Her geride kalan yıl hayatta olan herkes için bir kayıp….
Takvimden bir yıl daha tarihe geçiyor ve her an ölüm denilen gerçeğe adım adım yaklaşıyoruz.
Ömürler su gibi akıp gidiyor. Her gün haber sitelerinde birilerinin vefat haberlerini alıyoruz.
Ama ölümü bir tek kendimize yakıştıramıyoruz. Çünkü can tatlı.
Can tatlı demişken, başkaları öldüğünde vah vah deyip geçiyoruz ya da görmezden geliyoruz. Ancak ne zaman ki bir yakınımız vefat ediyor, o zaman ölümün soğuk yüzüyle burun buruna geliyoruz.
O da uzun sürmüyor. Daha birkaç gün evvel oturduğumuz, kalktığımız, yediğimiz içtiğimiz bir insan hayatını kaybediyor, o da bir süre sonra unutulup gidiyor.
Herkes kendi hayatına, kendi rutinine dönüp işine gücüne bakıyor.
Hani güzel bir söz vardır derler ki; “Başkaları ne der düşüncesiyle yaşayıp ömrünüzü heder etmeyin, nasıl olsa öldükten kısa bir süre sonra unutulup gideceksiniz”.
Onun için insanın kendisini hayatın merkezine koyup yaşaması gerekiyor. Elalem ne der fikri çok da dikkate alınacak bir şey değil. Nasıl olsa unutulup gideceksiniz, gideceğiz…
Kimler unutulmadı ki? Nice şanlı şöhretli, mal, mülk, şöhret, evlat, servet ve makam sahipleri unutuldu gitti.
Unutulmayan insanlar ancak arkasında iz ya da eser bırakan insanlardır, ya da tarihe adını yazdırmayı başarabilmiş insanlardır.
Yahut totaliter rejimlerde üretilen bir lider kültü, resmi zorlamalarla her gün anılır ve unutturulmaz. Bu da sopa zoruyla olduğu için o kişinin ismi kerhen yaşar.
Gün gelir düzen değişir onun da adı unutulur gider…
YAŞASIN 2025 DİYEBİLECEK MİYİZ?
Bu soruya cevap verebilmek için önce 2024’ün bir muhasebesini yapmak lazım.
2024 İnsanlık tarihinin yüz karası bir zaman dilimi olarak geçti tarihe…
Belki bireysel hayatımızda meydana gelen yenilikler veya değişimler bizi fert fert mutlu etmiş olabilir ancak insanlığın ve dünyanın geldiği nokta hiç de iç açıcı değil.
Kimimiz evlendi mutlu oldu, kimimiz yeni bir okula başladı mutlu oldu, belki bazılarımıza 2024’te çok büyük paralar kazandı mutlu oldu yahut kimimiz de yeni bir otomobil aldı mutlu oldu…
Belki bazılarının evlatları dünyaya geldi mutlu oldular… Bazıları belki evlatlarını evlendirdiler onların mürüvvetlerini gördüler mutlu oldular, bazıları da yeni bir iş bulmanın neşesiyle girdi belki 2025’e …
Ama bunlar bireysel mutluluklar, ferdin hayatına dokunan işler…
Toplumsal ve siyasal planda aynı mutluluk söz konusu mu mesela?
İnsanlık mutlu mu mesela içinde yaşadığı dünyanın şartlarından?
Savaşlar, soykırım, zulüm, gelirde adaletsizlik, ahlaki yozlaşma, insanın değerinin başka metalar karşısında günden güne değerinin düşmesi, cinayetler, suikastler, açlık, kıtlık, işkenceler…
Bunlar günden güne ağır sorunlar olarak devam ediyor bütün dünyada…
Biz yaşamıyoruz diye bunlar olmuyor değil…
Mesela Türkiye’de el’an bir savaş yok, soykırım yok, kıtlık ve açlık yok ama cinayetler, ahlaki yozlaşma, gelirde adaletsizlik, ekonomik çöküş devam ediyor…
Eğitimde, sanatta, sporda, kültürde, iktisatta çok iyi bir tablo çizebilmemiz çok mümkün gözükmüyor…
Toplum olarak ciddi bir ahlaki ve manevi bunalım içindeyiz…
Bakmayın siz politikacıların her şeyin yolunda gittiğine dair tatlı yalanlarına…
Pembe yalanlar tarih boyunca toplumların gazını almak, toplumu uyutmak için her daim söyelenegelmiştir…
Bizim için esas tablo reel olan, günübirlik hayatın içinde bizzat müşahede ettiğimiz tablodur.
