Şiddeti uygulayan saldırganın durumunu, şiddetin varlığını, yetiştirilme tarzından evirilen şiddete kadar olan tüm detayları alanında uzman Psikiyatrist Doç. Dr. Hakan Atalay, sorduğumuz sorularla açıklığa kavuşturuyor.

Kadın cinayeti olaylarında genellikle kadını kurbanlarının onları tahrik ettiğini söyleyerek kadınları suçlarlar. Bu suçlamaların altında yatan temel sorunlar nelerdir? Şiddetin kaynağı nedir?

Tek bir etkenden söz etmek zor. Başlıca etkenin, kültürel kalıp yargılar olduğu söylenebilir. Öyle hasta öyküleri var ki… Daha yenilerde dinlediğim bir hasta öyküsünde, babaannenin üçüncü torununun da kız olduğunu öğrenince şoka girdiğini ve hastanede yatırmak zorunda kaldıklarını öğrenmiştim. Toplumsal cinsiyet kalıpları kadın ya da erkek fark etmeden tüm toplumu etkisi altına alıyor. Bildiğiniz gibi, “O kadın da öyle davranmasaydı” “Öyle giyinmeseydi”, “Onu seçmeseydi” diyenler sadece erkekler değil.

Kadın toplumun eşit bir bireyi olarak görülmüyor. Erkeklerin gözlerinden saklanmalı, evde oturmalı, sokağa pek çıkmamalı, yüksek sesle gülmemeli, bacak bacak bacak üstüne atmamalı, vs. Piyasada da satışı artıran nesne gibi sunuluyor. Reklamlarda o yönde kullanılıyor. Böyle olduğu sürece, şiddetin bitmesi mümkün değil. Genelde ahlak, özelde namus anlayışını kadınların cinsel organlarında değil, dürüstlük, hak yemezlik, toplumsal kurallara uymak, gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakmak, insanlığın ortak iyiliği için ve tüm canlıların hayatta kalması için çalışmak, vb. değerlerde aramayı öğrenmemiz gerekir.

Şiddete eğilimli insanlar şiddet uygulamadan önce tespit edilebilir mi? İnsanların sözlerinden, davranışlarından çıkarımlar yapabilir miyiz?

Şiddet genel olarak ikiye ayrılabilir: Planlı, soğukkanlı ya da refleksif, anlık… Şiddet eğilimi küçük yaşlardan itibaren bazı işaretlerle kendini gösterir. Örneğin, arkadaşlarına ya da hayvanlara şiddet uygulamak, suçluluk hissetmeden aldatmak, yalan söylemek, insanları kullanmak, çalmak, okuldan kaçmak, vb. davranışlar ileride soğukkanlı bir şekilde şiddet uygulayabilecek olan antisosyal kişiler için haberci işaretler olabilirler.

Planlı şiddetin uygulayıcılarının genellikle bu tipler olduğunu söyleyebiliriz. Diğer grubun, anlık şiddet eğilimi gösterenlerin ise, ağırlıklı olarak, duygularını ayarlamayı öğrenememiş, zihinsel olarak ve karakter olarak yetersiz, sorunları müzakere ile değil de şiddetle çözmeyi öğrenmiş, başka bir şey de öğrenmesi mümkün olmayan kişilerden oluştuğu varsayılabilir.

Neden bazı erkek çocukları küçüklükten itibaren şiddete eğilimli şekilde güç gösterisi ile  büyütülüyorlar? Bunun altında yatan temel problemler neler olabilir?

İlk soruda kültürel kalıp yargılardan söz etmiştim. Erkek dayak yemez, ağlamaz, konuşmaz, karı gibi gülmez, yerde kalmaz, vs. Bunların hepsi kaynakların kıt olduğu dönemlerin ve toplumların erkeklere yüklediği görevler, diye düşünüyorum. İlkel toplumlarda kendi tarlasının yanındaki babadan kalma tarlasında su arkı yapmak amacıyla 20 cm bu tarafa geçen kardeşini vurur insanlar. Ona inanmıştır: Hakkını yedirme. Yaşadığı şartlarda doğru bir ilke de olabilir, yoksa aç kalır, azar azar gider topraklar elinden.

Ailesine de sahip çıkmalıdır, emek gücü olarak, malı olarak, her neyse.. Bu mantığa göre kadın çocuk doğuran, evi çekip çeviren, tarlada çalışan, asla başkasına verilemeyecek, biyolojik ve kültürel değeri yüksek bir maldır. Kültür ve biyoloji ayrı ayrı dünyalar oluşturmaz, erkeklerde şiddete eğilim biyolojiden de beslenir. Testosteron şiddet eğilimini artıran bir hormondur. Önce kendini, aileni, çocuklarını, kadınını, topraklarını korumak için evrilmiş olan şiddet eğilimi, toplumsal eşitsizlikler artıkça kültürel gerekçelere de kavuşmuş olabilir.

Şiddete tanık olan çocuklar nasıl travmalar yaşıyor? Hayatları nasıl etkileniyor? (Şiddete maruz kalan çocuklar, büyüdüklerinde daha mı şiddete eğilimli oluyorlar?) Bir şekilde aktarılan bir davranış mı?

Şiddet eğiliminin, her karakter özelliği gibi, iki kaynağı var: Genetik, çevresel. Elbette bazı genetik özellikler bazı koşulların kuşaklar boyu sürmesi yüzünden kalıtımla geçen kültürel özelliklere dönüşmüş de olabilir. Genellikle ikisi bir arada olur. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk hem genetik mirası hem de kültürel kodları miras alır.

