ERCAN KÜÇÜK - HABER MERKEZİ

Yeni yasama dönemi normalleşme tartışmaları altında başladı. CHP ve MHP Genel Başkanlarının karşılıklı diyalogları ve CHP’nin Cumhurbaşkanını ayakta karşılaması ve yeni çözüm süreci iddiaları gündem oldu. CHP Grup Yönetim Kurulu Üyesi ve Gaziantep Milletvekili Hasan Öztürkmen, gündeme ilişkin Samimi Haber’e özel açıklamalarda bulundu.

“İsrail batının şımarık çocuğu”

TBMM’de yapılan İsrail konulu kapalı oturumdan önce bir araya geldiğimiz Hasan Öztürkmen, İsrail’in batının şımarık çocuğu olduğunu, Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) merkezinde Büyük İsrail Projesi (BİP) olduğunu vurguladı. Türkiye’nin NATO ülkesi olduğunu hatırlatan Öztürkmen İsrail’in Türkiye’ye saldıramayacağını belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail konusunu bir iç siyaset malzemesi yaptığını vurgulayan Öztürkmen şunları söyledi:

“İsrail batının şımarık çocuğu. Sanki kendisine Hitler'in yaptığı zulmün işkencenin intikamını alıyor gibi bir tavır içerisinde olduğunu düşünüyorum. Ve BOP’un aslında merkezindeki ülke İsrail. BİP var aslında. O nedenle de Amerika'nın ve Batı'nın gözünün önünde bu insanlık dışı kıyımına devam ediyor. Kimse de kendisine dur demiyor. Onu lanetliyoruz onu kınıyoruz. Ancak ben İsrail'in bir NATO ülkesi olan Türkiye'ye saldıracak kadar aklının başından gittiğini düşünmüyorum. Lübnan'dan sonra Suriye var. Bu bölgelere aşıp da Türkiye'ye saldırmak gibi bir çılgınlığın içerisinde olacağını zannetmiyorum. Ayrıca dediğim gibi Türkiye bir NATO ülkesi. NATO ülkesi olmayan bir ülkenin NATO ülkesi olan bir ülkeye saldırması halinde NATO güçlerinin onu savunması gerekiyor. Üstelik bizim ordumuz NATO'nun ikinci büyük ordusu. Bu nedenle de ben bunun sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir iç politika malzemesi olarak kullanılan argüman olduğunu değerlendiriyorum. İç politika da vatandaşa söyleyeceği bir şeyi kalmadı. 22 sene sonra hâlâ yapacağız göreceğiz gibi boş vaatlerde bulunarak vatandaşa sabır telkin ediyor. Vatandaş bu boş vaatlerin arkasının gelmediğini, hepsinin boş olduğunu görüyor. Anketler de bunu gösteriyor. O nedenle de bir İsrail öcüsü, bir dış tehlike varmış gibi göstererek vatandaşları yanında tekrar birleşmeye çağırıyor. O niyetle bunları yapıyor. Bugünkü kapalı durumda ben öyle ciddi bir tehlikenin varlığının anlatılacağını düşünmüyorum. Daha önceki kapalı oturumlarda gördük. Gerek sosyal medyada gerek yazılı veya görsel medyada yazılanlardan farklı bir şeyler anlatılmadı bize kapalı oturanlarda. Bugün de öyle olacak. Çünkü gerçekte öyle bir tehlike yok ancak varmış gibi göstermeye çalışıyorlar.”

“Yeni anayasa, anayasayı ilga etmektir”

İktidarın yeni dönemdeki en büyük hedefi yeni anayasayı hazırlayıp geçirmek olacak. Aynı zamanda bir hukukçu olan Hasan Öztürkmen, bu tartışmalarla ilgili soruya verdiği cevapta Meclis’in yeni anayasa yapma yetkisi olmadığını belirtti. Öztürkmen şunları söyledi:

