Hatırlayacak olursanız, geçtiğimiz yıllarda Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı, yaptığı çirkin açıklamalarla gündeme gelmişti.
Türkiye ve Türk halkı dışında herkesin çıkarını kollayan bu hanımefendi Türk Silahlı Kuvvetlerini, terörle mücadele süreçlerinde kimyasal silah kullanmakla suçlamıştı.
Üstelik bu açıklamayı terör örgütüne yakın bir TV kanalında yapmıştı.
Bununla da yetinmeyen bu hanımefendi, Ermeni tarafının tezlerine yapışarak içinde yaşadığı halkın değer ve gerçeklerine aykırı sözler sarf etmiş ve epey de tepki toplamıştı.
Tarihi gerçekleri çarpıtmak bir yana her türlü terör yapılanmasına sempati duyan ve TSK’nın mücadele ettiği teröristlere fiilen de kol kanat geren bu hanımefendinin, Adli Tıp Kurumunda İhtisas Kurul Üyesi olarak görev yaptığı dönemde terör örgütü üyeleri lehine raporlar düzenleyerek, emniyet güçlerini suçlu gösterebilmek için yoğun çaba sarf ettiği de ortaya çıkmıştı.
Şebnem Korur Fincancı ismindeki bu terör sempatizanı İşlediği cürümlerden dolayı, 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılarak 11 Ocak 2023'te tahliye edilmişti.
Geçenlerde de TSK’ya attığı iftira dolayısıyla 50 bin Türk Lirası manevi tazminat cezası ödemeye mahkum edildi.
Bu hadiseler dönemin haber kaynaklarında epey detaylı olarak yer alıyor. İsteyen girer detaylarına vakıf olur.
Türk Tabipler Odası gibi saygın ve köklü bir kuruluşun başında nasıl böylesine terör sevicilikte sicili kabarık birisi gelebiliyor anlamak mümkün değil.
Mesela bu tıynette bir insanı hangi hekimler seçtiler? Birliğe başkan olacak kadar oyu bu hanım kimlerden aldı?
İşin esas bu kısmının sorgulanması gerekiyor. Öyle ya bu hanımın ideolojik eğilimlerini, nesebini, soyunu sopunu bilen insanlar oy verdiler.
Bu tip birlik ve odalarda hiçbir başkan adayı tesadüfen seçilmez. Genellikle seçimlerde ideolojik gruplaşmalar olur. Yani herkes kime oy attığını gayet net olarak bilir.
Bu şahıs gibi Türk milletine ve Türk devletine düşmanlık eden birisine oy vermiş hekimler de bu kadının günahlarına ortaktırlar.
Bu suçlar ve günahlar da öyle yenilir yutulur cinsten değil.
NASIL GÜVENECEĞİZ?
İşin daha da vahim tarafı mesela güvenlik güçlerimiz bir çatışmada yaralansalar, bu kadına oy veren, bu kadının zihniyetinde olan doktorlardan birisi de bu yaralı personele müdahale etse, biz bu doktorlara nasıl güveneceğiz?
Bunlar öyle gülünüp geçilecek sorular değil. Bizatihi üzerinde hassasiyetle durulması gereken konular.
Mesela kimse bana işte efendim Hipokrat yemini filan demeye kalkmasın…
Yenidoğan çetesinin ne haltlar yediğini hep birlikte gördük. Adamlar minicik bebeklerin canına kıydılar para uğruna.
Para uğruna yolunu şaşıranlarla, ideolojileri uğruna yolunu şaşıranlar arasında hiçbir fark yoktur.
Ermeni provokasyonu yapmaya kalkanlarla, terör örgütlerinin sırtını sıvazlayanlar arasında hiçbir fark yoktur.
Hain her yerde haindir. Şerefsiz her yerde şerefsizdir. Askerimize, polisimize kurşun sıkanların arkasında duranlarla minicik bebekleri para uğruna canice öldüren haysiyetsizler bizim nazarımızda aynı çukurdadırlar.
Nitekim yenidoğan çetesinin bir üyesinin de terör örgütü PKK ile ilişkisi yüzünden geçmişte ceza aldığını da unutmayalım.
BAROLARA NE OLUYOR?
Türk Tabipler Birliğinden sonra İstanbul Barosu da yukarıda anlatılanlar ışığında ciddi bir gündem oluşturmaya başladı.
