Müzik, kültürün önemli bir parçası…. Buna kimsenin bir itirazı olamaz. 
Kültür de belediyelerin sunduğu temel hizmetlerden birisi…  Buna da kimsenin itirazı olamaz…
Lakin kültür hizmetleri belediyelerin tek işi değil, müzik de kültürel etkinliklerin yegâne bileşeni değil…
Konser etkinlikleri ise müziğin kültürel bir etkinlik olarak kullanılacağı tek alan değil…
Mesela enstrüman kursları, şan kursları, geleneksel müzik aletleri imalatı gibi alanlar da kültürel etkinlik kapsamına girer…
Ama son saydıklarımın Türkiye’de PR olarak karşılığı yok…
Ebru Gündeş, Tarkan gibi sanatçıların konserleri daha fazla ses getiriyor.
Elbette bu şarkıcılar Türkiye’de hayran kitlesi olan dinlenen ve takip edilen şarkıcılar…

Ebru Hanım’ı ara ara ben de dinlerim…

Ebru Gündeş’i ara ara ben de dinlerim… Türk Sanat Müziği yorumları hoşuma gider… Hatta arabesk-fantezi tarzında okuduğu eserlerden de sevdiğim parçalar var… 
Tarkan ise beni tarz olarak pek açmıyor… Yaşım ve müzik zevkim pek Tarkan’a uygun değil… 
Onu daha çok gençler seviyor ve takip ediyor…
Her neyse konu bu değil….
Konu şu: Bu sanatçılar elbette sevilen ve toplumda karşılığı olan kişiler…
Belediyeler de bu isimlerle birlikte başka isimleri de zaman zaman konserlerine çağırıyorlar ve bu işlere yüksek bütçeler ayırıyorlar… 
Öyle böyle değil… 60 Milyon, 70 milyon vs… rakamlar havalarda uçuşuyor. 
Şarkıcı kazanacak, sanatçı kazanacak tabi… Kazanacak ki ayakta durabilsin ve yeni şeyler üretebilsin. Buna da itirazım yok. 

Popülizm yok mu o popülizm?

Ancak popülizm ve savurganlık girince işin içine….. 
İnsanın canı sıkılıyor. 
Belediyelerin harcadığı paralar halkın paraları. 
Hiçbir belediye başkanı bu paraları kendi kesesinden ödemiyor. Bunlar belediye bütçesinden çıkıyor…
Belediyeler ellerindeki kaynakları kullanırken, kamu yararı, sosyal fayda, kentsel gelişim, yerindelik, hukukilik gibi kriterleri gözetmek zorundalar. 
Kamu harcamalarında makuliyet esastır. Harcanan rakamlar kabul edilebilir olmalı. Kamu yararı gözetmeli, şeffaflık temel ilke olmalı. 
Belediyeler bir konser düzenliyor, burada harcanan para birkaç ayrı yere gidiyor. Organizasyon şirketi, sanatçı vs…

Belediye harcamalarında şeffaflık şart

Sanatçı dışındaki payların nereye gittiğinden, kimlere paylaştırıldığından tam olarak emin değiliz. Orada şeffaflık yok. 
Büyük çaplı devlet ihalelerinde “kırışma” dediğimiz bir yöntem vardır. 
Bağışlayın, herkesin bildiği bir şeydir bu…
Bir iş ihale edilir, buradan elde edilecek gelir pek çok el tarafından paylaşılır…
Medyadan takip ettiğimiz kadarıyla pek çok işte paylaşım oluyor…
İçerideki bürokrat, aracı-komisyoncu, ihaleyi alan şirket, sanatçı, sepetçi bu pastayı paylaşıyor…
Konser işlerinde sanatçının eline geçen para belki de işin yüzde onu…
Geri kalan para nereye gidiyor? 
Hadi diyelim ki geri kalanın yüzde yirmisi de teknik altyapı ve hazırlık hizmetlerine gitsin…
Yüzde yirmisi, otuzu da organizasyonu yüklenen firmaya gitsin. Bir miktar da vergi ödendiğini var sayalım. Geri kalan para kimler tarafından bölüşülüyor. 
Mesela bir takım merkezlere, kişilere mi kaynak sağlanıyor?
İşte burada tam bir şeffaflık yok maalesef…

Devasa rakamlar kimler arasında paylaşılıyor; bilen yok!