“Ben bir hukukçu olarak bu meclisin anayasa yapma yetkisi olmadığını düşünüyorum. Anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir. Bugün mecliste temsil edilmeyen bir takım toplum kesimleri var. Ayrıca biz vatandaştan oy isterken mevcut anayasa çerçevesinde, mevcut anayasa yetkilerine dayanarak ülkeyi yöneteceğimize dair yetki talep ettik. Vatandaş da bize bu anayasa çerçevesinde bu anayasadaki yetkilerle ülkeyi yönetme konusunda vekalet verdi. Vatandaşın vekâleti yeni bir anayasa yapma vekâleti değil. Bu vekalet bir anlamda vatandaşın bir avukata verdiği vekillik sözleşmesi anlaşması gibidir. O sınırları aşamayız. Vatandaşın bize örneğin boşanma için vermiş olduğu vekaletname ile gayrimenkulunu satamayız. Bu seçimde de vatandaş bize buna göre bu anayasa çerçevesinde memleketi idare etmek için yetki verdi. İkincisi bu anayasaya uyacağımıza dair biz mecliste yemin ettik. O zaman 600 milletvekili bu yeminini çiğnemiş olması gerekiyor. Ya da bir başka deyişle aslında belki de bir anlamda hukuksal değerlendirmeyle suçtur da. Biz bu anayasaya anayasaya uyacağına yemin ettik. Bu anayasaya uyumuyorsak onu yok sayıyorsak bu anayasayı yok saymaktır ilga etmektir ve suçtur bizim yürürlükteki yasalarımıza göre. Bir başka teknik yönü olarak iktidarın anayasayı değiştirecek yeterli çoğunluğu yoktur. Çünkü iktidarın bir taraftan hayali ve HüdaPar’a söylettiği anayasanın dördüncü maddesinin kaldırılması, böylece ilk 3 maddesinin de kaldırılmasının yol açılması gibi hayallerine destek olacak yeterli çoğunluk yok mecliste. Yapamazlar bunu. Bu nedenle bunları ben bir gündem değiştirme diye değerlendiriyorum. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu durum malum. Yani neredeyse fiilen savaşta olan bir ülkeden çok daha kötü yönetiliyoruz. Ya da yönetilemiyoruz işin doğrusu.

Toplumda AKP yandaşı ya da AKP tarafından kaydırılan belki % 5’lik 10’luk bir kesimin dışında toplumda huzur içinde olan mutlu olan bir kesim yok. Her gün sokaklarda kadınlar öldürülüyor, çocuklar tacize uğruyor, emniyet güçleri kaçakçılığa kara para aklayıcılarıyla iş birliğine yönelmiş. Suçlularla işbirliği içinde olan bir takım güvenlik görevlileri, savcılar, hakimler ortaya çıkıyor. Yargı bitmiş. Sınır güvenliğimiz yok. Ben Gaziantep milletvekiliyim. Gaziantep'te mübalağasız ve istisnasız 3 kişiden bir tanesi yabancı. İstanbul'un göbeğinde Çatalca'da Silivri'de IŞİD’çiler eğitim kampları kurmuş, silah eğitimleri vermişler. Ülkede yolunda giden hiçbir şey yok. Açlık sefalet diz boyu. Emekliler bırakın artık başka ülkelere gitmeyi sokağa çıkamıyorlar parka çıkamıyorlar. Bu nedenle de ülkedeki bu mağduriyeti yoksulluğu perişanlığı göz önünden kaçırmak için bir perde çekmek istiyorlar. Bu da öyle bir tartışma konusu öyle perdeleme çalışması.”

“Erdoğan, Bayraktar’ı siyasete sokmaya çalışıyor”

Öztürkmen, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeniden aday olabilir mi?” Sorusuna ise şu sözlerle cevap verdi:

