Savaşın, devlet politikasının diğer araçlarla devamından başka bir şey olmadığı görüşü de açık ve tam bir şekilde saptanmış olmalıdır… Carl Von Clausewitz

28 Mayıs seçimlerinden sonra MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez” sözleri epeyce dikkat çekti. Bahçeli’nin açıklaması ile ilgili farklı yorumlar seslense de sanırım MHP liderinin tam olarak neyi kastettiğini ancak şimdilerde anlamak mümkün oluyor. Zira artık dünya tüm maskelerin düşmeye başladığı jeopolitik savaş dönemindedir. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic İsviçre'de yayımlanan haftalık dergi "Die Weltwoche"ye 12 Haziran'da verdiği röportajda dünya savaşının çıkma ihtimali üzere sorulan soruya, "Üçüncü Dünya Savaşı’ndan söz edemem ama büyük bir çatışmadan söz ediyorum. Ne kadar uzaktayız? Bundan çok uzakta olmadığımıza inanıyorum. Üç ya da dört aydan fazla değil ve bunun daha önce gerçekleşmesi tehlikesi de var" diyerek cevap vermişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3-4 Temmuz'da Şanghay İşbirliği Örgütü’nün liderler zirvesi için Astana’ya, 9-11 Temmuz'da ise NATO Liderler Zirvesi için ABD'ye gidecek olması tam da jeopolitik savaşın politik-diplomatik aşamadan askeri-ideolojik aşamaya evrildiği bir dönemde gerçekleşmiş olacak. Fakat Avrasya = Şanghay ve Atlantik =NATO gibi jeopolitik güç merkezleri arasındaki zorlu diplomasi trafiği esnasında Erdoğan 5-6 Temmuz tarihlerinde Azerbaycan'a gidecek. Şuşa'da düzenlenecek Türk Devletleri Teşkilatı Devlet Başkanları Gayriresmi Zirvesi'ne katılacak. Normalde birkaç seneye gerçekleşmesi normal olan görüşlerin bir haftaya sığdırılmış olması Türkiye için vaktin daraldığına işaret etmektedir.

Türkiye, “Yedi düvele karşı savaştık ve kazandık” diye nitelenen 1918-23 yılları arasındaki jeopolitik durumdan daha büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Çünkü Kurtuluş Savaşı yıllarında ‘yedi düvel’ bir arada idi, şimdi ise Türkiye birbiri ile amansız mücadeleye girmiş büyük devletlerin ve farklı jeopolitik güç merkezlerinin asimetrik savaşının tam merkezindedir. Ve ne yazık ki, bu güç merkezlerinin hiçbirine tarihi hafızamız ve günümüzün gerçekleri açısından stratejik müttefik gibi güvenemiyoruz. Mevcut durumu ve Türkiye için doğurduğu tehlikeleri anlamak için en önemli jeopolitik figürleri kısaca da olsa incelememiz gerekecek.

RUSYA: TARİHİNE YENİK DÜŞMÜŞ ÜLKE

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya askeri müdahalesinden yaklaşık iki hafta önce bana; “Ne düşünüyorsun, Putin Ukrayna’yı işgal emri verecek mi?” diye sorduklarında eminlikle evet demiştim. Pek inanmamıştılar, zira ömrünün 21 yılını eski SSCB’de yaşamış biri olan benim kadar Rusya tarihine hakim değildiler, ayrıca Ukrayna’nın merkez ve doğu vilayetlerinin aslında ‘gerçek tarihi Rusya’ olduğunu kestirememişlerdi. Bu anlamda Ukrayna’nın NATO (oku: ABD) kontrolüne geçmesi Rusya’nın sadece jeopolitik güç değil, devlet olarak mevcut olmasını bile soru altına almış olurdu. Rusya emperyalist devlet tarihine esir düşmüş bir ülke olarak farklı bir tavır, daha sivil milli devlet yapısı ile var olabilecek bir ülke değil zaten. Ve Putin’in tam da Covid-19 salgınının, klasik dünya sistemi irtibatlarının ciddi darbe aldığı dönemin son aşamasında Ukrayna’ya müdahaleyi göze alması da Rusya için jeopolitik zaruret idi. Ve olasıdır ki, bu konuda İsrail’le perde arkası anlaşma vardır.
Dikkat edilirse, ABD ve Batı’nın Rusya’ya karşı sert açıklamaları ve ambargo girişimleri, Ukrayna’ya maddi destek ve askeri mühimmat vermeleri fonunda İsrail tamamen suskun kalmaya, menşe yönüyle Yahudi olan Ukrayna cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin tüm çağrılarına rağmen Ukrayna’ya silah yardımı yapmaktan uzak durmaya özen göstermektedir. Bu husus mevcut durumda İsrail jeopolitiğinin mahiyetini açıklamaktadır. Buna İsrail başlığı altında detaylı dokunacağız. Şimdilik Rusya ile ilgili notlarımızı toparlayarak Putin’in şu anki stratejisinin temel hususlarını vurgulayalım.

