Gençler kırda, seviyor, sevmiyor falı ile bir papatyanın yapraklarını kopartıyordu.
Nereden geldiği belli olmayan yaşlı adam sanki sevdiği biri parçalanıyormuşçasına, acıyla haykırdı, “yapmayın!”
O sırada, radyodaki ses, binde bir okuma oranı ile Türkiye’nin bu ligde gerilerde kaldığını anlatıyordu.
Aklımda deli sorular!..
Yani, 80 milyonluk Türkiye’de 80 bin kişi kitap okuyor. Nüfusun binde 999’u ise okumuyor.
Peki, o yüzbinlerce satan kitapları kim alıyor?
DÜŞÜNÜYOR MUYUZ, KULAĞIMIZA SUFLE Mİ OKUYORLAR?
Yaşadığımız dünyada eylemlerimizi düşünerek yaptığımızı sanırız, oysa yapılan araştırmalar, bizi harekete geçirenin çoğunlukla ezberletilmiş kalıplar olduğunu ortaya koyar.
Maslow insanoğlunun çıkabileceği en yüksek basamağı, kendini gerçekleme ve hayatta tadabileceği en büyük hissi de şöhretlik olarak tanımlamış.
ŞÖHRETE VE UNUTULMAYA KİM KARAR VERİR?
Peki, her başarılı insan şöhret olur mu?
İletişimci Ali Atıf Bir, toplumlar sıklıkla ekranda her gördüğünü iyi ve doğru olarak kabul eder. Ekran yüzüne yüceltme uygularken, değer yargısını da kişinin şöhreti ile paralel kurgular, der!
Bakalım!..
Necati Bilgiç konservatuarı birincilikle bitirmiş ve önemli prodüksiyonlarda başarı ile üstlendiği roller sonrası önemli bir şöhreti yakalamıştı.
Bir gün gösteri dünyasının önemli bir ismi T.İ. Maslak’taki gösteri merkezinde akşam yapılacak sunumu üstlenmesini ister. Gösteri merkezindeki sunumu üstlenen ismin son anda bir sorunu çıkıp, gelemeyeceği anlaşılınca bu yola başvurulmuş.
Bilgiç, önceden verilmiş bir sözü olduğunu belirterek, aynı günlü davete icabet edemeyeceğini belirtir. Gösteri dünyasının güçlü ismi T.İ, “O kadar oldun mu? Bu işi reddersen seni gösteri dünyasından sileriz” der!
KİMİ SEVECEĞİMİZİ DE KULAĞIMIZA SÖYLÜYORLAR?
Necati Bilgiç, “Önce ciddiye almadım. Ama sonra hiçbir yapımda rol verilmedi, alt roller bile. Hatta uzun süre beyazcama bile çıkamadım” diye o dönemi anlatır!
Necati Bilgiç’in yerine sınıf arkadaşı, Uğur Yücel şöhret olmak üzere seçilmiş ve parlatılma işlemi başlamıştı.
Zeki Müren’in ise yine Gazinolar Kralı Fahrettin Arslan tarafından bir gece tüm eşyaları Taksim Gümüşsuyu’ndaki mekânın önündeki su birikintisine atılarak kovulduğu az konuşulsa da bilinir. Yerine başka bir isim Bülent Ersoy bulunmuş ve denemelerden de olumlu sonuç alınınca, sanat güneşinin kalemi kırılmış, Bodrum’da ölümüne giden yol açılmıştı.
Murat Kekilli’de, “acı var mı acı” repliği ile ünlü o dönemin haber sunucusu R.M’nin program davetini reddettiğinde, “Adana’da karpuz hamallığından gelip, haddini bilmiyorsun. Seni siliyoruz!” sözlerinden sonra adı unutturulmuştu.
Öyle ya, “O Ses Türkiye” programının hiçbir finalisti değil ama ilk turda elenen İrem, babası reklam ajansı sahibi Hulusi Derici’nin dokunuşları ile şöhreti yakalamıştı.
Kimin ünlü olup, kimin unutulması planları, yakın tarihte mi devreye alındı?
Hayır!
Dünyadan başka gezegenler de vardır, sözünü geri alması için canı ile tehdit edilen Bruno, Engizisyon mahkemesi ile işbirliğine gitmemenin bedelini, 1600 yılının Şubat’ında Roma’daki Campo de Fiori meydanında yakılarak öderken, arkadaşı Galileo, Bruno’nun öldürülmesinden 15 yıl sonra Engizisyon ile işbirliğine giderek, “Dünya’nın yuvarlak olduğunu, söylerken yalan söyledim. Engizisyon’dan affımı istiyorum” sözü ile adının tarihte yaşatılmasına hak kazanmıştı!
GERÇEK KAHRAMANLAR UNUTULSUN!
Tüm dünyadan kahraman Bruno’nun adı silinirken, işbirlikçi Galileo’nun adı üniversitelere, uzay araçlarına verilmiş filmi çekilerek adı yaşatılmıştı.
Saklı olan, anlamına gelen Mısır’ın güçlü Tanrısı Amon’un, (Amen, Amun, Ammon, Amin, daha sonra Amon Ra olmuştur) “Benden sonra insanlık, her gün adımı ansın!” sözünü de unutmayalım.
Gelelim makalenin başındaki papatya falının artık anımsanmayan gerçek öyküsüne!..
M.S. 400 yılında güzeller güzeli, filozof, matematikçi ve astronom Hypatia, İskenderiye'de yobazların ne tartışmalarda, ne üretimde ne de popülerlikte başa çıkamadıkları bilimin zirvesini oluşturuyordu.
Ve sonunda O’nu linç etmek üzere, atlı arabasından indiren yobazlar güzel kadının vücudundaki etten küçük küçük parçalar kopararak korkunç bir biçimde katletmişler. Daha sonra Hypatia’nın adını değil ama öldürülme şeklinin her daim akılda kalmasını istemişler. Böylece, insanların anımsaması için papatya falı çıkmış!
-günümüzde kızına Papatya adını koyanlar olsa da, çoğunlukla, bilim şehidinin temsil ettiği değerleri bilmezler-
Madımak Oteli’nin giriş katındaki dönercinin 8 yıl boyunca odun ateşi yakmasındaki mesajın, 2 Temmuz 1993’teki katliamın devamı olduğunu;
Aşura ayının, Nuh’un değil, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katliamını unutmamak için yapıldığını,
İncil’in, Önce söz vardı ve Söz Tanrı’ydı ile İsa’yı ve verdiği söz uğruna çarmıha gidişini, son olarak ıkra ile okumamız gerektiğini unutmayalım!