ABD’nin ılımlı İslam, Yeşil Kuşak, BOP gibi projelerinin tarihi çok eskiye dayanır…
CIA’nın kontrolünde yürütülmüş bu projeler için ABD az emek sarf etmedi. Her birinin nerden baksanız 40, 50, 60 yıllık geçmişi vardır.
Irak’ta Kesnizani, Hint Yarımadasında Gulam Ahmet hareketi ve Türkiye’de FETÖ…. Hepsi CIA kontrolünde yapılandırılmış hareketler…
Hepsinin birbirine benzeyen ortak noktaları var elbet.
Mesela inanç istismarı noktasında bir kurtarıcı mehdi beklentisi, eğitim ve bürokraside adam yetiştirip devletlerin içine yerleştirme, deşifre olmamak için takiyye, bölgesel ve küresel ağlar oluşturarak etkinlik sahasını güçlendirme, dini değerleri sulandırarak başka dinlerle diyalog arayışları vs…
Kimilerine göre bu projeler Ortadoğu’da Rusya’nın önünü kesmek, kimilerine göre radikal İslam’ın önünü tıkamak, kimilerine göre ise İslam ülkelerinde “kontrollü” bir İslami düzen kurmak için sahaya sürüldü.
Her biri tahterlinin diğer başı idi aslında…
Bulundukları ülkede mevcut rejimlerle iyi geçindiler ve halkın içinden devşirdikleri adamlarıyla halka kan kusturan siyasi ve askeri otoritelere hizmet ettiler.
“Hizmet hareketi” dedikleri mesele ise aslında halka ve Hakk’a hizmet etmekten ziyade Türkiye’de ve etkili oldukları bölgelerde ABD emellerine hizmet etmekti…
Bunun için din sosunu kullandılar. Hem de tepe tepe!
28 Şubat askeri darbesi ABD ve İsrail desteği ile yapıldığında Türkiye’de İslami kesimler içinde bir tek hizmet hareketi dedikleri Fetullahçılar darbeye sesini çıkarmadı hatta alkış tuttu. Mesela Erbakan’ın iktidardan uzaklaştırılması karşısında def çalıp oynadılar resmen!
Çünkü Erbakan, ABD’nin emellerine hizmet edecek birisi değildi ve indirilmesi gerekiyordu. Erbakan’dan aşırı derecede nefret ettiklerini de ayrıca hatırlatmaya gerek yok sanırım.
28 Şubat’la 15 Temmuz darbeleri arasında güçlerini daha da pekiştirdiler. Ak Parti iktidara geldikten sonra Ak Parti içinde siyaset yaptılar, bürokrasiye çok sayıda adam yerleştirdiler. Liberaller, muhafazakarlar ve Fetullahçılar o dönemin en kıymetli ittifakı haline geliverdi.
Aslında ne Erdoğan Gülen’i, ne de Gülen Erdoğan’ı sevmezdi…
Fetullahçılık hareketi Türkiye’de Milli Görüş damarından gelen siyasetçileri hiç bir zaman tasvip etmemiştir. Ancak bazı ortak çıkarlar bu ittifakı bir süre ayakta tuttu.
MİT krizi, 17-25 Aralık mini darbesinden sonra Ak Parti ve FETÖ arasındaki ittifak çatladı. Hedefin direkt olarak Erdoğan ve iktidarı olduğu anlaşılınca FETÖ ile Ak Parti arasına kara kediler girdi… İlerleyen süreçte 15 Temmuz’a giden yollar bir bir döşendi..
15 Temmuz darbesi ise Türk darbeler tarihine en kanlı darbe olarak geçti. Askerin içindeki Fetullahçı cunta, o kanlı gecede halka doğrudan silah doğrulttu, başta TBMM olmak üzere devletin en hassas kurumlarını bombalamak suretiyle Ankara’yı cehenneme çevirmeye kalktı. İstanbul’da çeşitli yerlerde sivil vatandaşlara ateş açıldı çok sayıda insan şehit oldu.
Türk darbeler tarihinde ilk defa bir cunta milli kurumları hedef aldı. Bu daha evvel görülmemiş bir şeydi. Ankara Emniyet Müdürlüğü, Gölbaşı Polis Özel Harekat üssü, Millet Meclisi, Jandarma Genel Komutanlığı yukarıdan bombalanan kurumlar arasında. Böyle bir ihanet daha evvel
T.C. tarihinde eşine benzerine rastlanmamış türden!
Milletimiz sokaklara dökülmeseydi, devletin bazı birimleri teyakkuza geçerek irade göstermeseydi belki de darbe başarılı olacak ve ülkede yönetim değişikliğine gidilecekti. Bu arada sadece yönetim değişmeyecek uzun uzun listeler halinde tespit edilmiş insanlar bizzat darağaçlarına gönderilerek çok sayıda insan öldürülecekti!
Fetullahçıların bu ülkeye verdikleri en büyük zarar, sıradan Anadolu çocuklarını iş, güç, eğitim, makam mevki, rütbe gibi ayartıcı unsurlarla kandırarak milletine ve devletine düşman birer mankurta dönüştürmesidir. Din sosu ile bezeli bu ayartma daha sonra 15 Temmuz ile taçlandırılacaktır.