1) Ukrayna’nın merkez ve doğu illerini kendi kontrolü altında tutarak gittikçe tükenen Ukrayna ordusu fonunda resmi Kiev’e kendi şartlarını kabul ettirmek için zamana oynamak.

2) Batı ittifakının içindeki çatlakları kollamak ve onları büyüterek anti-Rusya blokunu sarsmak. Özellikle de kış mevsiminde Rusya doğalgazına ihtiyacı artan Avrupa’nın inadını kırmak.

3) 7 Ekim 2023’den itibaren İsrail’in Gazze işgalini güçlendirmesi dünya kamuoyunun dikkatini Ukrayna’dan önemli ölçüde yayındırmıştır. Bu anlamda Uzakdoğu’da, özellikle de Çin’le Tayvan arasında savaşın başlaması Rusya üzerindeki baskıları tamamen ortadan kaldırmış olacak. Çünkü savaş ruhunu büyük ölçüde kaybetmiş ve hedonizme dalmış Batı için işgalci Çin işgalci Rusya’dan daha vahim tehlikedir. Ve eğer Çin Tayvan’ı işgal etmeye kalkarsa NATO Rusya’yı düşman değil, Çin’e karşı müttefik veya en azından tarafsız biri gibi görmek isteyecektir.

4) Putin’in 24 yıl sonra ilk kez Kuzey Kore'nin başkenti Pyongyang'ı ziyaret etmesi ve iki ülke liderinin Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşma imzalaması, Uzakdoğu’daki Avro-Atlantik blok müttefiki olan Japonya ve Güney Kore şahsında Batı’ya gözdağı vermenin yanı sıra olası Çin – Tayvan savaşına hazırlıktır.

ABD: İKİ BAŞLI KARTAL UCALIĞINDAN UYUŞMAZ SİAM İKİZLERİ FACİASINA

ABD, birçok milleti kendi bünyesinde barındıran ulusal ülke görüntüsü çizse de temel olarak iki milletin, Anglosaksonların ve Yahudilerin ittifakı ile oluşan devlettir. Bu iki milleti bir araya getiren ise Masonik çimentodur. Ne var ki, uzun süre uyumlu olan bu iki güç merkezi SSCB’nin çöküşünden sonra ciddi çatışma içindeler. Özellikle de Yahudi sermayesinin ucuz işçi gücü bahanesi ile Çin’i kendine yeni “sevgili” ilan etmesi ve Çin’in dünya ekonomisinde ABD’nin hegemonyasını sarsmaya başlaması Anglosakson güç merkezini ciddi rahatsız etmektedir. Bu anlamda;

1) Kasım 2016’da seçimleri kazanan Donald John Trump’ın IBM başta olmakla önemli teknoloji şirketlerini Çin’den ABD’ye geri çağırması Cumhuriyetçi Parti’nin şahsında Anglosakson gücün bu konudaki rahatsızlığının net ifadesi idi.

2) Ekim 2019’da ABD askerlerinin Suriye’den büyük ölçüde geri çekilmesi, Trump’ın Putin’le daha sık irtibat kurmak isteği, Yahudi kontrolündeki dünya medyasında Trump’ın Putin’den rüşvet alarak iktidara geldiğiyle ilgili iddialar ABD politik sahnesinde birbiriyle ciddi anlamda çelişen bu iki gücün acımasız savaşını ve bu savaşın devam edeceğini haber veriyor.

3) Kasım 2020 seçimlerinden sonra Trump’ın rakibini sahtekârlıkla itham etmesi, ABD Kongre binasının Trump yandaşlarınca basılması ve hatta bu olaylarda kan dökülmesi Amerikan toplumundaki birliğin yerini çatışan kampların aldığını gösteriyor.

4) Trump’tan kurtulmak için onun hapse atılması için farklı iddialar ortaya atan Demokrat Parti iktidarının gayretleri Kasım 2024 seçimlerinde ABD içindeki gerginliğin artarak devam edeceğine işaret ediyor.