“Bence Recep Tayyip Erdoğan yeniden aday olabilmek ve iktidarını sürdürmek için gerekiyorsa gerçek anlamda Türkiye'yi savaşa bile sokar. Yani hukuksal tartışma yönü ayrı, olabilir olamaz konusu ayrı. Olamayacağı yasal olarak ya da anayasal olarak kesin aslında. Elinden gelse ölünceye kadar bırakmaz. Bu amaçla gerekiyorsa Türkiye'yi gerçek anlamda savaşa bile sokar. Zira bugün Dışişleri Bakanı olan Sayın Hakan Fidan, ‘gerekiyorsa iki tane adam gönderirim, dört tane bilmem ne attırırım’ savaşa sokarım mantığında olan bir adam. Bu mantıkta olan bir kadro. Bu soygunun, vurgunun, hukuksuzluğun, keyfi yönetimin devam etmesi ve kendilerinden bunların hesabının sorulmaması için ellerinden gelirse ülkeyi savaşa bile sokarlar. Recep Tayyip hatta elinden gelse kendisinden sonra veliahtını da belirlemek niyetinde. Şimdiden siyasete sokmaya çalışıyor Sayın Bayraktar’ı.”

Erdoğan’ın hedefinde İmamoğlu var

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hakkında siyasi yasak istemiyle yargılandığı dava yine ertelendi. Öztürkmen, “Ekrem İmamoğlu’na bir siyasi yasak bekliyor musunuz?” Verdiği cevapta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüklendi:

“Erdoğan’da hukuksal ya da yasal bir mantık bile yok. İktidarının sürdürülmesi için her şeyi yapar. Kendisine rakip gördüğü, bugünkü anketlerde en önde rakip görünen Sayın İmamoğlu'nu saf dışı bırakmak için her türlü ayak oyununu, her türlü kumpası yapar ve siyasi yasak getirmek ister. Zaten yerel mahkemede bunu bilerek, isteyerek, mahkeme heyetini değiştirerek bunu sağladı. Mahkemeyi değiştirerek bunu sağladı. Bunu da devam ettirmeye çalışacaktır İstinaf mahkemesinde. Ama Yargıtay ne yapar? Ya da Yargıtay'da bozulacağını görürse o daire heyetini de değiştirebilir, Yargıtay'ı kapatabilir ya da en azından karar verilmesini seçimden sonraya bıraktıracak kadar dosyanın incelenmesini geri bıraktırabilir. Uzattırabilir. Her şeyi yapar.”

Cumhurbaşkanlığı adaylığında İmamoğlu-Yavaş rekabeti

CHP’de Cumhurbaşkanlığı adaylığı için önde gelen iki isim İstanbul'da Ekrem İmamoğlu, Ankara’da Mansur Yavaş. Anketlerde önde gelen bu isimler arasında Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda zaman zaman rekabet haberleri kamuoyuna da yansıyor. Öztürkmen bu haberlerin doğru olmadığını vurguladı. İki büyükşehir belediye başkanının %60’lara varan oylarla seçildiğine dikkat çeken Öztürkmen şunları söyledi:

“Bu konu biraz da Sayın İmamoğlu'na siyasi yasak getirilip getirmeyeceği ile ilintili. Biz bunu yıkıcı bir rekabet olarak ya da birbirini engelleyici rekabet olarak değerlendirmiyoruz. Her ikisi de toplumdaki beğeni düzeylerini en yükseğe çıkarmaya çalışan değerli belediye başkanlarımız. Her ikisi de toplum tarafından zaten yüzde 60'a yakın oyla seçilmiş belediye başkanlarımız. Yapılan anketlerde beğeni oranları en yüksek, Recep Tayyip in önünde çıkan belediye başkanlarımız. Birbirlerine rakip olarak değil, hizmet yarışı olarak değerlendirmek gerekiyor bunları. Yoksa ne Ekrem Bey ‘ben Yavaş'ın önüne geçeyim’ diye çabalıyor ya da Yavaş'a bir çelme takayım diye düşünüyor. Ne de Sayın Yavaş, ‘Ekrem İmamoğlu'nun önüne geçeyim, ona bir çelme takayım, onu engelleyeyim’ diye düşünüyor. Öyle bir şey yok. Her ikisi de toplumdaki beğeni düzeylerini artırmaya, hizmet yarışına çalışıyorlar.”

