MERT SAYAN – HABER MERKEZİ

ABD Başkanı Donald Trump’ın, 1.5 Milyon Filistinliyi zorla yerinden etme önerisi, Orta Doğu’daki barış umutlarını daha da uzaklaştıran bir adım olarak eleştiriliyor. 

Uluslararası hukuka aykırı olan bu öneri, bölgedeki mevcut çatışmaları derinleştirme riski taşıyor. Orta Doğu’da kalıcı barış için diplomatik ve adalet temelli bir yaklaşımın öncelik kazanması gerektiği vurgulanıyor.

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Mehmet Emir Aksoy, ABD Başkanı Donald Trump’ın 1.5 Milyon Filistinliyi sürgün etme önerisini değerlendirdi. Aksoy, bu tür bir yaklaşımın yalnızca uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmayıp, aynı zamanda bölgedeki mevcut çatışma dinamiklerini daha da derinleştireceğini vurguladı.

Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesinin, insan hakları ihlallerine yol açacağını ifade eden Aksoy, bu sürgünün bölgesel istikrarı tehdit eden yeni krizlerin doğmasına neden olabileceği uyarısında bulundu. Aksoy, böyle radikal çözümlerin ne Filistin halkı ne de bölgenin geleceği için sürdürülebilir bir çözüm sunmadığını belirtti.

“YENİ ORTA DOĞU PLANI”

Samimi Haber’e konuşan Aksoy, ABD ve İsrail’in Filistin meselesine dair pragmatik yaklaşımlarının, uzun yıllardır bölgede şekillendirilen stratejik bir vizyonun parçası olduğunu belirtti. Özellikle Trump dönemiyle birlikte, bu stratejinin daha somut adımlarla kendini gösterdiğini ifade eden Aksoy; “Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ve ABD konsolosluğunun Tel Aviv’den Kudüs’e taşınmasının, Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına aykırı olmasına rağmen, İsrail ile ABD arasındaki stratejik ortaklığın derinliğini gözler önüne seriyor” dedi.

Aksoy, bu adımların aynı zamanda ABD ve İsrail’in ‘Yeni Orta Doğu’yu inşa etme kararlılığının bir göstergesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca, bu yeni yapının, bölgenin siyasi ve güvenlik mimarisini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme amacını taşıdığını da ekledi.

Türkiye’nin bu konuda tarihsel rolü ve diplomatik deneyimine dikkat çeken Aksoy, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tarihi bağları ve bölgedeki etkisi sebebiyle Türkiye, Orta Doğu’da doğal bir garantör olarak görülmektedir. Türk diplomasisi, özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın liderliğinde taraflar arasında etkili bir iletişim ve denge zemini oluşturabilecek kapasitededir. Türkiye’nin tarafsız bir pozisyon alarak barış sürecine liderlik etmesi, mevcut gerilimi azaltma ve olası krizlerin etkilerini asgari düzeye indirme potansiyeline sahiptir”.

Aksoy, Türkiye’nin Filistin meselesi gibi tarihi çatışmalarda, uluslararası hukuka dayalı ve tarafsız bir diplomasi yürütme kapasitesine sahip olduğunu belirtti. Aksoy, Türkiye'nin bu alandaki tarihi birikiminin, bölgedeki barış ve istikrarı sağlama yönünde önemli bir rol oynadığını vurguladı. 

Diplomasi masasında Türkiye’nin sergilediği yapıcı ve uzlaşmacı liderliğin, yalnızca Filistin halkının haklarını korumakla kalmadığını belirten Aksoy; “Orta Doğu’da kalıcı barışın temellerini de atabilir. Türkiye’nin bu süreçteki rolünün, Henry Kissinger’ın ‘denge ve gerçekçilik’ ilkelerini yansıttığını ve tüm tarafların çıkarlarını gözeten bir diplomasi anlayışın mümkün olduğunu ortaya koyuyor” şeklinde konuştu. 

MISIR VE ÜRDÜN KARŞI ÇIKIYOR

Aksoy, Mısır ve Ürdün’ün ABD ve İsrail’in bölgedeki politikalarına karşı çıkışının, bölgede önemli bir diplomatik hareketliliğe yol açabileceğini belirtti. Ancak Aksoy, gerçekçi bir bakış açısıyla, İsrail’in bölgedeki askeri ve siyasi üstünlüğü göz önüne alındığında, bu ülkelerin etkisinin sınırlı olacağını da ifade etti
.
Özellikle Mısır’ın, 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda yaşadığı ağır yenilgiyle, bölgedeki güçlü liderlik algısını büyük ölçüde kaybettiğini vurgulayan Aksoy; “O savaşta neredeyse tüm hava kuvvetlerini kaybeden Mısır, bu durumun İsrail’in topraklarını genişletmesine olanak sağladığını hatırlatmak isterim. Bu tarihsel deneyimin, Mısır’ın askeri bir seçenekten ziyade diplomasiye öncelik vermesine neden oldu. Bu nedenle Mısır’ın bölgesel politikada daha çok diplomatik çözüm yollarına yöneldiğini ve askeri müdahalelerin sınırlı etkisi oldu” diye konuştu.