Samimi Haber Sitesi

Demokratlar-Biden-Yahudi Partisi-Evanjelistler ile Cumhuriyetçiler-Trump-Anglosakson partisi-Milliyetçiler arasındaki seçim savaşı sadece ABD için değil, İsrail, Rusya, Çin başta olmakla tüm dünya için büyük önem taşıyor. Bu anlamda Trump’ın gittikçe artan etkisi karşısında Biden’in zayıf kalması, İsrail başta olmakla Yahudi lobisi ve medyasını ciddi rahatsız etmektedir. 28 Haziran akşamı canlı yayında gerçekleşen Biden-Trump düellosunun ardından Demokrat Parti kanadından ve ABD medyasından Biden'a çekilmesi yönündeki çağrılar gelmeye devam ediyor. Peki, Biden'ın adaylıktan çekilmesi durumunda yerine gelmesi muhtemel isimler kimler?
Önde gelen iki isim Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve California Valisi Gavin Newsom. Ancak her ikisinin de zayıf noktaları var. Demokrat Parti’nin başkan adayı olacak ilk siyahi kadın olacak Harris’in , Biden'ınkinden çok az daha yüksek olan düşük onay oranı rahatsızlık doğuruyor. Newsom ise California Valisi olarak görev yaparken yüksek vergiler, artan evsizlik ve artan konut maliyetleri nedeniyle eleştirilere maruz kaldı.
Biden-Trump karşılaşmasından 19 saat sonra New York Times şöyle yazıyordu: "Biden’ın yapacağı en iyi hizmet, yeniden aday olmamak”.
Fakat tüm okların Trump’ı gösterdiği, ABD ve Batı’nın Ukrayna konusunda Rusya’ya gereken dersi veremediği, Gazze konusunda ise birlik olmaktan ziyade İsrail yanlısı ve karşıtı olarak bölündüğü dönemde, bunadığı ile ilgili ciddi emarelerin olduğu Biden sadece Demokrat Parti’nin değil, genel olarak ABD’nin kaçılmaz düşüşünün simgesi olmaktadır. Artık ABD’nin dünya politikasındaki hegemonyasının son bulacağına inananların sayısı artmaktadır. Mesele sadece bunun ne zaman resmileşeceği ve bu önemli tarihi kırılma anında ölen ejderhanın kimleri ezmiş, kimlere ise daha fazla fırsat vermiş olacağı ile ilgilidir. Ki bu husus Türkiye’nin DAHA ÇAĞDAŞ ve KAPSAMLI JEOPOLİTİK DOKTRİN ÜRETMESİNİ HAYATİ İHTİYACA dönüştürüyor. Umarız bu ihtiyaç en kısa zamanda karşılığını bulur.
ÇİN: PUSUDA BEKLEYEN ACIMASIZ EJDERHA

Yukarıdaki başlıklarda Çin’le ilgili bazı hususlara dokunduk. İlave olarak şunları vurgulamak isterim:

1) Çin’in yakın zaman için en büyük hedefi Tayvan’ı ilhak etmektir.

2) Doğu Türkistan’da Uygurlara yapılan soykırımın amacı Tayvan işgali öncesi Çin’in yumuşak karından kurtulmak, Çin’e karşı Uygurlar üzerinden jeopolitik baskı uygulanmasına imkan vermemektir. Manidardır ki, Trump iktidarının Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Biden'ın göreve gelmesinden bir gün önce (!!!), Çin'in, Sincan Uygur Özerk Bölgesinde "soykırım" ve "insanlığa karşı suç" işlediği sonucuna vardıklarını açıklamıştı. Ve Biden döneminde ABD Dışişleri Bakanlığı, Çin'in Uygur Türklerine soykırım yaptığına ilişkin Trump başkanlığındaki bir önceki yönetimin aldığı kararının gözden geçirildiğini duyurmuştu.

