HABER MERKEZİ

İran’ın İsrail’e yönelik boş blöflerine dün gece bir yenisi eklendi. 

Bütün dünya 2 Ağustos’u 3’e bağlayan geceyi tam anlamıyla diken üstünde ve ayakta geçirdi. İran devlet televizyonu askerî marşlar çalmaya; “Dünya birkaç saat içinde çok önemli olaylara sahne olacak” açıklamaları yayınlamaya başladı. Üstüne, Dinî Lider Ali Hamaney’in; “Siyonist rejim bitti” şeklindeki sözleri dönmeye başlayınca tüm dünya, İran’ın İsrail’e doğrudan saldıracağı düşüncesine kapılıp alarma geçti. 

ABD İsrail’e yeni savaş açıkları, savaş gemileri ve silahlar göndereceğini açıkladı, birçok ülke İsrail’e uçuşlarını iptal etti. 

Mollalar dünyayı uykusuz bıraktı

Dünya sabaha uyumadan çıktı, her an doğrudan bir İran saldırısı beklendi. Herkes, Tahran’da öldürülen İsmail Haniye’nin defnedildiği günün gecesinde bu saldırıyı ve zamanlamasını mantıklı  da buldu fakat bu defa da dağ fare doğurdu. ‘Bu defa da’ diyoruz çünkü İran aynı blöfü, Şam Konsolosluğu’nun İsrail tarafından bombalanmasının ardından da yapmıştı.

CHP'de 'adaylık' tartışmaları: Genel Başkan Yardımcısı'ndan açıklama... CHP'de 'adaylık' tartışmaları: Genel Başkan Yardımcısı'ndan açıklama...

Haniye-1

Daha önce de yapmıştı

İsrail 1 Nisan 2024’te İran’ın Şam Büyükelçiliği’nin bitişiğindeki İran Konsolosluğu’nu hava saldırısıyla yerle bir etmiş, 16 kişiyi öldürmüştü. İran bunun üzerine dün geceki gibi esip gürlemeye başlamış, bütün dünya savaş çıkacağını düşünmüştü. İran saldırıyı geciktirdikçe, dünya ‘tribünlerinden’ yükselen; “Saldır! Saldır!” baskısı arttı ve görüntüyü kurtarmak isteyen molla rejimi, 13 Nisan’da İsrail hava sahasına İHA’larını gönderdi. ‘Demir Kubbe’ bunların aslında tamamını imha etti; düşen bir şarapnel parçasıyla İsrailli bedevi bir çocuk yaralandı, o kadar. 

İran’ın bu saldırısının ardından başlayan tartışmalar, artarak ve daha ileri boyuta vararak bugün de yaşanıyor. İran esip gürleyip yağmamayı bir devlet politikası haline getirmiş görünüyor. Medya yorumcuları ve sosyal medya paylaşımcıları arasında, yorumları abartıp İran ve İsrail (ve ABD) arasında) bir danışıklı dövüş olduğunu iddia edenler bile var. 

Psikolojik taktik mi?

İran’ın bu tavrının bir psikolojik savaşın parçası, hatta temel eylemi olduğu da iddia olasılık dahilinde. Bunu savunanlar, böylelikle İran’ın İsrail’i topyekün gergin ve psikolojik yıpranma içinde tuttuğunu düşünüyor. Ancak İsrail ve halkı zaten onlarca yıldır çevreden saldırı beklemeye, gerginliği günlük rutin haline getirmeye alışmış durumda; tüm devlet işleyişi ve halkın yaşayışı buna göre ayarlanmış. Sürekli stresli, sürekli gergin bir devleti ve halkını daha ne kadar gerebilirsiniz ki? Eğer birilerinin savunduğu gibi bu bir psikolojik savaş taktiği ise, başarısız olmaya mahkum bir yöntemdir.

İran’ın yaptığı aslında şu: ABD gibi güçlü bir ‘bodyguard’a sahip olan İsrail’e doğrudan saldırması ya da savaşması uzak olasılık. Diğer yanda ise bayraktarlığını yaptığı cihatçı, Siyonizm karşıtı, intikamcı bir büyük kitlenin de beklentisi var. İran bu iki çıkmaz arasında hem kuyruğu dik tutmak hem ‘düşmana’ karşı İslam aleminin sözcüsü/bayraktarı rolünü bırakmamak hem de genel bir prestij devşirmek adına, yağış getirmeyen bir esip gürleme tarzını benimsemiş görünüyor. 

Ancak molla rejiminin, İran’a bir beklenti yükleyen/atfeden İslam dünyasını ya da İsrail’i sevmeyenler cephesini bu yöntemle kandırabileceğini düşünmek saflık olur. Bu yöntemle İran sadece prestij kaybeder ve hatta alaya alınır.

Editör: Kemal Ilıkkan