TÜRKİYE ANAHTAR ROLÜNDE

Aksoy, Ürdün’ün, milyonlarca Filistinli mülteciye ev sahipliği yapmasının, sosyoekonomik etkilerini önemli ölçüde artırdığını belirtti. Bu durumun, Ürdün’ü diplomatik yöntemlere yönelmek dışında başka bir seçeneği olmadığı gerçeğini doğurduğunu vurgulayan Aksoy, şöyle devam etti:

“Ürdün ve Mısır’ın bölgedeki Arap dayanışmasını güçlendirme potansiyeline sahip olduklarını, ancak askeri yöntemlerden ziyade uluslararası hukuk çerçevesinde hareket etmelerini daha fazla mümkün kılıyor.

Ahmed eş- Şara, Suriye geçiş hükümetinin cumhurbaşkanı oldu Ahmed eş- Şara, Suriye geçiş hükümetinin cumhurbaşkanı oldu

Türkiye’nin bu süreçte önemli bir rol oynayabilir. Türk diplomasisinin, tüm tarafların haklarını gözeten bir çözüm platformu oluşturma kapasitesine sahiptir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın liderliğinde Türkiye’nin, hem Mısır ve Ürdün’ün kaygılarını anlamaya hem de İsrail’i ikna ederek, uluslararası toplumu bu meseleye dahil etmeye odaklanabilir. Bu şekilde, bölgedeki gerginliğin daha yapıcı ve uluslararası çözüm odaklı bir şekilde ele alınabilir”.

Aksoy, İsrail’in bugüne kadar BM kararlarına uymamış olmasını hatırlatarak, bu girişimlerin tek başına yeterli olmadığını vurguladı. Gerçekçi bir çözüm için diyalog ve diplomasi yoluna dikkat çeken Aksoy; “Türkiye’nin arabulucu rolü, barışçıl bir çözüm sürecinin önünü açabilir ve bölgenin istikrarına katkıda bulunabilir” ifadelerini kullandı.

“SÜRGÜN PLANI ÇATIŞMAYA NEDEN OLABİLİR”

Aksoy, Gazze’deki Filistinli grupların, özellikle İran destekli Hamas'ın , bu tür bir politikaya sert tepki göstermesinin, bölgede yeni bir çatışmayı tetikleyebileceğine dikkat çekti. Aksoy, bu grupların saldırılara başvurmasının, İsrail’in güvenlik gerekçesiyle misilleme yapmasına ve operasyonlarını genişletmesine yol açabileceğini belirtti. Aksoy, bu döngünün, bölgedeki gerginliği daha da tırmandırabileceği uyarısında bulundu.

Aksoy, Filistin’in askeri eylemlerinin, bölge halkını daha büyük bir abluka ve izolasyonla karşı karşıya bıraktığını belirtti. Aksoy, duygusal tepkiler yerine gerçekçi politikaların benimsenmesinin zorunlu olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: 

“Barış ve istikrarın ancak diplomasi ve diyalogla sağlanabilir. Aksi takdirde, her yeni çatışmanın bölgedeki krizi daha da derinleştirir”.

“İSRAİL KENDİSİNE YAPILANI YAPAMAZ”

Aksoy, İsrail’in bölgedeki 3200 yıllık geçmişi ve tarih boyunca yaşadığı travmaların, günümüzdeki teopolitik doktrinlerinin temelini oluşturduğunu belirtti. Aksoy, Babil sürgününü Yahudi halkı için kimliklerinin en acı verici dönüm noktalarından biri olarak tanımladı. Ayrıca, bu tür tarihi travmaların başka halklara benzer acılar yaşatmak için bir gerekçe olarak kullanılmasının kabul edilemez olduğunu vurguladı.

Aksoy, İsrail’in bu politikalarını güvenlik ve stratejik hedeflerle meşrulaştırma çabalarının, bölgedeki gerilimleri derinleştirdiğine ve Filistin halkını daha büyük bir abluka altına aldığına dikkat çekti. 

“BARIŞIN YOLU”

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Mehmet Emir Aksoy, Orta Doğu’da güçlü olanın kazandığı ve haklı olanın genellikle göz ardı edildiği bir durumun hâkim olduğunu belirterek sözlerini şöyle tamamladı:

“Barış ancak haklı olanın da dikkate alındığı bir zeminde mümkün olabilir. Ayrıca Türkiye’nin, diplomatik yeteneği ve tarihi sorumlulu bu adaletsiz döngüyü kırabilecek potansiyele sahiptir. Barışa giden yolun güce değil, insani değerlere dayanması gerekir ve herkes bu sürece katkı sağlayabilir”.

Editör: Elif Erbay