Sorması da, cevaplaması da çok zor…

Zorluk nereden kaynaklanıyor biliyor musunuz?

Aslında, asgari ücret meselesinin derinliği çok fazla.

Bu yüzden cevaplaması çok zor.

Meselenin arka planında iktisadi ve ahlaki düzenimizle ilgili yığınla problem var.

Bu problemler çözülmeden asgari ücretin yetersizliği sorunu da asla çözülemez.

İnanın kararlaştırılan ya da açıklanması beklenen rakamlara hiç bakmadım.

Biliyorum ki açıklanacak rakam ücretlinin yüzünü asla güldürmeyecek.

Çünkü açıklanır açıklanmaz market raflarındaki ürünlere, pazarlardaki sebze meyveye zam üstüne zam yapılacak.

Memura ve işçiye açıklanan her zamdan sonra yaşananlar gibi..

Peki asgari ücret meselesinin altında yatan temel sıkıntılar neler?

Birincisi içinde yaşadığımız iktisadi düzen şu an adil bölüşüme dayalı değil.

İkincisi ticaret ve iktisat ahlakımız asgari ücretin sadra şifa bir rakama çekilmesine uygun bir zemin üretmiyor.

Türkiye 24 Ocak kararları sonrasında liberal düzene geçiş yapmış, serbest piyasa anlayışının önü açılmıştır.

Buradan tamamıyla devletçi ve plancı bir ekonomiyi savunduğum sonucu çıkmasın.

Ancak 1980’lerden sonra Türkiye liberal-neoliberal düzene geçişin denemelerini yaptı ve bu noktada epey yol aldı.

İngiltere’de Teatcher, Amerika’da Reagen döneminde bütün dünyada liberal düzen tartışmaları tavan yaptı.

90’larda güçlü küreselleşme dalgasıyla birlikte devletlerin elindeki egemenlik hakları büyük ölçüde şirketlerin eline geçti ve demokrasi ile birlikte şirketokrasi de gündemimize girdi.

Artık dünyada söz sahibi olan yapılar çok uluslu şirketler ve onların ulusal yerel uzantıları…

Şirketler ne derse o oluyor!

Devletlerin iktisadi hayat üzerindeki belirleyici rolü azalıp meydan şirketlere kalınca daha fazla kâr hırsıyla hareket eden şirketler, emeğin, alın terinin değerini geri plana atarak en büyük maliyet kalemi olarak insanı görmeye başladılar.

Sermaye yapıları paylaşımcı modellerden ziyade tekelci bir patronaj sistemine dayanan şirketler kazandıklarını adil şekilde paylaşmak yerine kendi güçlerine güç katacak sömürücü bir anlayışa evrildiler.

Şunu dediğinizi duyar gibiyim. “Elbette öyle olacak. Kim sermayesini riske atarak iş yapıyorsa pastanın büyüğü de onun olmalı. Şirketler neden var? Tabii ki kâr etmek için var”

Tamam doğru. Bunda bir yanlışlık yok. Ancak aşağıda çizeceğim tabloyu onaylıyorsanız verdiğiniz cevapta haklısınız diyeceğim.

Şirket patronları, milyonluk araçlara binip son derece güzel konutlarda oturuyorken, bir iş yemeğinde bir çalışanın bir aylık gelirini harcayabiliyorken, asgari ücretle çalışan insanlar bırakın kiralarını ödeyebilmeyi, karınlarını bile zor doyuruyorlarsa burada adil bölüşümde bir sıkıntı yok mu?

Elde ettikleri kârın sadece belirli bir kısmını maaşlarına ek olarak çalışanlarla paylaşan kaç şirket modeli var?

Koca koca şirketler mevcut vergi düzeninde oldukça komik vergiler ödüyorken sıradan çalışanın maaşından her ay peşin peşin belli oranlarda vergi çatır çatır kesilmiyor mu?

Şimdi burada ifşa etmek doğru olmayacak ama anlı şanlı holdinglerin ya da patronlarının ödedikleri vergileri şurada yazıversek herhalde durumun ne kadar feci olduğu ortaya çıkacaktır.

Yapılan işlerin en büyük zahmetini çeken insanlar karın tokluğuna sabahtan akşama kadar çalıştırılırken sadece cebindeki sermayesini sözüm ona riske atan insanlar eğer çok çok yüksek yaşam standartlarıyla yaşıyorlarsa burada bir terslik yok mu?

Üstelik emek veren insanların can güvenliği riski patronların çok çok üzerinde iken ….

Kapitalizm her yerimizi sarıp sarmalamış, her yerimizi her güzel hasletimizi kurutmuş…

Paradan para kazananların son derece keyfinin yerinde olduğu ancak emeğiyle hayatını riske eden insanların karın tokluğuna çalıştığı bir iktisadi düzen içinde yaşıyoruz.

