Uzun tatil bitti. Yeniden İstanbul ve sıcaklarla yüzleşme.

Küresel ısınma ve giderek yaklaşan iklim felaketi. Terden sırılsıklam kabustan uyanış.

Evet, bu melodramik girişin ardından yazılara tekrar dönme arzusu, ister istemez nereden başlasam sorusu ile beni karşı karşıya getiriyor.

Yazılarıma ara verdiğim sürece neler olmadı ki!.. Yazacak çok şey birikmiş, kesin… Ama en doğrusu sıcak gündemden, bana en sık sorulardan başlamak herhalde…
Evet, son NATO zirvesinde İsveç’in NATO üyeliği konusunda sayın Erdoğan’ın tavrının ve üslubunun yumuşadığına tanıklık ettik. TBMM açıldığında eğer aksi yönde bir gelişme olmazsa, alınacak bir kararla İsveç artık NATO ülkesi olacak ve Baltık denizi tamamen NATO koruması altına girecek, Rus tehditi kalkmış olacak.
Peki bu durum Türkiye Rusya ilişkilerini nasıl etkileyecek? Şimdilik tam olarak bilemiyoruz. Vatandaş olarak en büyük korkumuz kış aylarında doğal gaz fiyatlarının ne olacağı. Hani parasını ödemeyip borca yazdırdığımız Rus doğal gazını ödemek, yetmezmiş gibi yeni fiyatlarla karşı karşıya gelmek, açlıkla yoksulluk sınırları arasında gidip gelen biz Türk vatandaşlarının yeni kabus senaryosu olabilir.

Öte yandan yine aynı NATO Zirvesinde Erdoğan’ın  İsveç’in NATO üyeliği ile Türkiye’nin AB üyeliğinin önünün açılması arasında bir bağlantı kurma çabasına da tanıklık ettik.

Olası mı? Diğer ifadesi ile Türkiye 2000’li yılların başına dönüp, aynı heyecanla AB tam üyeliği doğrultusunda adımlar atmaya başlar, AB’de Türkiye’yi tekrar bağrına basabilir mi?

Doğrusunu isterseniz pek mümkün gözükmüyor.

Zaten NATO Genel Sekreterinin ve diğer AB yetkililerinin yaptığı ilk açıklamalar her iki kurumun farklılığına ve böyle bir bağın kurulamayacağına işaret etmek oldu. Esasen geçtiğimiz aylarda Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor’un hazırladığı taslak rapor, AB’nin Türkiye’ye tam üyelik dışında başka bir ilişki biçimine girmek istediğinin habercisi niteliğinde.

Yine geçtiğimiz hafta içinde Türkiye’yi konuşmak üzere bir araya gelen AB Dışişleri bakanları da benzeri bir eğilimi ortaya koydular. Bununla birlikte Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürmenin kendi yararlarına olduğunun da bilincinde olan Dışişleri bakanlarının ortak kanaati iki noktada ilişkilerin geliştirilebileceği şeklindeydi: gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisi.

Öncelikle hemen altını çizmek gerekirse Türkiye tam üyelik dışında bir ilişki biçimini kabul edebilir mi?

Bu soruyu bundan 20 yıl önce sorsaydınız, kesinlikle hayır cevabını verirdim. “Türkiye ile o günün AET’si, bugünün AB’si arasında bir ortaklık tesis eden Ankara Anlaşması siyasi sonucu tam üyelik olan bir anlaşmadır. Siyasi hedefi ortadan kaldırdığınızda bugüne kadar yapılan her türlü ortaklık tasarrufunun da içi boşalır. O yüzden de tam üyelik dışında her türlü öneri kategorik olarak red edilmelidir” derdim. 

Maalesef bugün bu kadar keskin konuşamıyorum.

Neden konuşamadığım ile ilgili düşüncelerimi ve gümrük birliğinin güncellenmesi ile vize serbestisi hakkında bazı görüşlerimi bir sonraki yazımda paylaşmak umuduyla…