Derler ki, Kadiruşağı köyünün kaderi, bundan 300 yıl kadar önce, köye gelen yabancı bir gelinin pişirdiği yemekle değişmiş… 
Efsaneye göre Kadiruşağı köyü daha önce başka bir yerdeymiş ve köyün bütün evlerinde hep aynı yemek pişermiş… 
Günlerden bir gün, köye dışarıdan bir gelin gelmiş… 
Gelin, köyün pişirdiği yemeği değil, farklı bir yemek pişirmiş…
Köyde bu söylenti yayılınca, köyün ileri gelenleri toplanmış ve ta yüzyıllardan beri devam edip gelen birlik ve beraberliklerinin bozulduğu gerekçesiyle; “Artık buralarda kalınmaz, haydi herkes toplansın, gidiyoruz! Aşımız işimize karıştı” deyip, şimdiki Kadiruşağı köyünün bulunduğu yere göçmüşler…

BÜTÜN ERKEKLER SAVAŞA GİDİNCE 12 YIL KÖYDE ÇOCUK DOĞMAMIŞ

Yine derler ki, Seferberlik döneminde (1. Dünya Savaşı’nda), köyden 80 erkek askere götürülmüş… 
Bunlardan sadece üç kişi sağ kalmış… 
Bu üç kişi de Ruslara esir düşüp, esir kamplarında çalıştırıldıktan sonra, ikisi bir yolunu bulup kaçmış, ta Rusya’dan Kadiruşağı’na yürüyerek gelmişler. 
Köyün bütün erkekleri askerde olduğu için, Kadiruşağı’nda tam 12 yıl hiç çocuk dünyaya gelmemiş…

AÇ KALAN KADINLAR 20 KİLO BUĞDAYA BİR TARLA VERMİŞ

Ve yine derler ki, Kadiruşağı köyü geniş toprakları ve arazileri olan bir yerleşim yeriymiş… 
Kıtlık ve seferberlik döneminde, aç ve susuz kalan kadınlar, hayata tutunabilmek için bir kırat (yaklaşık 20 kg. ağırlığında yerel tahıl ölçü birimi) una, pirince ya da fasulyeye bir tarla verirlermiş… 
Bu sefaleti fırsata dönüştüren Yeşilyurtlular, Kadiruşağı köyünün bütün arazilerine el koymuş…
Ve Kadiruşağı köylüleri derler ki; “Hem vatanımız için canımızı verdik hem de bütün arazilerimizi kaybedip fakir düştük.”
Şimdiki rotamız, işte bu efsane köy Kadiruşağı ile Gündüzbey arasındaki Akseki Dağı…

YÜRÜDÜKÇE UZAKLAŞAN AKSEKİ DAĞI!

Gezi arkadaşlarım Pehlivan Dursun Ateş ve Bedo… 
Hava güneşli, ılıman, berrak ve net… 
Geçen hafta taze kar yağmış, dört tarafımızı saran dağlar bembeyaz… 
Bu demektir ki hem tırmanıştan hem de fotoğraf çekmekten büyük zevk alacağız.
Ya Allah bismillah!
Dağın eteğine ilk adımımızı atıp şöyle zirveye bir bakıyoruz; “Yahu ne var ki, şuncacık yer, 1 saatte çıkarız” diyoruz. 
Bize dağ mı dayanır? 
O kadar da tecrübeli olduğum, dağın göründüğü gibi olmadığını bildiğim halde niye iddialı konuştuk ki, niye kendi kendimize hava attık ki?…

