Gündem

Erdoğan'dan muhalefete “çevre” tepkisi: Lafa gelince doğayı seviyoruz, çevreciyiz diyorlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan muhalefete “çevre” tepkisi geldi. Erdoğan, “Lafa gelince doğayı seviyoruz, çevreciyiz diyorlar. Ama İzmir Körfezi’nin kirlenmesini önleyecek dişe dokunur hiçbir adım atmıyorlar. Balıklar ölmüş, koku almış başını yürümüş bunların umurlarında dahi değil.” dedi.

Abone Ol

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde, DSİ tarafından yapımı tamamlanan 564 tesisin toplu açılış töreninde konuştu.

Erdoğan'ın konuşmasında öne çıkanlar şöyle:

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüzce yapımı tamamlanan 564 tesisimizin toplu açılış töreni vesilesiyle bugün bir aradayız. Birazdan açılışını yapacağımız 77 şehrimizdeki bu projelerin ülkemiz ve milletimiz için hayırlar getirmesini temenni ediyorum. 8'i baraj, 48'i gölet, 1'i yeraltı barajı, 115'i sulama tesisi, 26'sı içme suyu tesisi, 1'i hidroelektrik santrali, 15'i arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmeti ve 350'si taşkın kontrol tesisi olmak üzere toplam 564 yeni tesisimizi bugün resmen hizmete veriyoruz. Toplam yatırım bedeli 98 milyar lira olan bu eserlerle 185 milyon metreküp hacminde su depolama kapasitesi geliştiriyor. 1 milyon 147 bin dekarlık araziyi sulamaya açıyoruz.

“Türkiye ekonomisine yıllık 18 milyar lira katkı”

Ayrıca yıllık 222 milyon metreküp içme suyu sağlanmış, günlük 420 bin metreküp içme suyu arıtma kapasitesi ilave etmiş oluyoruz. Yine 484 meskun mahal ve 348 bin dekarlık araziyi taşkın zararlarından koruyor, 128 milyon kilovatsaat hidroelektrik enerji üretiyor. 3 milyon 54 bin dekar alanın tescilini yapıyoruz. Tamamlanan 564 yeni tesisimizle Türkiye ekonomisine yıllık 18 milyar lira tutarında ciddi bir katkı vereceğiz. Bu projeler arasında öne çıkan Yozgat İnandık Barajı'nın, Mersin Sorgun Barajı'nın ve Isparta Yenişar Bademli Şehir Gökhan Eriş Barajı'nın açılışlarını da inşallah birazdan canlı bağlantılarla gerçekleştireceğiz. Milletimizin hizmetine sunmaktan kıvanç duyduğumuz bu eserlerin hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Bu tesislerin hayata geçirilmesine vesile olan Tarım ve Orman Bakanlığımıza, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüze ve yüklenici firmalarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İşçisinden mühendisine bu yatırımların tamamlanmasında sorumluluk üstlenen, emek veren, alın teri döken tüm kardeşlerimize aynı şekilde şükranlarımı sunuyorum.

“Sevdamızı suyla anlattık”

Su bizim hem inancımızda, hem tarihimizde hem de kültür dünyamızda hayati bir yer tutar. Öyle ki tarih boyunca kurduğumuz medeniyet bahçelerini suyla yeşerttik. Evlerimizi, şehirlerimizi, meydanlarımızı suyun bereketiyle şenlendirdik. Camilerimizi, sokaklarımızı, caddelerimizi su yollarıyla, çeşmelerle, şadırvanlarla donattık. Bahçelerimizi su kanallarıyla, havuzlarla, fenerlerle süsledik. Su yollarının bakım ve inşasının yanında halka ücretsiz su dağıtmak için su vakıfları kurduk. Bunun da ötesine geçerek millet olarak aşkımızı, tutkumuz, sevdamızı suyla anlattık, suya nakşettik.

Divan şiirimizden, anıt isimlerinden Fuzuli bakınız ne diyor: "İstepeykanın gönül hecr-inde şevkim sakin et, susuzam bir kez bu sahrada benim için âre su". Yani kirpiğin iste gönül dinsin hicrandan özlemi, susuz kaldım bu çölde benim için ara su. Bu büyük şair işte bu su kasidesiyle Peygamber Efendimize olan sevgi ve hürmetini su gibi berrak bir dille ifade etmiştir. Nakkaşlarımız, hattatlarımız, ebruzenlerimiz minyatürlerini, levhalarını, ebrularını yine su motifleriyle, su kıvrımlarıyla süslemiştir. Dolayısıyla su hayatımızı idame ettirdiğimiz bir nimet olmanın yanında kültür kodlarımızda da baş köşeyi ayırdığımız mümtâz bir yere sahip olmuştur.

Su kullanımı uyarısı yaptı

Günümüz dünyasında suyun kullanım alanı ile birlikte stratejik önemi de artmaktadır. Bizim de tarım, enerji, ulaşım, gıda ve turizm gibi sektörler başta olmak üzere artan su ihtiyacımız üzerimizde daha fazla baskı oluşturuyor. Bakınız burada bazı temel gerçekleri sizlerle paylaşmak isterim. Dünyadaki suyun yüzde 97,5'u deniz ve okyanuslardaki tuzlu sulardan oluşmaktadır. Yani dünyanın üçte ikisi suyla kaplı olsa da, insanın kullanabileceği miktar son derece kısıtlıdır. Geriye kalan tatlı su miktarının da ancak yüzde 1'lik bölümü kullanılabilir durumdadır. Ulaşabildiğimiz temiz su kaynakları yeryüzündeki tatlı su potansiyelinin sadece yüzde 0,1'ini teşkil ediyor. Kaynakların bu denli sınırlı olması ise suyu hem son derece değerli hem de stratejik bir kaynak haline getiriyor.