Pekin yönetimi Ukrayna ve Gazze’den sonra çatırdayan uluslararası hukuk ve düzende kendisi için önemli çıkarlar ve Tayvan’ı işgal etmek için uygun fırsat aramaktadır. Bu anlamda Ukrayna’daki NATO-Rusya çatışması ve İsrail’in Gazze’yi işgali Pekin için önemli fırsatlar sunuyor. Pekin’in sözde Rusya’ya karşı çıksa da arka planda askeri mühimmat ve maddi destek konusunda arka çıkması da çatışmaların daha uzun sürmesi isteğinin kanıtıdır. ABD ve Batı Çin’in bu isteklerinin farkındadırlar. Boşuna değil ki, 3 Temmuz 2022’de ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley, Çin'in Tayvan'a saldırma kabiliyetini açıkça geliştirdiğini söylemiş, kısa vadede bir saldırı ihtimali görmediklerini, durumu yakından izlediklerini eklemişti. Unutmayalım ki, Çin Tayvan'ın bağımsızlığını tanımıyor ve gerekirse silah zoruyla Çin'in bir parçası haline gelmesi gerektiğini savunuyor. ABD'yi Tayvan'ın bağımsızlığını desteklemekle itham eden Çin, böylesi bir girişime sert bir karşılık vereceklerini belirtiyor.

14 Haziran’da İtalya’da yapılan son G-7 zirvesinde Çin'in politikaları, özellikle de endüstriyel kapasitesi ve Rusya'ya verdiği destek ciddi bir tartışma konusu oldu. ABD kısa bir süre önce Rusya'ya yarı iletken sağladığı için Çinli firmalara yaptırım uyguladı ki, bu Çin'in Tayvan ve Filipinler ile deniz anlaşmazlıkları konusundaki tutumuna ilişkin endişeleri yansıtıyor. Sırası gelmişken şunu da vurgulamış olalım ki, İtalya Başbakanı Meloni, Ukrayna'ya sağlanacak 50 milyar dolarlık yeni kredinin Avrupa tarafından finanse edilmediğini, ABD, Kanada, İngiltere ve Japonya’nın katılmasının söz konusu olduğunu aktardı. Başbakan, hâlihazırda dondurulan Rus varlıklarının Avrupa’da olduğuna dikkati çekerek, Avrupa’nın buna garanti mekanizmasını belirleyerek destek verdiğini kaydetti.
Bu husus Çin ve Rusya’ya karşı cepheye Japonya’nın da aktif şekilde katıldığını, yani Uzak Doğu’da olayların daha gerilimli olacağını gösteriyor.

İRAN ve İSRAİL: BİRBİRİNE DÜŞMAN ŞİZOFREN REJİMLER ve TÜRK FAKTÖRÜ

Orta Doğu’da baş verenleri derinden anlamak için, ‘İran ve İsrail düşmandırlar’ gibi kalıplaşmış yalandan kurtulmak gerek. Çünkü söz konusu düşmanlık sadece rejimlerin daha etkin olmak gayretinden kaynaklanıyor. Tarihi süreçte ise Yahudiler ve Farslar çoğu zaman müttefik olmuştur. Mehdiçi-İran ve Mesihçi-İsrail gibi iki şizofren yaklaşıma sahip bu rejimler Ortadoğu pastasında daha fazla paya sahip olmak için çatışsalar da, bazı konularda şimdi bile mihriban “düşman”lık içindeler. Örneğin, İsrail’de Netanyahu rejimine karşı ciddi gösteriler varken 13 Nisan 2024'te İran, insansız hava araçları ve füzeler kullanarak İsrail'e saldırı düzenledi. Bu saldırı İsrail ve İsrail yanlısı bazı Arap devletleri tarafından kolayca bertaraf edildi. Netanyahu böylece iç politikadaki muhaliflerini susturmak için ciddi koz elde etmiş oldu. İran ve İsrail rejimleri bir anlamda birbirlerine muhtaçlar. Zira her iki rejim içteki muhalefet ve sorunları dış tehdit bahanesi ile susturmak ve ötelemek amacındadır. Bu anlamda her iki ülkede barış yanlısı parti ve liderler saf dışı bırakılmakta, bu amaçla karşı tarafın şahin açıklama ve girişimleri aktif şekilde kullanılmaktadır.