"Erdoğan’ın anladığı normalleşme ile bizimki arasında fark var”

CHP’nin yerel seçimlerde birinci parti çıkmasına rağmen Aksoy araştırma şirketinin hazırladığı raporda CHP'nin oyunda bir düşme görülüyor. Metropol anketinde de Türkiye'de muhalefet boşluğu var diyenler %72 çıktı. Anketleri değerlendiren Öztürkmen, medyanın %90 oranında iktidarın elinde olduğunu, bunun da vatandaşları etkilediğini belirtti. CHP’nin gündemi yakından takip ettiğini ve sorunlara çözümler ürettiğini vurgulayan Öztürkmen, partinin de vatandaşlara ulaşma konusunda eksikleri olabileceğini belirtti. Normalleşme tartışmalarına da değinen Öztürkmen, “Demek ki bu normalleşme sürecini toplum pek kabullenmedi, toplumda karşılık bulmadı” dedi. Öztürkmen şunları söyledi:

“Ülkemizde gündem o kadar çok sık değişiyor ki. Belki bir çağdaş Avrupa ülkesinde, kalkınmış ülkelerde senede bir yaşanacak gündem bizde haftada bir yaşanıyor, haftada bir yaşanıyor. O nedenle de vatandaşlarımız gündemi de takip etmekte veya partimizin gündem konusundaki tavrını takip etmekte biraz geç kalıyor. Ya da yavaş kalıyor ya da tam takip edemiyor. O nedenle de vatandaşımız sanki CHP bazı konularda siyaset üretemiyor, politika üretemiyor gibi değerlendiriyor. Oysa partimiz gündemi çok sıkı takip ediyor. Gündem içinde de çözümlerini de üretiyor. Ama bu halka yeteri kadar anlatılamıyor. Çünkü malumunuz medyanın %90'ı maalesef bu iktidarın elinde. Yarışma programlarıyla, yemek programlarıyla, şarkı türkü gibi şeylerle. O nedenden dolayı vatandaşımız bu muhalif kanalları yakından takip edemiyor. Ondan kaynaklanıyor olduğunu düşünüyor.

Bizim de eksiğimiz vardır muhtemelen. Toplumun beklediği sertlikte beklediği ataklıkta belki bir siyaset yapmıyoruz. Çünkü Sayın Genel Başkanımız bir normalleşme süreci başlattı. Demek ki bu normalleşme sürecini toplum pek kabullenmedi, toplumda karşılık bulmadı. Bence de Sayın Genel Başkanımızın çok iyi niyetlerle başlattığı bu normalleşme süreci iktidar tarafından doğru algılanmadı gibime geliyor. Erdoğan'a göre normalleşme, onun her dediğini kabul etme, onun yanında durmak. Aynı Sayın Devlet Bahçeli gibi. Dolayısıyla Recep Tayyip Bey'in normalleşmeden anladığı ile bizim normalleşmeden anladığımız arasında fark var. Biz biraz daha yasalara uyulsun, anayasaya uyulsun. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulsun. Toplumdaki mağduriyetler, az önce sözünü ettiğimiz açlık, perişanlık, mağduriyet, iş dünyasının sıkıntıları, çalışan kesimin sıkıntıları, atanamayan öğretmenlerin sıkıntıları, mülakat mağduriyetleri gibi konularda toplumun beklentileri karşılık bulsun gibi bir beklenti içerisinde normalleşmeyi gündeme getirirken, Sayın Erdoğan bu normalleşmeden onun yanında durma, ona destek olma, onun dediğini yapma şeklinde anladı. Bu nedenle de kamuoyunda bizim bu normalleşmemiz herhalde yanlış değerlendirildi diye düşünüyorum.”

