Ercan Küçük - Haber Merkezi

İsrail son dönemdeki saldırılarında kendisine direnen grupların liderlerine yönelik suikastlara yöneldi. Temmuz ayında Hamas lideri İsmail Haniyye’nin ardından son olarak Hizbullah’ın lideri Nasrallah’ı düzenlediği hava saldırısında öldürdü. İsrail’in son olarak Lübnan’a kara harekatı düzenlemesi bölgedeki tansiyonu daha da artırdı. İSrail’in saldırılarını ve İsrail’e karşı direnişi, bölgeyi yıllardır takip eden Harici.com editörü gazeteci Cansu Yiğit ile konuştuk.

İran’ın füzeleri direnişe cansuyu oldu

Hizbullah’ın son saldırılarla büyük darbe aldığını ancak bunların Hizbullah’ı etkisizleştirmeye yetmeyeceğini vurgulayan Yiğit, İran’ın son füze saldırılarının direnişe cansuyu olduğunu söyledi. Yiğit şöyle konuştu:

“İsrail, karadan işgale başladığını duyurdu ancak henüz Lübnan sınırından girebilmiş değil. Hizbullah bu sabah bir İsrail birliğinin sınırdan sızmaya çalıştığını, sıcak çatışmaya girdiklerini ve geri çekilmek zorunda kaldıklarını duyurdu. İsrail’in Lübnan’daki kısa vadeli hedefinin Lübnan sınırından Litani Nehri’ne kadar olan bölgeyi hem silahsızlandırıp hem insansızlaştırıp kendi denetiminde bir “tampon bölge” kurma çabası olduğu anlaşılıyor. Böylece İsrail’in kuzeyinde 8 Ekim’den sonra evlerini terk etmek zorunda kalan İsraillilerin güven içinde evlerine dönebileceğini düşünüyorlar. Şimdilik Lübnan’ın güneyine yoğun top atışı ve hava saldırısı ile birlikte sızma girişimleri var.

Ff M Gs Gioxk Gx Ok Vw Ud Tsd Q.jpg

Hizbullah, çağrı cihazları saldırıları ve lideri Nasrallah’ın öldürülmesiyle büyük darbe aldı. Ancak bu Hizbullah’ı etkisizleştirmeye yetmez. Aksine ideolojik temelli bu örgütler için bu tarz saldırılar daha da motive edici bir unsur olabiliyor. Üstelik İsrail gibi asker-sivil ayrımı gözetmeyen bir düşman karşısında Hizbullah’ın tabanını daha da konsolide edeceğini, Lübnan’da 7 Ekim’de zayıflayan siyasi desteğini artıracağını düşünüyorum.

Yine de İsrail’in sadece İsrail olmadığını ABD’nin tüm imkân ve kabiliyetleri ile desteğini arkasına aldığını düşünürsek İsrail ordusu, Lübnan’da ciddi katliamlar eşliğinde ama büyük kayıplar vererek ilerleyebilir. Ancak 2006’da olduğu uzun süreli Lübnan topraklarında kalabileceğini düşünmüyorum. Belki Lübnan’ın güneyinde Litani Nehri’ne kadar olan kısımda yani tampon bölge oluşturmaya çalıştığı kısımda daha uzun süre varlık gösterebilir. Ancak bunu da diğer cephelerdeki gelişmeler belirleyecektir.

Nitekim dün akşam gerçekleşen İran’ın balistik füze saldırısının bu noktada Hizbullah dahil direniş ekseninin diğer bileşenlerine bir cansuyu olduğunu ve direnme kabiliyetini pekiştirdiğini düşünüyorum.”

İsrail ve Hizbullah ilk kez sıcak çatışmaya girdi İsrail ve Hizbullah ilk kez sıcak çatışmaya girdi

İran hava savunma sistemini kevgire döndürdü

İsrail Başbakanı Netanyahu konuşmasında İran halkına seslenmişti. İran’dan cevap bastık füzelerle geldi. Yiğit, Netanyahu’nun bu konuşmasının İran’ı tetiklediğini ifade etti. İsrail’in çok övündüğü hava savunma sisteminin İran tarafından kevgire döndürüldüğüne dikkat çeken Yiğit, şu şekilde devam etti:

“İran’ın hem ekonomik koşullar hem de olası kayıplar nedeniyle savaşa doğrudan girmek istemediğini biliyoruz. Ancak İsrail’in İran’a yönelik İsmail Heniyye ve Hasan Nasrallah suikastı dahil birçok saldırısı ciddi bir prestij kaybına ve caydırıcılığını kaybetmesine yol açmıştı. Ancak ben bu derece yüksek yoğunluklu bir saldırıyı asıl tetikleyen unsurun Netanyahu’nun “İran’a demokrasi götürme” açıklaması olduğuna inanıyorum. Bu açıklama İran’a sıranın kendisine geldiğine yönelik doğrudan bir mesajdı. Bu açıklamadan sonra Tahran’ın iki seçeneği vardı. Yani Lübnan’dan sonra sıranın kendisine gelmesini bekleyecek ya da önleyici bir vuruş yapacaktı. İkinci seçeneği tercih etti. İkinci seçeneğin İsrail-İran doğrudan savaşına dönüşme ihtimali elbette var ama Tahran ilk seçenekteki “kurbanlık koyun” olmayı istemedi.