Alın hayrını görün!

Bütün dünyada dünya kaynaklarının %90’ını % 10’lk bir azınlık yönetiyor.

% 10’u oluşturan mutlu azınlık yönettikleri şirketlerin karlarıyla birkaç ulus devleti satın alacak zenginliğe sahip.

Türkiye’de de durum çok farklı değil. Çok kazanan, az vergi ödeyen, devlete borç satacak kadar zenginleşmiş tekeller servetine servet katarken biz hala bu ülkede asgari ücretin ne kadar olması gerektiğini tartışıyoruz.

Küçük esnaf ya da orta halli girişimci için belki insan çalıştırmanın yükü ağır olabilir.

SGK primleri, vergiler, işçi ücretleri küçük işletmeleri zorluyor olabilir.

Onların üzerindeki bazı yükler pekâlâ kaldırılabilir.

SGK primleri, vergileri makul seviyelere çekilebilir.

Ancak belli büyüklüğün üzerindeki şirketlerin affedilir tarafı yok.

Öncelikle şunu öğrenmeleri gerekiyor: Emrinizde çalışan insanları belli bir refah düzeyinde yaşatmak zorundasınız. İnsan kaynakları en büyük hazinenizdir.

İşinizi yapan insanlarla elde ettiğiniz kârı gerekirse makul ölçülerde paylaşmalısınız. 20 milyonluk araçlara bineceğinize beş milyonluk araca binin ama çalışanlarınızı mutlu edin.

Asgari ücret devletin hakemliğinde belirleniyor olabilir. Ancak bu işin merkezi noktasını özel sektör oluşturuyor. 

Devlet burada ancak çeşitli düzenleme ve kontrolleri yerine getirebilir.

Şirketlerin büyüklüklerine göre belli oranlarda işçi lehine destekler verebilir. Belli ölçeğin altındaki şirket ya da işyerlerine, işverenlerin çalışanlarına daha fazla ücret verebilecekleri muafiyet düzenlemeleri yapabilir.

Kademeli ücret seviyeleri belirlenebilir örneğin. Belli büyüklüğün üzerinde iş hacmi olan şirketlerde asgari ücret düzeyi daha yukarı çekilebilir.

Piyasa nasıl denetlenecek?

Şimdi ülkede oturmuş bir kötü gelenek var. Asgari ücretliye zam geldiğinde, işçiye, memura zam geldiğinde piyasadaki ürün ve emtiaya da zam geliyor.

Yani asgari ücretlinin gelirine göz diken sadece devlet ve patronlar değil. Fırsatçı tüccarlar da asgari ücretlinin yakasında!

Tam da bu noktada devletin merkezi ve yerel birimlerinin fiyatlar üzerinde sıkı bir denetim sistemi kurması gerekiyor. Bu başarılamadığı müddetçe ücretlere zam gelen dönemlerde çarşı pazarda fiyatların yükselmesini engellemek zor.

Bir de ahlaksız tüccarlar meselesi var ki zaten o işin başka boyutu.

Eğer insanlarda iş ahlakı ve ticaret ahlakı yoksa denetim de bir yere kadar…

Sermayedar ahlaksızsa, patronlar ahlaksızsa, çalışanlar ahlaksızsa denetim de bir yere kadar.

Şunu kabul edelim. Biz Türkler alabildiğine kapitalistleştik ve alabildiğine dünyevileştik.

Geleneksel değerlerimiz ve inançlarımızı bir kenara atarak vahşi kapitalizmin kollarına attık kendimizi.

Adil bir ekonomik düzen kuramayınca

Bu yüzden adil, paylaşıma dayalı, emeğin ön planda olduğu düzgün bir iktisadi sistem kuramadık.

Şimdi bunun acı reçeteleri ile yüz yüzeyiz.

Bu iklimde devletin de yapabileceği şeyler sınırlı.

Çünkü ipler şirketlerin ve patronların elinde.

Onlar ne diyorsa genellikle o oluyor.

Emeğin, alın terinin karşılığını alabildiği adil bir düzen arayışımız da yok açıkçası.

Paradan para kazanmanın aşırı şekilde önünün açıldığı hatta riske girmeden para kazanmanın kolaylaştırıldığı bir düzende ne emeğin değeri olur ne de alınterinin.

Yüzbinlerce insanın üç beş tröstü zengin etmek üzere köleleştirildiği bir düzen kaçınılmaz hale gelir.

Ahlak seviyemiz ve Allah korkumuz da ortada…

Bu yüzden asgari ücret tespitlerinin bu dönem de de yüz güldürmeyeceği ortada…

Ne diyelim geçmiş olsun bu sene de….