Ve ortada dönen paralar öyle az uz paralar değil. 60-70 milyon gibi rakamlardan bahsediliyor. 
Bugün arabesk fantezi dalında bir sanatçının kaşesi hadi olsun olsun da 20 milyon Tl olsun… 
Geri kalan para ne oluyor, bilmiyoruz. Ne kadarını şirket alıyor, ne kadarı vergiye gidiyor? 
Şimdi belediyeler bir kaynak üretme ve aktarma merkezine dönüşmüş durumda….
Siyasi partiler, partizanlar, iş adamları, yandaşlar belediyelerde üretilen kaynakları paylaşmak için birbirini çiğniyor…
Parti ayrımı yapmaksızın yazıyorum….
Kulağımıza geliyor bazı bilgiler elbet…
Geçmişte görüp yaşadığımız, tecrübe ettiğimiz hadiseler var.
Kimseyi zan altında bırakmak değil derdim. 
Dikkat buyurursanız hiçbir kurumu, kişiyi de hedef alıyor değilim…
Çok temiz, duyarlı, hassas belediye başkanları da var elbet..
Onları da alkışlamak lazım…

Halk neden bu işlerin takipçisi olmuyor?

Ama yanlış işlere bulaşanları da uyarmak, yaptıkları işleri takip etmek, kamu denetçileri yanında halkın da görevi olmalı… Halk da kendisini yönetenleri takip etmeli, sıkıştırmalı…
Bilgi edinme kanunu var memlekette… Bu kanun üzerinden bir dilekçe marifetiyle kurumlardan bilgi almak mümkün… 
Ama halkımız bu işlere pek hevesli değildir maalesef…
Kurulu düzen ve çıkar ilişkileri insanları sorgulama ve eleştirme tutumundan uzak tutuyor!
“Devlet kapısıdır, işim düşer” “aman kimseyle uğraşmayayım” düşüncesiyle insanlar hep bu tip şeylerden uzak dururlar. 
Oysa ki seçimden seçime oy kullanıp gerisine karışmamak marifet değil…
Marifet seçilmişleri icraat dönemlerinde de takip etmek ve halk denetimini kurabilmekte!
Bizde bu çok eksik…

Belediye başkanını halk azledebilmeli!

Mesela gelişmiş bazı Batı Avrupa demokrasilerinde yerel siyasette “geri çağırma” yöntemi var. 
Belli sayıda vatandaş bir belediye başkanını yetersiz ve zararlı buluyorsa belli yöntemlerle, başkanın görev süresi dolmadan başkan görevden azledilebiliyor…
Bizde de olsa iyi olmaz mı? Olur elbette ama dediğim gibi çıkar ilişkileri vatandaşları bu tip şeylere tevessül etmekten uzak tutuyor… Yarın oğlu okuldan mezun olunca belediyede işe koyacak, yoksulsa aşevinden yardım alacak, dairesine çatı yaparken belediyeden işi bağlayacak…..
Şimdi bu kafayla bu iş nereye gider? Gayet açık ve net herşey…
Şimdi dönelim tekrar konser meselesine…
Mesela belediyeler (elbette yapan vardır ama) iyi bir virtüöz, iyi bir yorumcu, iyi bir sporcu, iyi bir ressam, iyi bir yazar, iyi bir hattat yetiştirip, uluslararası üne kavuşma potansiyeli olan insanları yetiştirmekten ziyade daha günü birlik, popülist politikaları takip ediyorlar….
E halkın da hoşuna gidiyor mu? Gidiyor!
Sevdiği, takip ettiği, albümlerini aldığı bir şarkıcıyı karşısında canlı canlı görmekten haz duyuyor!
Bu da bir gerçek… 
Ama öbür tarafta bir şeyi kaçırıyoruz…
Nedir o? 
Rasyonalite, toplumsal fayda, kamusal yarar, kalıcı yatırımlar yapma ya da yapamama, kurumsallaşma!

Kalıcı değer üretmek lazım!

Toplumda kalıcı değer üretecek işler yerine günü birlik işler peşinde koşuyoruz. 
Tesisleşme, kurumsallaşma, süreklilik, takip yok.
İsraf, yolsuzluk, hoyratlık had safhada!
İnsanın içini acıtan şeyler bunlar. 
Mesela seçim kampanyalarında harcanan paraların acısı seçimlerden sonra milletin sırtından çıkarılıyor Türkiye’de!
Yalan mı? Hadi kalksın birisi yalan desin! 
Ben bir milletvekilinden canlı canlı dinledim. Adama daha aday adaylığı sürecinde yatırım yapmaya başlamış birileri… Araç, personel, kaynak tekliflerinde bulunmuşlar…
Abi sen aday ol yeter ki biz sana her türlü imkanı sağlarız. 
Peki karşılığı ne? Karşılığı daha sonra “iş takibi”, “ihale takibi”
Reddediyor bizimki hayır diyor… Bugün bana bu imkanları açan yarın benden neler ister neler diyor, reddediyor…
İsim vermeyeceğim yakın zamanda vefat etti….Bir partinin İstanbul MV idi… 
Belediyelerde de durum farklı değil… Herkes yaptığı siyasi yatırımın karşılığını kamu kaynakları üzerinden almak istiyor… 

