Küresel ısınma ile ilgili çalışmalarda, ekecek toprak bulamayacağı için, nüfusu 3 milyarı geçmiş, Hindistan ve Çin’in açlıktan Rusya’ya saldıracağına dair projeksiyonlar var!

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Kurnaz, 2030 yılı için hesaplanan kötü senaryonun, ne yazık ki, 2024-2027’ye çekildiğini belirtiyor.

Yine de benim organik tarım tercihimin hikâyesi, bu küresel tespitten çok daha basit!

DİARESTİA NASIL DOĞDU?

Bir gün yediğim köfteden çıkan sert maddeyi laboratuvarında analiz ettirdiğimde, kulak kıkırdağı olduğunu öğrendim. Ben insanlara şifa dağıtan bir hekim olacaksam, önce kendime iyi bakmalıydım. Ve Niğde’de organik tarım işine girdim.

Ve “2012’de Diarestia” böyle doğdu!.. –diyabet ve restoran-

DİYABET OLMAMAK İSTİSNA OLACAK!

2030’da yapılan projeksiyonu 2015’te yakalamıştık. 100 milyon diyabet hastasından bugün, 500 milyon diyabet hastasına ulaştık. Bu rakam 2030 için öngörülüyordu. Ve bu gidişle, diyabet olmamak bir istisna olacak!

Niye mi?

RAFİNE GIDAYLA GELEN DİYABET HASTALIĞI

Evet, insanlar hareketsizleşti! Ama asıl temel mekanizma gıda endüstrisindeki değişimdir!

Gıda endüstrisindeki değişimin başında da mecburiyet var!

Çünkü 8 milyarlık küresel nüfusu besleyecek organik tarım havzası kalmadı.

Artık rafine gıdalarla besleniyoruz.

Örneğin tüm dünya şeker pancarı ve şeker kamışı fabrikalarını kapatıyor.

Özellikle ambalajlı gıda sanayinin ihtiyaç duyduğu tatlandırıcılar özellikle glikoz şurubundan (mısır ya da fruktozdan, nişasta bazlı şeker) elde ediliyor.

Ama böylesine yoğun nişasta bazlı, rafine yiyecekler bizlerin metabolizmasına uygun değil.

Karaciğerimize hiç uygun değil. Çünkü bunların kana karışması çok hızlı. Bu da bizi şeker/ diyabet hastası ve obez yapıyor. Karaciğerimizi yağlandırıyor.

ORGANİK TARIMA YETECEK SU KALMADI

Yine bir taraftan bu gıdalara mecburuz. Çünkü küresel nüfusa yetecek tarım için gerekli yeraltı su havzası da kalmadı. Söz gelimi pancar, çok meşakkatli bir tarım ürünü, çünkü çok fazla su istiyor. Glikoz şurubunu ise laboratuvarda elde edebiliyorsunuz.

Şimdi bir yandan nişasta bazlı şekeri istemiyor, ama öte yandan mecburuz. Bunu son birkaç yıldır hastanemizde yediğimiz yemeklerde görmeye başladık.

UNLU GIDA BAĞIRSAKLARIMIZI KÖRELTİYOR!

Tanıdık bir his mi?

Yemeği yedikten sonra, herkesin uykusu geliyor. Çünkü kıvam tutturmak amacı ile pek çok yemekte un kullanılıyor.

Bağırsaklarımızda geçiş etkisi çok yoğun olan bir gıdadır, un!

Başka bir ifade ile içinde un olan bir gıdanın sindirimi, bağırsaklarınızın üçte birlik ya da yüzde 40’lık bir kesimine geldiğinde bitiyor. İnce bağırsağımızın başlangıç kısmı canlı kalırken, bu gıda bağırsağın ikinci yarısına ihtiyaç duymuyor. Ve son kısım kör kalıyor. Hâlbuki bize tokluk veren, ince bağırsağımızın son kısmıdır.

Yani gıdanın sindiriminin, ince bağırsağını son kısmına dek devam etmesi gerekiyor. Ama modern çağ gıdaları ile bu mümkün değil.

Konuya uluslararası ticaret açısından baktığınızda ise modern çağ gıdaları ticari manada faydalı. Çünkü Türkiye’de ya da Ortadoğu’da üretilen domatesi Kanada’ya gönderebiliyorsunuz. Bir, hatta 1,5 aylık sürede konteynırlarda gidiyor ve bozulmuyor. Hâlbuki organik gıda böyle değil. İkinci gün kendini salıyor.

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDAYA ADAPTE OLAMADIK!

Başka bir konu da rafine, yani genetiği değiştirilmiş ürünlerin ya tohumu yok varsa da ürün alamıyorsunuz. Yani üretecekseniz, meyvesini de, tohumunu da almak zorundasınız.