İran’ın İsrail’e balistik füze saldırısı şüphesiz dengeleri değiştirici nitelikteydi. Öncelikle İsrail gibi Batı desteğini arkasına alan ve ABD’nin doğrudan korumasındaki bir ülkeye füze yağdırmak öyle hafife alınacak bir eylem değil. Tüm dünya artık İsrail’in ne yaparsa yapsın dokunulamaz olmadığını gördü. Aşılamaz denilen o son teknoloji hava savunma şemsiyesinin kevgire döndüğüne şahit oldu.”

Dozajı ABD belirleyecek

Yiğit İsrail’in İran’a vereceği karşılığı ise ABD’nin tavrının belirleyeceğini aktardı:

“İsrail, İran’ın petrol tesislerini ya da nükleer alt yapısını vurarak bu saldırıya misilleme yapabilir. Ama zaten yapmadığı şey değil. Daha önce de vurmuştu. Bir noktada Netanyahu’nun İran halkına yönelik yaptığı açıklamanın hedefinin bu olduğu da anlaşılıyor. Tahran’ı hamle yapmaya zorlamak ve İran’a saldırının meşruiyetini sağlamak. Zaten İran’ı savaşa çekmek İsrail’in başından beri hedefiydi. Çünkü İsrail, İran’ın bölgede etkili hem de nükleer silaha sahip olma yolunda bir devlet olmasını istemiyor. Bunu kendisi için varoluşsal bir sorun olarak görüyor. Bu açıdan İran’ın dün akşamki saldırısının kendisine fırsat yarattığını düşünebilir. Ancak ABD’nin desteğini almadan bunu yapamaz. Ayrıca olası bir topyekûn savaşta İsrail’in de kaybedeceği çok şey olduğu dün akşamki saldırıda görüldü.

Şimdi seçim kampanyası ile meşgul olan ve savaşın bölgeye yayılmasını istemediğini iddia eden ancak bunun için İsrail’i dizginlemek adına hiçbir şey yapmayan ABD’nin tavrı İsrail’in bu saldırıya misillemesinin dozajı belirleyecek. Bu misillemenin dozajı ise bölgenin bir savaşa doğru sürüklenip sürüklenmediğini gösterecek.”

İsrail’i durdurmak için Suriye ile normalleşme şart

Cumhurbaşkanı Erdoğan TBMM açılışında yaptığı konuşmada İsrail’in sıradaki hedefleri arasında Türkiye’nin de olduğu söyledi. Yiğit, Erdoğan’ın bu açıklamasını uçuk görüldüğünü ancak, iç cepheyi sağlam tutma hedefiyle yapıldığını düşündüğünü vurguladı. İsrail’in saldırganlığının durdurulması için Suriye ile işbirliği yapılması gerektiğine dikkat çeken Yiğit, şöyle konuştu:

“En kötü senaryo yaşanır ve bölge bir savaşa sürüklenirse Türkiye’nin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Öncelikle sınırlarımıza bir doğru bir mülteci yığılması kaçınılmaz. Ayrıca bölgede savaş demek askeri harcamaların artması ve bu ekonomik krizin daha da derinleşmesi demek.

Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü “İsrail'in bir sonraki hedefi Türkiye” açıklaması oldukça çarpıcıydı. Bu açıklama pek çok insana uçuk geldi. Erdoğan’ın İsrail askerlerinin Lübnan ve Suriye’yi aşıp Türkiye sınırlarına dayanacağını kastettiğini düşünmüyorum. Bu açıklamanın daha çok bölge savaşa sürüklenirken iç cepheyi sağlam tutma hedefiyle yapılan çarpıcı bir çıkış olduğunu düşünüyorum. Nitekim Özgür Özel’in açıklaması ve Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkışması gibi adımlar bu iç cepheyi birleştirme adımları gibi görünüyor. Ancak iç cepheyi sağlam tutmanın dışında Suriye ile ilgili adımların da ivedilikle atılması gerekiyor. Suriye Türkiye’nin ön, Lübnan’ın da arka cephesi. İsrail saldırganlığının Lübnan’da durdurulması ve hezimete uğratılması hem Türkiye hem Suriye’nin yararına. Bu yüzden Suriye ile normalleşmenin bir an önce hayata geçmesi gerekiyor.

Yine Erdoğan’ın açıklamasının bence bir alt metni de Türkiye’nin savunmasının NATO’ya emanet edilemeyeceği idi. Örneğin İsrail karşısında NATO’nun 5. maddesinin Türkiye için işleyeceğini düşünmek için biraz aptal olmak lazım. Bugünden yarına hemen olacak değil, ancak Türkiye savunmada daha da yerlileşmeli, kendi silah ve savunma sistemlerini geliştirmeli. Bu bir tercih değil zorunluluk. Bu yönde atılan olumlu adımların daha hızlandırılması gelecekte Türkiye’nin elini güçlendirecek ve caydırıcılığını artıracaktır.”

Editör: Haber Merkezi