TRT’nin bütün yayınları…

“Açık net konuşmamız gerekiyor. Madem ülkenin gerçeği bu, onu konuşacağız. Saklamakla bir yere varamayız. Bir AKP'li yetkili zamanında söylemişti: ‘Biz tahsilsiz kesimlerden oy alıyoruz’. Toplum oraya getirilmek isteniyor. O nedenle de o kanallar bu halkın istediklerini veriyorlar. TRT'nin bütün yayınları ama bütün yayınları Osmanlı özentisine veya dini değerlere yönelik yayınlar. Muhalif kanallar, topluma toplumun gerçeğini anlatıyor. Toplum bir hayal dünyasında yaşamayı seviyor. Topluma yapamadığı, ömründe görmediği, yemediği yemekler, yemek programları anlatılıyor. Özenip de ulaşamadıkları birtakım sosyal yaşama ilişkin diziler gibi şeylerle toplum uyutuluyor. Dolayısıyla kanallarda, kahvede otururken siyasetin gerçeğini dinlemektense, oradaki şarkıyı türkü dinlemek veya işte kendisinin dünyasıyla ilgisi olmayan Japonya'daki fırtınayı, Kuala Lumpur daki trafik kazasını izlemek hoşuna gidiyor. Ondan kaynaklı olduğu için. Biz kahvelere giriyoruz. Ben iki ay bu tatil süresince memleketimde idim. Köylere gittim. Kahvehanelere gittim. Taksi duraklarına gittim. Yolda geçerken herhangi bir esnafın yanına uğradım. Vatandaşın içindeyiz. Ben Gaziantep'deki diğer vekil arkadaşlarım da pazar yerlerine gidiyoruz.”

“Toplum cinnet geçiriyor”

Son dönemde medyada en çok yer alan, kamuoyunda en çok konuşulan konular cinayet, istismar ve vahşet ağırlıklı konular oldu. 6 yaşındaki Narin cinayeti, 2 yaşındaki bebeğe istismar, İstanbul Fatih'te yaşanan vahşi cinayet. Toplumda bir psikopatlaşma görülüyor. Toplumdaki vahşeti değerlendiren Öztürkmen, “Toplum cinnet geçiriyor” dedi. İşsizliğe, ekonomik sorunlara ve televizyonlardaki şiddet özendiricisi yapımlara dikkat çeken Öztürkmen şunları söyledi:

“Toplum cinnet geçiriyor, Cinnet halinde toplum. Çünkü birincisi ülkede iki buçuk milyonu üniversite mezunu olmak üzere neredeyse yaklaşık 10 milyondan fazla işsizimiz var. Diğer taraftan bugün üniversitede okuyan ya da lisede okuyan bu da belki yaklaşık 10 milyona yakın gencimiz de gelecek kaygısında. Bu gelecek kaygısı içerisinde ne yapacağını şaşırmış. Çünkü ideolojik beslenme de yok. ‘Şöyle yaparsan oruç bozulur, Peygamber Efendimiz, şöyle yapmıştı’ gibi toplumda karşılığı olmayan uyduruk uyduruk dini şeyler de toplumu dinden uzaklaştırıyor. Yaklaşık 20 milyon nüfus gelecek kaygısında. Televizyon kanallarında gençleri özendirecek lüks yaşamlar. Diğer taraftan hemen her dizide kabadayılar, yasadışı organizasyonlar, silahlanmalar, silah sıkmalar, adam öldürmeler. Gençlerimizi çaresizlik içerisinde yasadışı yollara teşvik eder hale geldi. Bunun yanı sıra bir de 10 milyondan fazla nereden geldiği, kim olduğu bilinmeyen sığınmacılar var. Hastanelerde öncelikli, parasız. Bizim gencimiz gidemiyor. Çünkü genel sağlık sigortası ücretini ödememiş ve primini ödeyememiş. Ama Suriyeliler veya sığınmacılar ücretsiz muayene, öncelikli muayene, ücretsiz ilaç. Bir de devlet tarafından besleniyorlar. Onlardaki bu rahatlığı görüyorlar. Kendilerinin çaresizliğini görüyorlar. Yeterli eğitim ve ideolojik donanım da olmayınca bunalıma giriyor. Bunalıma girince de işte böyle öldürme, kaçırma, yasadışı yollara intihar gibi.

