürlerinden biri Selahattin Demirtaş. Bahçeli, İmralı-Kandil-DEM ekseninde muhatap kişiyi görelim diyor. Şartı da önemli: Silahlarını Türkiye'ye teslim edeceksin. Yani, sınır dışından gelecek en büyük tehdidi bertaraf etme hamlesi. Bu hamlede Irak, İran ve Suriye de var. Barzani'nin seçim öncesi Ankara ziyaretini bu gözle okumak lazım. ABD'nin Kürt bölgesindeki Talabani hamlesini de görmezden gelemeyiz. Tabi, bölgedeki Türkmenlerin güvenliği için ayrı bir başlık açmak gerekiyor.
Bahçeli'nin konuşmasına yayılan mesajlar net: Çözüm süreci olmaz. Müzakere ve mütareke olmaz. Terörle mücadele tavizsiz devam edecek ve terör sıfırlanacak. Bahçeli, seçim meydanlarında “ip/urgan” atarken, hükümette olduğu bir dönemde idam cezası kaldırıldı. Öcalan dahil birçok terörist bundan yararlandı. İlginçtir, Bahçeli konunun uzmanlarınca bile bilinmeyen “umut hakkını” gündeme getirip el yükseltti. Ancak bunu da bir şarta bağladı. Velhasıl, herkesi sürece katarak ellerini kollarını bağladı.
DEM-CHP Cumhurbaşkanlığı seçimleri
Uzun süredir kulislerde dillendirilen bir iddia var: AK Parti içinden bir grup, Dublin'de PKK ile ön görüşmeleri başlattı. Yeni bir çözüm süreci kapıda. Bu iddia AK Parti tarafından yalanlandı. Ancak yerel seçim sürecinde yapılan bazı konuşmalar “not” edildi. Bahçeli, doğru ya da yanlış, bu süreç yaşanıyorsa onlara çağrıda bulunup ellerini kilitliyor: Örgütle görüşenler varsa bunu açıktan yapsın. Kapalı kapılar ardında iş çevirmeyin. Devlet aklını yanınıza alın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın X paylaşımını yeniden dikkatlice okursanız, içinde önemli ipuçları var: “Bu doğrultuda, Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihî fırsat penceresinin, kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve topyekûn millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz.”
Bu açıklama, aslında sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dengelerini etkiledi. Ekrem İmamoğlu-DEM ilişkisi merak edilip sorgulanıyor. Bu süreçte herkes pozisyon almak zorunda kalacak. Bahçeli'nin bu kadar açık ve net oluşu, kapı arkası ilişkileri çöpe attı. Bu durumda net olan bir başka kişi Mansur Yavaş. Bahçeli'nin açıklamalarına Yavaş, "Bu ülkede huzurun ve barışın hakim olması en büyük dileğimizdir. Ama bunun yolu terörist başının Gazi Meclisimiz çatısı altında konuşturulması asla değildir. Millet de tarih de bunu affetmez" sözleriyle yanıt verdi. Her ne kadar sıcağı sıcağına hatta düşünülmeden yapılmış açıklama olarak değerlendirilse bile bu Yavaş'ın duruşunu gösteriyor. Burada hedefe konulacak ilk isim kuşkusuz İmamoğlu olacak. Yaptığı/yapmadığı tüm açıklamalara ilişkiler ve oy kaygısı penceresinden bakılacak.
Sonuçta Devlet Bahçeli açıklamalarıyla herkesin aklını karıştırıp pozisyonunu sorgular/sorgulatır hale getirdi. Bu sözlerin üst ve dip dalgaları siyaseti uzun süre etkileyecek gibi görünüyor. Doğru pozisyon ve çıkış noktasını bulan belki yeni Türkiye'nin yeni lideri olup iktidara gelecek.