İsrail tarafı Netanyahu’nun şahsında JEOPOLİTİK KUMAR oynamaktadır. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına suskun destek veren Tel-Aviv yönetimi, bunu Gazze işgali için uygun bahane ve fırsata çevirmeye çalıştı. Fakat durum İsrail için pek de olumlu gelişmiyor. ABD’de Trump’ın muhtemel zaferi sonrası olası Trump-Putin işbirliğinin özellikle de Suriye ve Gazze konusunda İsrail için ciddi sıkıntı yaratacağı aşikardır. Odur ki, iktidara gelmeden önce büyük ve etkin bir gücü karşısına almak istemeyen Trump her ne kadar İsrail’i desteklediğini beyan etse de, Yahudi lobisi ve İsrail ABD’deki olası iktidar değişikliğine karşı çıkmaktadır. Ve birileri he ne kadar ciddiye almasa bile, Simpsonlar’ın Trump’ın öldürüleceği ile ilgili kehanetini yabana atmamak gerek diye düşünüyorum. Trump öldürülse de, iktidara da gelse, İsrail’in Ortadoğu’daki girişimleri ciddi engelle karşılanacak diye düşünüyorum. Bu ise İsrail’in kendi varlığı için Türkiye’ye olan ihtiyacını artırmış ve Türkiye için önemli fırsatlar sunmuş olacak.

İran'da da Türk faktörünün ön plana çıktığı gözlemlenmektedir. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında hayatını kaybetmesinin ardından 29 Haziran’da düzenlenen seçimde, reformcuların tek adayı Mesud Pezeşkiyan yarışı ilk sırada tamamlayarak Said Celili ile ikinci tura kaldı. İran İçişleri Bakanlığı Seçim Merkezi'ne göre, adaylardan hiçbiri yüzde 50'yi geçemeyince en çok oy alan reformist Pezeşkiyan ile muhafazakar Celili ikinci turda yarışacak. Pezeşkiyan'ın oyu yüzde 42,5 olurken Said Celili'nin oyu yüzde 38,6 olarak açıklandı. Diğer iki adaydan Muhammed Bakır Kalibaf yüzde 13,8 ile üçüncü, Mustafa Purmuhammedi ise yüzde 0,8 ile dördüncü sırada yer aldı. Seçime katılım ise tarihi bir düşüşle yüzde 40 civarında kaldı. 5 Temmuz'da yapılacak ikinci turda kazanan isim ülkenin 9. Cumhurbaşkanı olacak. Bu veriler ışığında şunları tespit etmiş oluruz:

1) Seçime katılımın düşük olması İran’da insanların seçim yolu ile değişime olan inançlarının ciddi anlamda kaybolduğuna işaret ediyor. Bu ise başta Güney Azerbaycan Türkleri ve Kirmanşah bölgesindeki Kürtler olmak kaydı ile toplumda ciddi protesto eğiliminin devam ettiğini gösteriyor.

2) Bu anlamda İran’ın Şii Fars rejimi Azerbaycan Türkü adayın varlığını, hatta seçim propagandasında Azerbaycan vurgulu şarkılar seslendirmesini sevmese de kabul etmek durumunda kalmıştır.

3) 44 Günlük Savaşta Hayastan’a (Ermenistan) destek veren İran rejimi bununla ülke dahilindeki Türkleri ciddi şekilde rahatsız etmiştir. Ve şimdi jeopolitik savaşların güçlendiği dönemde molla rejimi Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri şahsında İran ordusunda var olan Türk gücünden yararlanma hususunu toplumda da uygulamak isteğindedir. Bu hususun gerçekleşip gerçekleşmediği 5 Temmuz’daki ikinci turda Azerbaycan Türkü Mesud Pezeşkiyan’ın kazanıp kazanmayacağı ile belli olacak.


TÜRKİYE: TARİHİ KAYIPLAR veya TARİHİ KAZANIMLAR DÖNEMİ

Türkiye istese de istemese de tüm jeopolitik savaşların merkezinde olmasını gerektiren coğrafi konuma sahiptir. Batı-Doğu koridoru gibi nitelendirebileceğimiz bu konum önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin aktif ve son derece kapsamlı doktrine sahip olmasını gerektiriyor. Bu anlamda cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şanghay, Azerbaycan ve NATO görüşmeleri son derece önemlidir. Bu görüşmeler sonucunda birçok hususta önemli kararlar alınacağı aşikârdır. Zira Türkiye’nin içi boş ideolojik tartışmalar ve parti çekişmelerinde kaybedecek zamanı kalmamıştır. Birçok hususta ise maalesef hayli geç kalınmıştır. Son dönemlerde Türkiye’deki ve sınırdaki Suriyeliler ile ilgili gelişmeler parti çıkarcılığı yerine devlet mekanizmasının devreye girdiğine işaret ediyor.