“Sorun sadece polisiye önlemlerle çözülemez”

Hele hele bizim şehrimiz Gaziantep'te her Allah'ın günü, her gün bir intihar var. Her gün bir iki esnaf. Çünkü borcunu ödeyemiyor kazanamıyor, kullandığı krediyi ödeyemiyor, intihar ediyor. Esnaf, vatandaş her yerde işsiz. Gelecek kaygısı var. Ne yapacağını bilemiyor. Gözünün gördüğü televizyonlarda gençler kendisine benzer gençler lüks arabalarla, güzel kızlarla gezerken kendisi karnını bile doyuramıyor. Bunalıma giriyor çocuk intihar ediyor veya birilerini öldürüyor. Maalesef bu iktidarın toplumu getirdiği nokta bu. Bu polisiye önlemlerle çözülmez. Topluma bir kalkınma, bir refah, herkesin işinin olduğu, herkesin aşının olduğu, herkesin karnının doyduğu bir toplum düzeni yaratılmadıkça bu polisiye önlemlerle düzelmez. Televizyon kanallarında tartışılıyor. Polis tutuyor da mahkeme bırakıyor. Mahkemeler ne yapsın? Yasalarımıza göre birine basit bir vurma, darp etme filan cezası yok, cezası yok. Yani altı aydır, bir senedir onun da yatıyor. Mecbur bırakıyorlar. Ya da çok ölüme varmayan çok ağır yaralamalar olmadıkça tokat atma veya baldırına, bacağına, hayati olmayan yerlerine saldırma yatarı yok cezası yok. Ne yapsın yani mahkeme ne yapsın? Yasa böyle. Yasa var da mahkeme uygulamadı mı? Dolayısıyla topluma bir huzur gelmedikçe, toplumda gelecek kaygısı olmayıp da gençlerimiz yurt dışına gitmekte çare aramadıkça, ben Türkiye'nin herhangi bir kurumunda yaptığım tahsile, bilgime, becerime uygun bir iş bulur, karnımı doyururum, evlenirim, bilmem gibi sosyal refaha dair bir beklentisi olmadıkça bunlar polisiye önlemlerle önlenecek şeyler değildir.”

“O oturuma ben de katılmadım”

Cumhuriyet Halk Partisi meclisin açılış oturumunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ayakta karşılama kararı aldı. Ancak karar parti içinde tepkilere neden oldu. Bak vekiller oturuma katılmadı, bazılarıysa ayağa kalkmadı. Öztürkmen o gün yaşananları Samimi Haber’e şu sözlerle anlattı:

TBMM sahaya iniyor TBMM sahaya iniyor

“Kriz demeyelim de iletişim noksanlığı diyelim. Normalde bu meclisin açılacağı günden önce bir kapalı grup toplantısı olsaydı, kapalı grup toplantısında Sayın Cumhurbaşkanı meclise geldiğinde nasıl davranılacağı konusunda bir görüşme yapılıp da herhangi bir konuda mutabık kalınsaydı, CHP'nin bütün vekilleri ona uyardı. İçeri girip girmemek, girip ayağa kalkmamak ya da alkışlanmak gibi. öyle bir organizasyon olmadı. Bir anda kendiliğinden gelişen bir şey oldu. Bir baktık ki WhatsApp grubunda bir grup başkanvekilimiz ‘Cumhurbaşkanı içeri girdiğinde ayağa kalkılacaktır’ gibi bir paylaşım yaptı ve bundan hemen hemen hiçbirimizin haberi yoktu. Bu sadece genel kurulun başlamasından yaklaşık yarım saat önce geldi. Kendiliğinden gelişen 'sen girecek misin, gireceğim, girmeyeceğim’ gibi kendi aramızda yaptığımız konuşmalarla birtakım arkadaşlarımızın bunun uygun olmadığını düşündüğünü gördüm. Ben de öyle düşünüyordum. Hatta burada bir misafirim vardı benim. Saat 12-1 gibi. Ona ben içeri girmeyeceğimi ya da girsem de ayağa kalkmayacağımı söylemiştim. Kendiliğinden gelişen bir iletişim kazası oldu diyelim. Ben girmedim.”