Yiyen ve yediren seviliyor maalesef

Böyle olunca da yandaş, candaş, partizan, başkanın çevresini sarıp sarmalıyor…
Türkiye’de bu anlamda temel sorun siyasetin finansmanında… Bu sorun çözülmeden bu kısır döngüden kurtulamayız. 
Bunu kırmak zaman, ahlak, dirayet, etkili denetim ister….
Toplumsal ahlakımız çökmüş vaziyette, kamu ahlakı yerlerde sürünüyor…
Yiyenler ve yedirenler çok seviliyor…
Yedirmeyeceğim diyenler sistemden bir süre sonra tasfiye oluyor…
Kimse kusura bakmasın gerçekler bunlar….
Ağlanacak halimize gülmekle meşgulüz…
Temiz, dürüst, çalışkan insanları tabii ki istisna tutuyoruz.
Ancak yiyenlerin ve yedirenlerin baş tacı olduğu bir ülkede daha alacak çok mesafemiz var…
Üzücü ama gerçek…!

Tavsiyemiz: 

Belediyeler büyük çaplı konser işlerinden elini çeksinler. Bu işi yapan organizasyon şirketleri var. Bilet karşılığı yapılsın bu tip etkinlikler. Ayrıca bu tür etkinlikler ille de yapılacaksa bir alt ve üst sınır belirlensin. Makul ölçülerde… Hem sanatçıyı hem organizasyon firmasını üzmeyecek şekilde… 
Diğer yandan yapılan işte bir nitelik, katma değer ve geri dönüşüm aransın. Mesela uluslararası bir festival, bir konser, geleneksel hale gelir, etkinliğin yapıldığı yer uluslararası planda bilinir, tanınır, orada kültür ve turizmin gelişmesine katkı sağlar. Ekonomik hayat canlanır, turizm geliri artar… vs. 
Mesela Antalya Film Festivali, İstanbul Caz Festivali vs etkinliklerin bir getirisi var… Antalya bu sayede bilinen, tanınan, turizmin canlandığı yer haline geldi. Bu işlerin yerel ekonomik hayata da katkısı olur….
Müzikle ilgili de benzer şeyler olabilir…
Mesela Ankara’da bir Ortadoğu Müzik Festivali yapılsa güzel olmaz mı?
Ortadoğu’dan turist akar Ankara’ya….
Çağır Kahire’den Ümmü Gülsüm şarkıları okuyan bir şarkıcıyı, Lübnan’dan Feyruz’u getir…. Onur konuğu yap… Dev bir orkestra kur… En az elli kişilik yaylı grubu… Araplar hasta bu işlere… Hele de Türkiye’de olsa, oteller, restoranlar dolar taşar…
Maliyeti karşılayacak kadar da yerli dinleyiciden bilet ücreti kes… Hem kamu kaynağı kullanmamış olursun hem de dışarıdan döviz girer….
Zengin Araplar daha yüksek bilet bedelleri ödeyerek gelir bu etkinliklere…
İşin içine Araplar girince bazılarının tüyleri diken diken oluyor biliyorum… Epey eleştiri de alacağımın farkındayım. Ama şöyle bir gerçek var: Bizim toplum arabesk müziğe düşkün… Arabesk esintisi de malum Arap dünyasından geldi Türkiye’ye… 
Arabesk Sanatçılarından dinlediğimiz pek çok şarkının aslı Kahire, Şam, Lübnan, Tunus kaynaklı….
Hep batı hep batı…. O da olsun ama Türk dünyası, Arap dünyası ne güne duruyor? Oralara da bakmak lazım ara sıra. Bu işi de uluslararasılaştırmak ve turizme dönüştürmek lazım… 
Hasıl-ı kelam, getirisi götüründen büyük işler yapmak lazım bir!
Şeffaflığa ve kamu kaynağı hassasiyetine riayet eden bir ahlaka ihtiyacımız var, bu da iki…