Bu gergin dönemde Türkiye için şu tespitlerde bulunabiliriz:

1) Avrasya-Şanghay ve NATO-Batı arasındaki tarihi manevralar döneminde Erdoğan’ın Azerbaycan’a uğraması hem Türk devletlerinin arkasında olduğunu göstermekle gövde gösterisi yapmak hem de İsrail ve Rusya yanlısı politika güden İlham Aliyev üzerinden Netanyahu iktidarı ile ilgili bazı önemli hususları netleştirmek amacı gütmektedir.

2) Türkiye Ukrayna ve Suriye meselesinde uzun süre Rusya ile Batı arasında manevra yaparak jeopolitik kâr gütmüştür. Fakat yeni dönem net seçim yapmak zarureti doğuracağı ve manevra için fazla alan bırakmayacağı için Ankara yönetimi önemli seçimler yapmak zorunda kalacaktır. Erdoğan iktidarı bu seçimleri yapmadan önce son nabız yoklaması yapmış olacaktır.

3) Suriyelilerle ilgili son gelişmeler ve Erdoğan’ın Suriye lideri Beşer Esad’la görüşmeye yeşil ışık yakması Ankara’nın resmi Moskova ile işbirliği eğiliminde olduğunu gösteriyor.

4) Putin Erdoğan işbirliğinin artması Karabağ ve Suriye konusunda ciddi adımların atılacağına işaret etmektedir.

Açıkçası mevcut jeopolitik denklem ve Türkiye’nin iç sorunları da Moskova-Ankara işbirliğini en azından belli bir dönem için zaruri kılmaktadır. Çünkü:

1) Erdoğan'ın Astana görüşmelerinde Rusya ile anlaşıp Suriye sorunu + YPG-PYD konusunda kapsamlı mutabakata varması Türkiye'ye Suriye ve Irak cephelerindeki riskten kurtulmak ve tüm dikkatini Filistin, Karabağ ve Ukrayna cephelerine yoğunlaştırmak fırsatı verecek.

2) Kapsamlı mutabakat temelinde Türkiye Suriyelileri, her türlü ülkenin istihbarat elemanı ve ihanet çetelerini barındıran bu tehlikeli kitleyi KENDİ SINIRLARI DIŞINA ÇIKARARAK olası İÇ SAVAŞ SENARYOLARINDAN BÜYÜK ÖLÇÜDE KURTULMUŞ olacak.

3) Üçüncü Dünya Savaşı ihtimalinin gittikçe daha büyük coğrafyaya yayılarak şiddetini arttırdığı dönemde İLLA DA YAŞANACAK DIŞ ÇATIŞMALAR gerçeği varken, Türkiye toplumu aşırı zamlardan ve vergilerden bunalmış iken, Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmesi Türkiye'deki iç gerginliğin azalması, milli mutabakat ruhunun güçlenmesi için önemli fırsat doğuracak.

Fakat mesele sadece Türkiye’nin Rusya ile işbirliği ihtiyacında değil. Putin iktidarının da Türkiye ile müttefik olmaya ciddi ihtiyacı var. Bu müttefiklik Moskova yönetimine Ukrayna ve Suriye cephelerinde uğur kazanmak, Kafkaslardaki NATO etkisini sınırlamak vs için gereklidir. Ayrıca, Türkiye’nin Rusya ile işbirliğinin artması BOP projesi çerçevesinde Türkiye topraklarında gözü olan NATO “müttefiklerini” de önemli ölçüde dizginlemiş olacaktır. 

Şunu da vurgulamış olayım: Türkiye üzerindeki yüklerden ve toprak bütünlüğünü tehdit eden tehlikelerden kurtulduktan sonra Azerbaycan ve Türkistan’da (Merkezi Asya) daha etkin olmak için farklı, dinamik ve kapsamlı stratejiler geliştirmelidir. Başka türlü Rusya ile geçici ittifak dönemi bitince sadece Rusya değil, Batı ve Çin’in de artan baskısı ile karşı karşıya kalmış olacaktır. Bu konu ayrıca araştırma gerektirdiği için burada uzun uzadı dokunmuyorum.

Dünya ve Türkiye hızla çok daha acımasız bir döneme girmektedir. Bu dönem PARTİÇİLİK DÖNEMİ, İSTİFA SLOGANLARI İLE SOKAK ÇATIŞMALARI DÖNEMİ, YENİ ANAYASA TARTIŞMALARI İLE BÖLÜNME DÖNEMİ DEĞİL, DEVLET AKLI ve ÇIKARININ ÖN PLANA ÇIKMASI GEREKEN DÖNEM OLMALIDIR. Umut ediyorum ki Türkiye bunu başarmış olacaktır…