Gerisi boş…
BAŞKALARININ ACILARI
Hani demiştik ya insanlık açısından 2024 yılı kara bir yıl olarak geçti tarihe… Aynen öyle oldu.
Gazze’de, sebebi ne olursa olsun, sorumlusu kim olursa olsun, binlerce insan vahşice katledildi. Yerlerinden yurtlarından edildi.
Bebek, çoluk, çocuk demeden insanları katleden terör devleti İsrail bütün uluslararası kamuoyunun, bütün dünyanın gözü önünde “teröristleri etkisiz hale getirme bahanesiyle” büyük bir soykırıma imza attı ve atmaya da devam ediyor.
Mesela Gazze’nin çocukları yeni bir okula başlamanın heyecanını yaşayamadılar.
Gazze’li anne babalar çocuklarını genç yaşta şehit vererek onların mürüvvetini göremediler.
İnsanlar bırakın yeni bir araba ev sahibi olmayı, sıcacık yuvaları bombalandı ve evsiz kaldılar…
Hastahaneler, ibadethaneler bombalandı… Doktorlar öldürüldü… Yaşlılar katledildi…
Şehirler harabeye döndü… Suriye’de Esed zaliminin yaptığını İsrail’de Netanyahu gerçekleştirdi.
Gazze şu an yerle bir ve soykırım devam ediyor.
Ukrayna-Rusya Savaşı da devam ediyor.
Sebebini halen net olarak çözemediğimiz aptalca bir savaş devam ediyor.
Mesela Rusya’nın çok mu az toprağı vardı da Ukrayna’ya saldırıverdi?
Rusya’nın Ukrayna’da neye ihtiyacı var?
Terine Ukrayna neden kaşındı ve koskoca Rusya’ya kafa kaldırıverdi?
Evet uluslararası ilişkiler ve jeopolitik ya da enerji politikaları, su ve tarım gibi hassas konular bakımından bu savaşın elbette bir açıklaması var.
Elbette savaşın sebeplerine dair mantıklı bazı gerekçeler sunulabilir ama şu soruyu da sormadan geçemiyoruz: Devletler barış düzeni içinde, diplomasinin imkanlarını kullanarak da çıkarlarını koruyamazlar mı?
Savaş bu manada kaçınılmaz bir son mu?
Dünyanın başka yerlerinde de aynı soruyu sormak lazım. Mesela Çin neden Doğu Türkistan’da soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza zulmediyor?
Dinini, örfünü yaşamak isteyen, barışçıl bir düzende varlığını devam ettirmek isteyen Doğu Türkistan halkı neden işkence görüyor ve öldürülüyor?
Bunlar dünyanın başka yerlerinde yaşanan acılar…
Belki henüz biz bunlarla yüzleşmek durumunda değiliz ancak yakın bir gelecekte büyük bir savaşın içinde olmayacağımızın garantisini kim verebilir.
Bu yüzden dünyada olup biten her şey karşısında duyarlı olmak zorundayız.
Acı hissedebiliyorsak canlıyız, başkalarının acılarını hissedebiliyorsak insanız!
Siz bakmayın bazı ırkçı-faşist kafaların “bize ne Gazze’den” demelerine…
Gazze de Doğu Türkistan da bizimle aynı soydan ve dinden olan insanların dramıdır…
Bizler Müslüman ve Türk olarak hem soydaşlarımıza hem dindaşlarımıza el uzatmak, acılarına ortak olmak zorundayız. Bu hem dini hem de insani bir zorunluluktur.
Ki tarih boyunca biz kendimizden olmayan ama zulüm gören çokça topluluğa el uzatmış bir milletiz…
Şimdi, kalkmış bazı ırkçı faşist kafalar bize nasihatlarda bulunuyorlar… Verdikleri nasihatlerin okudukları masalların çoğu Siyonizm’in tezgahından geçmiş fikirlerle dolu.