Dün itibarıyla İstanbul Barosu yönetimi hakkında terör örgütü propagandası iddiasıyla dava açıldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Baro Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında, "Terör örgütü propagandası yapmak" ve "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak" suçlarından resen soruşturma başlattı.
Başsavcılık şöyle bir açıklama yaptı; "PKK terör örgütü mensupları Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’i övücü nitelikteki sözler ile ayrıca sözde gazetecilik faaliyetleri ve gazeteci kimlikleri nedeniyle öldürüldükleri, devletimizin sözde savaş suçu işlediği şeklinde yanıltıcı bilginin yayılması şeklindeki tespitler nedeniyle İstanbul Baro Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca 'Terör örgütü propagandası yapmak ve halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak' suçlarından resen soruşturma başlatılmıştır.”
İstanbul Barosu, Suriye'de etkisiz hale getirilen PKK/YPG'li teröristler üzerinden Türkiye'yi savaş suçu işlemekle suçlamıştı.
Baro, terör örgütü adına gazetecilik yapan Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in ölümünü 'basın mensuplarının hedef alınması' olarak lanse ederken, Daştan ve Bilgin hakkında 'terör örgütü üyesi olmak' suçundan yakalama kararı bulunduğu ortaya çıktı.
UTANÇ VERİCİ BİR DURUM
İstanbul Barosu yönetimi ve başkanı hakkında böyle bir soruşturma açılması gerçekten utanç verici.
Hukuk insanları nasıl olur da hakkı hukuku ayaklar altına alan ve binlerce masumun canına kıyan bir terör yapılanmasının faaliyetlerine arka çıkabilir?
İstanbul Barosu’nun Osmanlı döneminde, 1878 yılında kurulduğunu biliyoruz. 146 yıllık geçmişe sahip, köklü bir kuruluş bu hale gelirken, getirilirken devletin ilgili organları neredeydiler?
Odaların demokratik seçimler ışığında kendilerine başkan ve yönetim seçmelerine bir diyeceğimiz yok.
Ancak seçilmiş bu insanlar bir hukuk müessesesini temsil ediyor ve öbür yandan devletin milletin bölünmez bütünlüğüne kast eden hain yapıların sırtını sıvazlayacak hale geliyorlarsa bunu hangi vatansever hoş görebilir?
Yazık, çok yazık. Bu ülke ve insanları meslek odalarının bu zihniyette insanlar tarafından idare edilmesini hak etmiyor.
Biz şimdi bu doktorlara bu avukatlara nasıl güveneceğiz.
Güven bir yana, gerçekten iç acıtıcı başka bir nokta şu ki, ülkede yetişen tahsilli kesimin demek ki ciddi bir kesimi terör yapılanmalarına sempati duyuyor veya göz yumuyor.
İçler acısı bir durum gerçekten, diyecek söz bulamıyoruz.
MEDYA DA ARKALARINDA!
İşin çok çok daha vahim tarafı, bu kurumların başındaki insanları destekleyen, sözüm ona “ilerici, aydınlıkçı, bilmem neci” bir yığın basın yayın organı var!
Zamanında bir kısım köşe başlarına oturtulmuş bu basın yayın elemanları eliyle bu insanlar neredeyse birer kahraman ve özgürlük mücadelecisi gibi lanse ediliyor.
Terör örgütlerinin sırtını okşayan bu insanlar neredeyse büyük büyük insanlar olarak gözümüze gözümüze sokulmaya çalışılıyor.
Memleketin kurumları, odaları, 150 yıllık kuruluşları şu an hainlerin, vatansızların, terör destekçilerinin etkisi altına girmiş.
“Gerekiyorsa kayyım atayın” desek demokrasiden filan bahsetmeye başlayacaklar!
Eline keleşi almış askere polise kurşun sıkan hainlerin sırtını sıvazlayanlar, bunlara sempati duyanlar ne zamandan beri demokrat oldular!
Bunların demokratlığı tuttukları kaleler ellerinden gidince ortaya çıkıyor her nedense.
Kim bilir başka kurum ve kuruluşlarda, odalarda, meslek birliklerinde ne türden sıkıntılar var?
Bundan 10-15 yıl evvel ortada gezen dolaşan ama gerek kimliğini bir şekilde saklamış bulunan insanların maskeleri tek tek düşmeye başladı.
Bakalım bir on-on beş sene sonra kimlerin maskeleri düşmeye başlayacak?