Fakat ülkemiz dahil dünyanın birçok yerinde su hala sınırsız bir kaynak olarak algılanmaya devam ediyor. Bu tamamen yanlış ve tehlikeli bir bakış açısıdır. Tam aksine su sınırsız olmak bir yana, gün geçtikçe tükenen, kirlenen, azalan, azaldıkça kıymeti daha da artan bir kaynaktır. Küresel ısınma, iklim değişikliği, kuraklık, çölleşme, plansız sanayileşme ve kentleşme nedeniyle su kaynaklarımız olumsuz etkileniyor. Tüm bunlarla birlikte hızlı tüketim kültürü ve su kirliliği gibi tehditler de kullanılabilinir temiz su kaynaklarının hızla erimesine yol açıyor. Su kaynaklarımızın azalmasına sebep olan bir başka önemli faktör ise küresel nüfus artışıdır. 50 yıl önce 4 milyar civarında olan dünya nüfusu bugün 8 milyarın üzerine çıktı. Ancak nüfus artarken yeryüzüne düşen yağış miktarında herhangi bir artış yaşanmıyor.

“Tabiattaki düzen bozuldukça nimetler de birer afete dönüşmektedir”

İklim değişikliği su kaynaklarımızı miktar ve kalite bakımından olumsuz etkilerken küresel ısınma afetlerinin sıklığını ve şiddetini de artırmaktadır. Dikkat ederseniz son yıllarda su baskınları, seller, fırtınalar, orman yangınları ve kuraklık gibi doğal afetlerle daha sık karşılaşıyoruz. Özellikle bizim de içinde yer aldığımız Akdeniz havzasındaki ülkeler iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine en fazla maruz kalan ülkelerdir. Geçtiğimiz bahar ve yaz mevsiminde şu gerçeği hepimiz gördük. Güney ve batı illerimiz orman yangınlarıyla mücadele ederken, kuzey bölgelerimizdeki şehirlerimiz sel felaketleriyle boğuşuyordu. Şairlere ilham veren ığıl ığıl yağan yağmurların yerini aniden bastıran ve çoğu zaman su baskınlarına sebep olan şiddetli yağışlar aldı. Tabiattaki düzen bozuldukça nimetler de birer afete dönüşmektedir. Burada şunu özellikle ifade etmek isterim. Doğadaki bozulmanın temel sebebi kaynakların hoyratça kullanılması ve bilinçsizce tüketilmesidir. Bunun arkasında da insanın tabiatla kurduğu ilişkinin değişmesi vardır. Suyu, toprağı, havayı, ormanlarımızı fütursuzca sömürülecek imkanlar değil, bizden sonra gelecek nesillere teslim edeceğimiz birer emanet olarak görmemiz gerekiyor.

Eğer bu konuda tedbir alıp bir an önce harekete geçmezsek, ileride karşılaşacağımız sorunların boyutları çok daha büyük olacaktır. Açık söylüyorum, temiz su kaynaklarına erişim bir beka meselesidir. Pek çok alanda gecikme telafi edilebilir ama su konusunda yaşanacak en ufak bir gecikme telafisi imkansız sonuçlar doğuracaktır. Türkiye olarak bu anlayışla geniş bir yelpazede kritik adımlar atıyoruz. İklim kriziyle mücadeleye en fazla destek veren ülkeler arasındayız. Ağaçlandırma seferberliği ve tasarrufu teşvik eden kampanyalarımızla toplumsal farkındalığı artırmaya çalışıyoruz. Aynı şekilde sıfır atık projemizle israfı önlemeyi, kaynaklarımızı daha verimli kullanmayı amaçlıyoruz. 2053 yılı için belirlediğimiz net sıfır emisyon hedefimize ulaşıncaya kadar bu mücadelemizi kararlılıkla devam ettireceğiz.

Muhalefete “çevre” tepkisi

Genel merkez yöneticileri ve belediye başkanlarıyla muhalefet yönetimi, su kaynaklarının korunması yolunda ihmalkar davranıyorlar. Çevre ile ilgili meseleleri istismar etmeye gelince varlar ancak çevre korumasına gelince ara ki bulasın... Lafa gelince çevreciyiz, doğayı seviyoruz diyorlar ancak İzmir Körfezi’nin temizlenmesi konusunda dişe dokunur bir adım atmıyorlar. Körfez can çekişiyormuş, bunların umurlarında bile değil. Haliç konusunda da aynı ciddiyetsizlik söz konusu.

Kendi mesuliyet sahalarında çıkan yangınlara bile müdahale etmede ya çok geç kaldılar ya da yetersiz kaldılar. Hep yaptıkları gibi başkalarını suçladılar, sorumluluğu kahraman ormancılarımıza attılar.

“Tasarruf etmek bizim için ihtiyaçtır”

Su güvencesi aynı zamanda gıda güvenliği anlamına gelir. Su yoksa tarım yok, gıda yok. Bizi ve canlıları hayatta tutacak dalımız yok demektir. Tarım ve gıda sektörü suya en fazla ihtiyaç duyulan, suyun en yoğun şekilde kullanıldığı alanlar olarak tebarüz ediyor. Gıda güvenliğimizi sağlamak için su kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanmak, tasarruf etmek bizim için ihtiyaçtır.