Siyonistler ne ister? Müslümanlar ve Türkler mümkün olduğu kadar bir araya gelemesinler, aralarına nifak sokalım ki kafalarını kaldırmasınlar!
Şimdi bizdeki bazı aptallar bu oyuna gelerek Siyonizm’in tezgahına ekmek çıkarıyorlar..!
DÖNELİM İÇİMİZE!
Dünyada olup bitenler bu minval üzere iken bizde durum ne?
Bizde de durum pek iç açıcı değil. Toplumsal bütünlüğümüzün bozulma tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Türkiye’nin fay hatları ısrarla birileri tarafından kaşınmaya devam ediliyor.
Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Siyasal Olan Olmayan İslam, laik-antilaik vs vs….
Günlük hayatta bu kavgalar görünür olmaya başladı son zamanlarda…
Mesela sokakta ya da metroda bu topluma yakışmayacak hadiseler cereyan ediyor.
Giyim, kuşam ve kökeninden dolayı insanlar aşağılanıyor, gerici, mürteci, yobaz olmakla suçlanıyor.
2024’te ırkçılık da epey yükseldi. Mesela Suriyelilere karşı müthiş bir öfke uyandırılarak Suriyeli düşmanlığı tavan yaptı…
Şimdi Suriye özgürleşti bir anlamda ve insanlar yavaş yavaş yurtlarına dönmeye başladılar…
Ne oldu ırkçı provakatif söylemin varlık gerekçesi ortadan kalktı.
Üç beş yaşında Türkiye’ye gelmiş burada okumuş, burada büyümüş insanlar Türkçe bilen, Türkleri tanıyan, Türk kültürünü az çok anlamış insanlar olarak memleketlerine dönüyorlar…
İşin bu tarafını hep ıskaladık… Oysa bir yönüyle bu durum Türkiye için büyük bir kazanç vesilesi…
Şu aralar Alevi-Sünni meselesi de Suriye gerçeği üzerinden köpürtülüp kaşınıyor…
Birileri Türkiye’deki muhafazakarlara, dindarlara siyasal İslamcı yaftası yapıştırıyor, diğer taraf da Alevilere Siyasal Alevici etiketi koyuyor…
Aslında Siyasal Aleviciliği kimin ortaya attığı ve ne kadar Alevinin siyasal Alevici olduğu ortada…
Öbür taraftan da Müslümanlığı hayat biçimi olarak gören insanların da ne kadarının siyasal İslamcı olduğu ortada…
Kısacası her iki tarafta da tuhaf bir aymazlık durumu söz konusu…
Dindarları hazmedemeyen laikçi tayfa insanları gerici, yobaz, siyasal İslamcı etiketiyle yaftalayarak kendi içinde bulunduğu durumu örtbas ediyor, kolaycılığa kaçıyor, Alevilerin tamamını aynı kefeye koyan zihniyet de aynı kolaycılık içerisinde.
Kimse kimseyi dinlemiyor, anlamaya çalışmıyor…
Herkes politika peşinde.
Tahammülsüzlük had seviyede…
Kimsenin kimseye tahammülü kalmamış…
Herkes kendi iktidar alanını, kendi dünya görüşünü hakim kılma derdinde… Üstelik bunlar, bu emellerini başkalarına hakaret ederek, başkalarını küçümseyerek gerçekleştireceklerini zannediyorlar.
Oysa ki topum böyle bir gerçeklik değil.
Toplumda karşılığı olmayan, mayası tutmamış hiçbir ideoloji ve görüş zemin desteği olmadan başarılı olamaz.
Mesela Türkiye’de komünizm neden zemin bulamadı? Toplumsal planda bir realitesi, karşılığı olmadığı için… ve radikalleşti gitti… Ortaya savcı katleden bazı terörist manyaklar çıkıverdiler…
Maalesef buna karşılık kapitalizm de alabildiğine yükseldi gitti…
Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk…
Bana göre sonuçları ve kaynakları bakımından iki ideoloji arasında hiçbir fark yoktur.
Mesela uzun vakit az… başka bir yazıda bu meselelere değinmek üzere hoşça kalın. Yeni yılın ülkemize ve insanlığa barış, huzur ve refah getirmesini temenni ediyorum…