Dinler arası diyalog ve benzeri çalışmalarla dini sahaya verdikleri zarar ise inanılmaz bir tahrifat yaptı toplum üzerinde. Kürsülerde salya sümük ağlayan ve kitleleri etkileme gücü olan bir vaiz üzerinden bu ülkede din de tahrif edildi inanç da… Ama Diyanet de dâhil hiçbir kurum bu tuhaf yapının nereye evrildiğine ne yapmak istediğine dair toplumu aydınlatacak en ufak bir girişimde bulunmadı…
Ve sonunda kürsülerde salya sümük ağlayan bu vaizin müritleri devletin en hassas kurumlarını bombalayacak birer mankurta dönüştürüldüler… Sivil insanların üzerine mermiler yağdırdılar… Dini alanı tahrif ettikleri yetmezmiş gibi devletin ayarlarını da bozdular!
FETÖ dini yapılanma kisvesi altında kanlı cinayetlere imza atmış, ülkede bir askeri darbe girişiminde bulunmuş, örgütlendiği bölgelerde CIA’nın hizmetinde bulunmuş bir ihanet ve cinayet şebekesidir.
Mesela merhum Muhsin Yazıcıoğlu cinayeti tamamıyla bu yapının kurguladığı bir suikasttır. 90’lı yıllarda bazı gazetecilerin ve yazarların öldürülmesinde bu namussuzların parmağı vardır.
Hiçbir örgüt dış destek olmadan bu kadar planlı ve organize şekilde hareket edemez. CIA ve MOSSAD gibi istihbarat örgütleri, Pentagon Türkiye’de Fetullahçılığın baş hamileridir!
Siz hiç İsrail’i açıktan eleştiren bir FETÖ’cü gördünüz mü? Göremezsiniz! Aksine açıktan İsrail ve onun dostlarının sırtını sıvazladılar.
Filistin’de yürütülen soykırım karşısında yıllarca sessiz kaldılar hatta İsrail’in haklılığına dair tezler bile ürettiler.
FETÖ elebaşı nihayet öldü… Peki ne değişir? Çok fazla bir şey değişmez. Türkiye gibi başı bitten kurtulmayan ve kurtulmayacak olan bir ülkede bir FETÖ gider yerine başkaları gelir.
FETÖ bir zihniyettir. Bu zihniyeti yeni dönemde omuzlayacak, ihaleye çoktan girmiş ve kazanmış yeni yapılar var. Yeni dönemin gayrı milli aktörleri bunlar olacaklar. Aslolan devletin ve milletin bu yapılar karşısında uyanık olması ve paçayı kaptırmamasıdır.
Özellikle dini cemaat görünümlü yapılar dikkatli bir şekilde takip edilmeli, bu noktada sadece istihbarat unsurları değil dinden diyanetten sorumlu kurumlar da bu süreçte aktif rol almalıdır. Dini anlayışı tahrif eden yapılar hakkında araştırmalar yapılmalı, raporlar yazılmalı, halk aydınlatılmalıdır.
İslami cemaatlere, tarikatlara karşı değiliz. Türkiye’de tarlası sürülmüş cemaatlere karşıyız. Devletin milletin ayarlarıyla oynayan, İslam’ı sulandırmaya kalkan hainlere karşıyız. Doğru istikamette yürüyen cemaat ve tarikatlar toplumsal birliğin sağlanmasında önemli yapılardır.
Burada sadece sünni kesim değil alevi kesim de gözetilmeli, cemaatlere tarikatlara gereksiz yere düşmanlık yapılmamalıdır. Özellikle tasavvuf ekolleri bu topraklarda yüzyıllardır faaliyet halindedirler. Bu durum yeni değildir.
Ancak bunları ifade ederken şunu da açıkça belirtmekte yarar vardır. Cemaat ve tarikatlar holdingleşmeye başladıklarında, güncel siyasetin bir parçası haline geldiklerinde ve devlet kaynaklarından beslenen birer asalağa dönüştüklerinde bunların önü kesilmeli, sivil alanlarında yürütecekleri meşru faaliyetlere dokunulmamalıdır.
Aksi halde FETÖ’vari yapılar yeniden türemeye başlayacak bir süre sonra elde ettikleri gücü başka alanlarda kullanmaya başlayacaklardır.
Yukarıda bahsettiğimi her üç özellik de FETÖ yapılanmasında vardı. Ticaret alanında hayli etkindiler, (bireysel ticaretten bahsetmiyorum), devlet kurumlarına alabildiğine sızmışlardı, kendilerinden başka bir yapının TSK’da, bakanlıklarda sağda solda etkili olmasını istemiyorlar, hatta şantaj ve tehditle insanları uzaklaştırıyorlardı, üçüncüsü güncel siyasetin de ana aktörlerinden birisi haline gelmişlerdi.
Ellerinde bulundurdukları medya gücü, parasal kaynaklar ve nüfuzlu adamlar sayesinde milletvekili, bakan, belediye başkanlığı listelerinde aktif rol aldılar. Siyaseti de dizayn etmeye kalktılar. Önlerini kesme potansiyeli olan siyasetçileri özel hayatlarını ifşa ederek etkisiz hale getirdiler.
Türkiye FETÖ tecrübesinden önemli dersler çıkarmalı, gelecek dönemde din, siyaset ve devlet üçgeninde dönen ilişkileri yeniden gözden geçirmelidir. Artık uyandıysak uyandık, daha da uyanamadıysak zaten yapacak çok fazla bir şey yok.
Son sözlerde The Cemaat’în mankurtlarına ve şakirtlerine bir çağrım var!
Fetullah Gülen denilen hainin artık cenazesinin Vatikan’dan kaldırılması, cenaze törenini, elini öptüğü papanın yönetmesi, nihayetinde naaşının da bir Katolik mezarlığında defnedilmesi yerinde olacaktır. Zira bu tercihin, dinler arası diyalog sürecine de çok katkısı olacağı düşüncesindeyim!