ÖYLE BİR DAĞ Kİ.. MARAŞ’I, ADIYAMAN’I GÖREN…

Çık babam çık, tırman babam tırman… Bitmiyor. 
Yahu hani şuncacık yerdi? 
Yol mu uzadı, yoksa biz tırmandıkça zirve bizden mi kaçıyor? Biz yürüyoruz da, ayaklarımız geri mi gidiyor? 
Aha geldik derken, zirve biraz daha gözümüzde büyüyor. Saatlerce yürüyoruz, geri dönüp bir bakalım dediğimizde, “Anaa, şuncacık yer mi yürümüşüz?!” diye şaşırıyoruz.
Geldiğimiz yolu birisi makasla kesip kısaltıyor mu nedir? 
Yoksa yaşlandık da haberimiz mi yok? 
Yorulduğumu, tıkandığımı, mecalimin kalmadığını iki yürüyüş arkadaşıma hissettirmemek için fotoğraf çekme ayağından durup durup dinleniyorum.
Kalbimin atışındaki sesi nasıl kısabilirim telaşı içindeyim… 
Ya kalbimin küt küt atışını duyarlarsa, ya karizmayı çizdirirsem, ya artık yaşlandığımı anlarlarsa, ya beni bütün millete deşifre ederlerse?… 
Allah’tan ki korktuğum başıma gelmedi; zirveye çıkmanın heyecanı ve sevinci içinde benim bünyemdeki depremden haberleri bile olmadı.
Bu gezi Bedo için daha anlamlı… Neden? 
Çünkü Bedo’nun annesi Kadiruşağı’ndan, babası Gündüzbey’li… 
Ve tırmandığımız bu dağ Gündüzbey ile Kadiruşağı arasında… Zirveye çıktığınızda bir yanda dünyanın en güzel köyü Gündüzbey (anne diyarı), öte yanda mahzun, garip ve çileli köyü Kadiruşağı (baba ocağı)… 
Duygu yüklüydü Bedo, dokunsan ağlayacaktı, o kadar mutlu oldu ki.. fakat bazen de dalıp dalıp gitti. 
Acıları, hüzünleri aklına geliyor, çünkü 6 aylık iken annesi Elazığ’da vefat etmiş, oraya defnetmişler, mezar yeri de kaybolmuş… 
Annesiz büyümek ne demek? 
Dua edecek bir mezarı bile yok… 
Bedo dağ başında, belki de yüreğinde derin izler bırakan bu acı dolu günleri hatırlıyor, içten içe büyük bir sızı yaşıyor. 
Bu soğuk dağ başında sinesini ateş gibi yakan anıları gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyor. 
Bedo, beyazlara bürünmüş dağların ortasında, zirvede, adeta karalar bağlıyordu: Annesini hiç görememek…
Evet, ama yine de mutluydu. 
Beyazlar, karlar, temiz hava, yürüyüşteki manzaralar Bedo’yu ve Pehlivan Dursun’u mutlu etmişti.
Zirvede çocuklar gibi şendik. 
Yaşlıcaydık ama içimizde hiç ölmeyen çocuğu da zirveye çıkarmıştık. 
Bağırıyor, karlarda yuvarlanıyor, düşüyor, kalkıyor, türkü söylüyor, havalarda uçuyorduk. 
Ben demiştim size, dağlar çağırdı mı gideceksiniz.
Ucunda ölüm de olsa, kalbiniz duracak da olsa, bir kayanın üzerinden düşüp ayağınız kırılacak da olsa, yuvarlanıp bir dere içine düşecek de olsanız.. gideceksiniz.
Dağlar bir sevdadır, bir özgürlük türküsü, muştudur, müjdedir, temizliktir, yeniden doğuş, çocuksu bir sevinçtir.
Biz de öyle yaptık. 

BEYDAĞI’NIN SELAM DURDUĞU DAĞ!

Dağların sessiz davetine icabet edip Akseki zirvesinde hayatımızın en güzel ve mutlu anlarını yaşadık. 
Her birimizin ya sağımızdaki köyde ya da solumuzdaki köyde unutulmaz acı tatlı anıları vardı.
Akseki öyle bir yerde konumlanmış ki, eteklerinde Malatya’nın uzandığı Beydağı önümüzde eğilip selam veriyor; Akseki’ye hürmetlerini iletiyor. 
Ta Elazığ, Sivas, Adıyaman ve Kahramanmaraş sınırları görünüyor. 
Şimdi tepede şiddetli ve soğuk bir rüzgâr var. 
Fazla oyalanmadan bir an evvel inişe geçmemiz lazım. 

DEFİNECİLER ŞABANDEDE’Yİ KÖSTEBEK OYUKLARI GİBİ EŞMİŞ

Kadiruşağı’na, Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinin merkezinden gidiyorsunuz. 
Köyün merkezine varmadan önce Şabandede adında bir mevkiye varıyorsunuz. 
Burada zamanında Ermeniler yaşadığı için, hazine olduğuna dair söylentiler dolaşırmış… 
Bu yüzden birçok hazine avcısı bölgede kaçak kazılar yapmış…

KOSKOCA VADİYİ SULAYAN BİR PINAR!

Acı dolu hikâyelerin yaşandığı Şabandede’yi geride bırakıp İnek Pınarı’na doğru yol alıyoruz… 
Bir zamanlar kaynağından çıkan suyla bütün bir Kadiruşağı vadisi hayat bulurmuş… 
Zamanında şehir halkı akın akın buraya gelir, söğüt ya da bir dut ağacının altında piknik yaparmış… 
10 yıl kadar önce su çekilmiş, pınarı kurumuş; adeta savaştan çıkmış gibi bir hali vardı. 
Her yer plastik ve şişe atıklarıyla kirletilmişti.

OSMANLI’NIN SADIK VE CEFAKÂR KÖYÜ KADİRUŞAĞI

Kadiruşağı… Osmanlı’nın sadık ve cefakâr köyü… 
Hem mazlum hem mağdur hem de asil… 
Bütün erkeklerini er meydanına sürecek kadar fedakâr, harama ve haksızlığa tevessül etmeyecek, kendi hakkını yiyenlerden intikam almayacak kadar asil… 
Kadiruşağı insanındaki temizlik ve saflık bir çocukta bile az bulunur. 
Bize Osmanlı’yı hatırlatan ve yaşatan bir köy… 
Sanki tarihin içinden, zamanın küllerinden dirilip gelmiş gibi…
Osmanlı insanını tarihten ve kitaplardan değil de, yaşayan bir köyünden öğrenmek istiyorsanız, Kadiruşağı orada, Akseki dağının öteki yanında…
Ne yazık ki işte bu köy ve Gündüzbey 6 Şubat depreminde yerle bir oldu. 
Bir tarih ve onca anılar kül olup gitti. 
Akseki Dağı’nın iki tarafı da öksüz kaldı.