Türk ekonomisi 1946’dan beri siyasi basiretsizlikler artı IMF, Dünya Bankası, ABD, AB… adı ne olursa olsun dışarıdaki bir “çapaya” ya da “çıpaya” bağlıdır.

            Yani Türk ekonomisi objektif unsur olarak içerideki politikacı ve bürokrat ekabirlerin basiretsiz kararları ile dışarıdan yönlendirilen küresel hesapların subjektif hesaplarının tesirleri altında bir o yana bir bu yana savrulmaktadır.

            1946’dan günümüze bizim geldiğimiz nokta ile Japonya’nın, Güney Kore’nin, İtalya’nın ve İspanya’nın geldiği yer ortada.

            Demek ki “keramet kavukta değil”, pardon çapa ve çıpada değil, basiretli yönetimde. Bir başka ifade ile Türkiye’nin ekonomik meselelerinin sebebi de çaresi de dışarıda değil içeride.

Meşhur İngiliz iktisatçı, IMF ve Dünya Bankası’nın kurucu babası John Maynard Keynes, “The General Theory of Employment, Interest and Money” adlı kitabında şöyle yazar: “Spekülasyondan kaynaklanan istikrarsızlığın dışında bir de insan tabiatından kaynaklanan istikrarsızlık vardır. Pozitif hareketlerimizin büyük bölümü matematik beklenti yerine ahlaki, hedonist ya da ekonomik anlık iyimserlikten kaynaklanır.”

Makro, mikro ya da bireysel ekonomik veya ekonomi dışı kararlarda doğrudan etkili olmaması gereken bir bilgiyi önemsemek ve onu bir kararda değişken olarak dikkate almak, “çapalamak” veya “çıpalamaktır”.

            Türkiye son yıllarda bunun tipik bir uygulaması ile çok ciddi ekonomik, sosyal ve de siyasi zarar gördü: KGM. Açıkçası bu uygulamada turpun büyüğü hala heybede. Bunun benzerinden Türkiye 1970’lerin ortasında büyük zarar gördü. Arjantin ise 2001’de uygulamaya koyduğu benzer bir politika ile çok ciddi bedeller ödemek zorunda kaldı.

            “Basiret” parayla satın alınamaz. Çapa ve çıpa ise her daim ortalama referans değerleridir. Referans değerler, ölçüler çoğu zaman yanıltıcıdır.

            İnsan algısını gelenekler, dini inanç, çevre ve bilinçaltına yönelik mesajlar etkiler, bundan dolayı insanlar algıda seçicidirler. Algı kurbanı olmayın!

            Tutunacak bir dalınız olmadığında “denize düştüğünüzde yılana sarılmayın”, tesadüfi değerlere ve teorik alt yapısı bile olmayan “ideolojik reçetelere” aşırı önem vermek çare değildir. Hele hele 1400 yıllık bir dinin mümin ve müminleri hala bir Max Weber çıkaramadıysa, faiz-enflasyon hesaplarını bile İslami açıdan tanımlayamayanlardan “fetvalar” almak bizi ancak ağır ekonomik, sosyal darboğaza sokar.

Yeri gelmişken belirtelim, Türk milletine dayatılan bir de “kültür çıpası” vardır. Dün ekonomide Kemal Derviş ne ise kültür, edebiyatta da Orhan Pamuk odur. Bugün de Mehmet Şimşek ve Suriyeli-Afganlı sığınmacılar aynı merkezin dayatmalarıdır.

Hepsinin ortak misyonu Halide Edip Adıvar rolünü üstlenmektir. Öyle de yapıyorlar.

Prof. Çetin Yetkin Hoca, “Karşıdevrim 1945-1950” adlı kitabında anlatır: “Halide Edip hemen hemen bütün romanlarında işlediği konulardan biri de Türk kadınlarının yabancı erkeklerle evlenmeleri ya da metresleri olmalarıdır… Halide Edip, eğer bu tür bir evlenmeyi sağlayamazsa Türk anadan ve babadan doğacak olan çocuklar kız olursa adının Dolly Şadiye, erkek olursa George Halim konulmasını ister. “

Para sadece ekonomiye yön vermez. Toplum hayatını, kültürünü tanzim eder, dönüştürür.

“Basiret”, geldiysen kapıyı üç kez tıkla!