“Halkı kandırmak için söyledim tavrı doğru değil”

Devlet Bahçeli’nin gazetecileri ve Cumhuriyet Halk Partisi'ni tehdit ettiği konuşma sonrasında CHP Lideri Özgür Özel ile diyaloğu da günlerdir tartışılıyor. Öztürkmen bu konuyu şu sözlerle değerlendirdi:

“Sayın Bahçeli tabii deneyimli bir siyasetçi. Onun deneyimine söz söylemek haddim değil. Ancak halk bazen bize mahalleye, sokağa gittiğimizde diyorlar ki ‘Ya siz mecliste diğer siyasi partili vekillerle, AKP'lilerle de görüşüyor musunuz?’ Ben diyorum ‘tabii görüşüyoruz, mesai arkadaşıyız. Bazı konularda değişik düşünebiliriz ama çıktıktan sonra aynı ortamda yemek yiyoruz veya başka türlü konularda hal hatır soruyor, birbirimize düşman değiliz. Değişik düşünmek düşmanlık gerektirmez’ diyorum. Ama bu gibi tavırlar halka, siyasete ve siyasetçiye güveni zedeliyor, güveni azaltıyor. Önce bağırıyorsunuz, çağırıyorsunuz, hakaret ediyorsunuz, en ağır şeyleri söylüyorsunuz. Sonra da kameralar önünde ‘ya kusura bakma da ben yani halkı kandırmak için söyledim. Halkı, halkı, seçmeni, vatandaşı kandırmak için söyledim. Onların gönlü hoş olsun diye söyledim. Gerçek niyetim bu değil.’ Demek gibi bir tavırdır ki bu. Seçmende siyasetçiye ve siyasete olan güveni zedeleyen bir tavır.

Ya söylediğinizin içindeki gerçek düşüncenizi söyleyeceksiniz. Tavrınız neyse. Doğrudur, yanlıştır ama niyetiniz neyse onu söyleyeceksiniz. Sonradan da 'ya işte ben siyaseten söyledim, bazen söylememiz gerekiyor, halkı kandırmamız gerekiyor’ gibi biir tavır, doğru bir tavır değil, yanlış bir tavır. Düşmancılık ayrı ama ‘benim gerçek niyetim o değildi. Halkı kandırmak için söyledim’ dermiş gibi bir tavır da doğru bir tavır değil bence.”

“Asıl niyetleri yeni çözüm süreci”

Devlet Bahçeli’nin Dem Parti sıralarını ziyaret edip Dem Partililerle tokalaşması yeni çözüm süreci mesajı olarak algılandı. Daha önceki açıklamalarda Dem Parti’nin kapatılmasının istendiğini hatırlatan Öztürkmen, Dem Parti’ye de uyarılarda bulundu:

“Aslında niyetleri o, yeni çözüm süreci. Eğer Dem Parti’yi ikna edebilirlerse niyetleri o. Ama öbür taraftan bundan bir ay kadar, iki ay kadar, üç ay kadar önce ‘bu parti kapatılmalıdır’ diye bas bas bağıran, ‘burada oturanlar dağın temsilcileridir’ diye bas bas bağıranlardan eğer samimi bir tavır bekliyorsa Dem Parti bence yanılır. 22 sene boyunca görüldü ki, Kürt siyasetçileri ve Kürt siyasetini iktidarlarının devamı için, iktidarlarının sağlamlaştırılması için hep kullanmışlardır. Bu kadar Kürt siyasetçi tutsak iken bu kadar belediye başkanları görevden alınmış, yerine kayyum atanmışken, bunların Kürt siyasetçilere iyi niyetle, dürüst niyetle, onlarla ve onların beklentilerini karşılayacak siyasetleri hayata geçireceklerini ben inanmıyorum.”