Ne var ki, gıdadaki bu değişim, insanın adapte olabileceği bir sürenin çok altında bir sürede, 20- 25 yılda gerçekleşti.

Sonuç olarak bu süreye bizim ince bağırsağımız adapte olamadı.

Karaciğer hastalıkları bu kadar patladı, obezite ve diyabet patladı.

TİCARİ ÜRÜNDEKİ İKİ KİMYASAL!

Organik olmayan tarımda iki ürünü kullanmak zorundasınız. Bunlardan biri pestisit, yani böcek ilacı, bir diğeri ise gübre. Bu gübre de kimyasaldır. Yani, azot, fosfor ve potasyumu belli oranlarda içeren, sentetik bir molekül. Belki de neden organik tarıma dönmeliyiz sorusunun, temel felsefesi burada yatıyor!

SENTETİK GÜBRE TOPRAĞI ZAYIFLATIYOR

Siz sentetik gübre kullandığınızda bu toprağı zayıflatıyor. Oysa toprağı güçlendirmeliyiz. O bitkilerin büyümesi, bundan 20-30 yıl önce toprağın içindeki bir mikrobiyal bir döngüye bağlıydı.

Bakteriler ve mantarlar arasında simbiyotik (dostane) bir ilişki vardı. Mantar ve bakterilerin yıkım ürünleri, toprağın içinde organik ürüne dönüşüyordu. Solucanların açtığı kanallarla da oksijen köklere iniyordu. Yağış ve güçlü bir toprak yapısı o bitkileri doğal ve lezzetli kılıyordu.

Biz, sentetik gübreyle birlikte şöyle bir şeyle tanıştık: Toprak erozyonu ve seller.

Çünkü toprağın üst tabakası ölü!

O yüzden yağışı kendi bünyesinde tutup, muhafaza edemiyor!

Bu denli ağaçlandırmaya karşın artan erozyonun nedeni kullandığımız kimyasallarla, toprağın üst tabakasını öldürmemizdir!

Bu yapı da günümüzün artan sellerini tetikledi.

İşte tüm bu döngü, organik tarıma dönmemizi getirdi!

HER ŞEY KÖFTEDEKİ KIKIRDAĞA İSYANLA BAŞLADI

Bir gün yemek yerken köftenin içinde beyaz bir parça çıktı. Laboratuvarda analiz ettirdim ki, kulak kıkırdağıymış. Araştırdığımda, üçüncü sınıf kıyma olduğunu ve içerisinde, kulak, meme ve derinin bir kısmının kullanıldığını öğrendim.

Bu bardağı taşıran damlaydı. İnsanlara şifa dağıtırken, kendi sağlığımdan olmayayım, dedim. Sağlıklı beslenebilmemin tek yolu ise kendi ata toprağımda yetiştireceğim organik tarımdı. 

Annemin Niğde’deki akrabalarını arayarak, kendi topraklarımıza, çevresindeki tarlaları da katarak yaklaşık 500 dönümde, organik tarıma başladık.

Özellikle yonca, arpa ve çavdarı hayvanlarımıza yem olarak üretirken, mısır ve şeker sorgumundan silaj denilen kışlık bir yiyecek hazırlıyoruz.

Arpa, yulaf ve yonca kaba yemimizi oluşturuyor.

Önümüzdeki dönemde yapay meralar yapmayı planlıyoruz. Bin metrekarenin üzerinde bir sera alanımızı, 1.500 metrekareye çıkardık.

70’e yakın besi hayvanımız var. Süt, henüz yok. Çünkü dişilerimizin neredeyse tamamı gebe. Kışın buzağılarımıza kavuşacağız.

ORGANİK TARIMA ULAŞMAK MÜMKÜN

E-ticaret hedefimiz var. Gıda ürünlerinin ihracatıyla ilgili ciddi kısıtlamalar var. Özellikle AB ve ABD’ye ciddi gıda kısıtı söz konusu. Yine de Ortadoğu ve Asya’ya ihracat yapmamızı engelleyecek bir kısıt yok. Zaten, Avrupa ülkelerinde et ve ürünleri bizden daha ucuz. E-ticaret sitemiz, dili İngilizce olan herkese hitap edecek. Buna ilaveten catering hizmetine başladık. 900 metrekarelik Kâğıthane merkezli mutfağımızda, yaklaşık 500 kişiye catering hizmetini ulaştırırken, üst katında da organik ürünlerimizi sergiliyoruz.

Amacımız bir yandan insanların sağlıklı ve doğal gıdalara ulaşımını sağlarken, diğer yandan aslında organik tarımın hiç de zor olmadığını topluma gösterebilmek.