Toplumsal/psikolojik davranışlar matematik olarak hesaplanabilir değil elbette, ama şiddet ortamında büyüyen çocuklar şiddete daha fazla eğilimli olurlar, hem genetik, hem de çevresel/öğrenilmiş nedenlerden dolayı. Ama bu bir kural değil, böyle ortamlarda yetişip de “ben öyle olmayacağım” diyerek saldırgan dürtülerini yüceltmeyi, toplum için yararlı hale getirmeyi becerenler de var.

Şiddete uğramış ve psikolojik olarak sarsılmış kadınlar kendilerini nasıl rehabilite ediyorlar? (Yeni yaşamlarına nasıl uyum sağlıyorlar? Rehabilite sürecinde psikologların önerileri nelerdir?) Kadınlar eski hayatlarına nasıl geri dönebilirler, dönebilirlerse bu konuda neler yapılabilir?

Tabii ki ilk adım, şiddetin hakim olduğu ortamı terk etmek. Kadınlar çeşitli nedenlerle (geçimini sağlayamama, toplum tarafından dışlanma, çocuğunu yalnız büyütme, vs. endişeleriyle) böyle ortamlarda kalmaya devam edebiliyorlar. Toplumun görevi öncelikle burada oraya çıkıyor: Bu tür çaresiz kadınlara çıkış olabileceğini göstermek, onlara imkan yaratmak, mali, hukuki, psikolojik destek vermek. Bugün ne mutlu ki ülkemizde bu tür kurumların sayısı eskisinden çok daha fazla, ama yeterli değil. Devletin bu konuda daha fazla destek olması lazım. Devlet bazen aileyi koruma gerekçesiyle kadınların tek tek şiddete maruz kalmasına seyirci kalabiliyor.

Psikolojik desteğin de ilk adımı, olan bitenden kendini sorumlu tutmasını bırakmasını sağlamak. Kadın, olan bitenden, gördüğü şiddetten dolayı kendisini suçlayabilir.

Travma mağdurlarında görülebilen bir duygu bu: “Ben şunu yapmasaydım böyle olmazdı” Herkes şiddetin gerekçesi olmadığını görmeli. Sonraki adım da ona yalnız olmadığını göstermek; yukarıda söylediğim gibi mali, hukuki, toplumsal olarak dayanışma içinde olmak. Elbette psikoterapisttik destek de bunun içinde.

Kadın evli iken şiddete bakış açısıyla, anne olduğunda kendi oğlunun eşine (mağdur olan gelin olduğu zaman) şiddet uygulamasıyla korunulan kişinin suçlu olmasına rağmen kendi oğlu oluyor. Anne şiddet uygulayan oğlunu destekliyor. Burada neden böyle bir dönüşüm yaşanıyor?

Bu konularda çalışan kadınların ataerki, patriarka, eril kültür, erkek egemen kültür, vs. dedikleri şey bu. Yukarıda örneğini vermiştim: Erkek çocuğuna daha çok değer veren, onlara yemeğin en iyi kısmını koyan, yine evin kadınları: Anneler, büyükanneler

Medya haberlerinde sıkça yer alan kadına şiddet haberleri toplumda nasıl psikolojik izler bırakıyor? Şiddeti görsellerle aktarma ve yayma evresinde nasıl etkiler olabilir?

Hepimiz görerek de öğreniyoruz. Model alıyoruz. Bu yüzden, şiddetin yaygın bir şekilde teşhiri şiddet davranışını kolaylaştırıyor. Ayrıca, sıradanlaştırarak kanıksanmasına yol açıyor. Bu yüzden, şiddet mağdurları değil, şiddet uygulayanlar teşhir edilmeli. Eril dil yerine kadına empatik bir bakış yeğlenmeli. Kimse kimsenin teklifini kabul etmek, kimse kimseyi beğenmek, kimse bir ilişkinin içinde kalmak zorunda değil.

Basında sıkça yer alan kadına şiddet haberleri, kadına şiddet olaylarına etkileri nelerdir? Yaygınlaştırdığını düşünüyor musunuz?

İki yönlü bir işlev gördüğünü düşünüyorum. Bir yandan, bilinçlendiriyor. Görmezden gelinebilecek olan bir konuyu gündeme taşıyarak toplumsal duyarlılığı besliyor. Öte yandan, özellikle de yanlış bir dil kullanıldığında, olayın haklı görünmesine, sıradanlaşmasına, kanıksanmasına ve yaygınlaşmasına yol açıyor olabilir.

Hakan Atalay Kimdir?

Hakan Atalay, Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Psikiyatri ihtisasını bitirdi. 1995’ten sonra Balıklı Rum Hastanesi’nde, Beyoğlu Devlet Hastanesi’nde, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalıştı. 2005-2016 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi’nde çalıştı. Eylül 2016 – 2018 yılları arasında Okan Üniversitesi Hastanesi’nde çalıştı.

Klinik çalışmaları dışında, hem mesleki hem de kişisel olarak ilgisini çeken alanlarda çalışıyor. Psikanaliz (kurumsal olarak), psikodinamik psikoterapiler (uygulama ve kuram olarak) ve nöropsikanaliz (nörobilim ve psikanalizin kesişme alanları) gibi…

Yazmayla ve çeviriyle de ilgileniyordu. Şizofrengi, Denizyıldızı, Başka, Psikeart gibi dergilere yazdı, çevirdi. Yerel ve uluslararası bir kaç akademik makalesi yayımlandı.