“İftira, iftirayı atanların ayağına dolanır”

Geçtiğimiz hafta bir gazetecinin Şehzadeler Belediye Başkanını hedef alan yazısı kamuoyunda çokça tepki çekti. Nagehan Alçı da geçtiğimiz günlerdeki bir yazısında ‘Kemal Bey'in etrafındaki bazı kişilerden duymuştum ben bu iddiayı geçen hafta’ dedi. Öztürkmen haberlere sert tepki gösterdi:

“Bence bu çirkin iftiralar aslında iftirayı atanların ayağına dolanır. Kimsenin özel yaşamı kimseyi ilgilendirmemeli. Ancak eğer bu özel yaşam siyasi tavırları ve siyaseti yönlendirme konusunda kullanılıyorsa o tabii sıkıntılı, o sorunlu, o öyle olmamalı. Ama bu iftirayı atanlar bence attıkları iftiranın altında kalacaklardır. Bunlar yakışıksız şeylerdir. Hele hele bir vatandaşın özel yaşamına ilişkin şeyi siyasi maksatlarla ortaya atıp da iftira atmak çok daha tehlikeli, çok daha kötü, çok daha yanlış. Belki aile facialarına, belki siyasi dengelerin değişmesine yol açacak bir olaydır. Tabii ki doğru bulmak mümkün değil bunu.”

CHP Eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu zaman zaman sosyal medyada CHP yönetimini ve Genel Başkan Özgür Özel’in politikalarını eleştiren paylaşımlar yapııyor. Özellikle Kılıçdaroğlu’na yakın bazı isimlerin de CHP yönetimini hedef aldığı görülüyor. Halef selef Genel Başkanlar arasında bir ayrışma yaşanır mı? Öztürkmen bu soruya şu sözlerle cevap verdi:

“Ben bunu böyle değerlendirmiyorum. En başından beri CHP gerçek anlamda Türkiye'de kendi içinde demokrasiyi yaşayabilen bir partidir. AKP gibi, MHP gibi tek adam mantığına uymayan, tek adam yönetiminde olmayan, kendi içinde demokrasiyi yaşatan bir parti. Bazı konularda önceki genel başkanla şimdiki mevcut genel başkan arasında görüş ayrılıklarının olması, farklılıkların olması çok da doğaldır. Zira Sayın Genel Başkanımız Özgür Özel diyor ki ‘Ben bundan önceki, benden önceki her şeyi aynısını yapacaksam niye ben genel başkan oldum ki’. Bu makul bir açıklama. Yani ‘her şeyin aynısını devam ettireceksem, niye genel başkanlıkta filan kişi kalsında koltuğa ben oturayım’ mantığı olmaz. O nedenle ‘ben bazı konularda değişik düşünüyorum. Bunu da hayata geçirmek istiyorum’ diyor. Bu da yeni Genel Başkan Sayın Özgür Özel'in hakkıdır. Çok da doğal hakkıdır. Bazı konularda görüş ayrılıkları olması, aralarında ciddi bir çekişme olduğu, ayrı gruplaşma olduğu ya da olacağı anlamına gelmiyor. Bazen ben de kendi adıma söylüyorum. Mesela Sayın Genel Başkanımız keşke grubu toplayıp da bu konuda bir karar alsaydık da parti bu şekilde tartışılmasaydı gibi tavırlarını değerlendirdiğim olmuştur belki. Ama illaki iki genel başkan arasında ciddi bir gruplaşma olduğu anlamına gelmez. Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu da hala siyasetin içerisinde. Onun da fikirlerinden yararlanılması gerekiyor. Çünkü hem devlet deneyimi olan hem de 12 13 yıl bir genel başkanlık deneyimi olan bir siyasetçi. Bu nedenle de onun görüşlerinden de faydalanmak bizim partimize katkı sağlayacaktır.”

"Deniz Baykal zamanında da olmuştu”

“Bazı isimler Kemal Kılıçdaroğlu'nun ismini kullanma ya da gölgesine sığınma gibi bazı faaliyetlere girişiyorlar galiba.”

“Olabilir, her zaman olagelmiştir. Şimdiki Sayın Genel Başkanımızın eteğine yapışıp da kendisini o şekilde göstermeye çalışanlar olduğu gibi. Bu da doğaldır. Süleyman Demirel rahmetlinin zamanında da olmuştur. Deniz Baykal zamanında da bunlar olmuştur.”

Editör: Elif Erbay