MERT SAYAN - HABER MERKEZİ
Suriye’de her geçen saat gerginlik artıyor, muhalif grupların Halep’e kadar uzanan hareketliliği devam ediyor. Son olarak rejim karşıtı güçlerin Halep kent merkezine girdiği iddia edildi. Suriye ile İran’ın arasında stratejik ortaklığın söz konusu olduğunu belirten Çiftçi, Suriye’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail’in hedefi olduğunu da ifade etti.
Suriye’deki rejimin Arap Baharı sürecinden günümüze kadar devrilmek istendiğini vurgulayan Çiftçi, buna karşılık Suriye’deki modernleşme politikalarının bölgede rahatsızlık yarattığını söyledi. Çiftçi şunları söyledi:
“Suriye aynı zamanda ideolojisi itibariyle Arap oluşumunu temsil eder. İsrail’le barış yapmamış tek ülkedir. Aynı zamanda Suriye bir modernleşme politikasının uygulandığı ülkelerdendir. Bu durum özellikle Körfez ülkelerinde Suudi Arabistan gibi daha dini normların olduğu ülkelerde rahatsızlık yaratmıştır. Dolayısıyla Suriye’de bir rejim değişikliği arzu edilmiştir. Ancak, Suriye Rusya ve İran’ın alanda devreye girmesiyle, Amerikan ve İsrail projelerinin Orta Doğu’da engelleyicisi bir noktaya gelmiştir”.
İsrail yönünü Suriye’ye çevirdi
Halep’in Orta Doğu siyaseti bakımından önemli bir hedef olarak ortaya çıktığını ifade eden Çiftçi, bu kritik şehrin el değiştirmeyeceğini iddia etti. Çiftçi; “Bir yılı aşkın süren Gazze saldırılarında başarıya ulaşamayan İsrail, Lübnan’da Hizbullah’a yönelmesine rağmen orada da istediği başarıyı elde edemedi. Bununla birlikte ABD’nin de desteği ile rotasını Suriye rejimi üzerinde baskı oluşturmaya çalışacağı kanaatindeyim” diye konuştu.
Kamuoyunda son dönemde sıkça dile getirilen 3. Dünya Savaşı senaryolarını değerlendiren Çiftçi, doğu ve batı güçlerinin Ukrayna’da karşıya geldiğinin altını çizdi. Çiftçi; “Ortadoğu’daki cephe hattı Suriye ve İran hattı olacaktır” dedi.
Türkiye için tehdit olasılıkları
Çiftçi; “Bu bağlamda Türkiye’de son günlerde gündeme getirilen yeni bir Kürt açılımı ve bunun da daha çok güneydeki Kürtlerle ilgili olduğuna dair açıklamalar bütünlüklü olarak ele alındığında daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir. Tüm bunlar esasında Türkiye’nin bir pozisyon aldırılmasına ve ABD ile İsrail’le politikalarının ortaklaşmasına dönük çabanın bir tezahürüdür diye düşünmek daha doğru sonuçlara bizleri götürebilir” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin 90’lı yıllardan bu yana tehdit değerlendirmelerini güneyindeki hareketliliklere göre şekillendirdiğini hatırlatan Çiftçi, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’ye olası yansımalarından da bahsetti. Irak’ın kuzeyinde PKK, Suriye’nin kuzeyinde ise YPG yapılanmalarını tehdit olarak belirten Çiftçi, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Buna ek olarak IŞİD ve benzeri örgütlerin tehditleri devreye sokulmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin güney hattında meydana gelen her siyasal ve askeri değişiklik Türkiye’nin güvenliğini birinci derecede ilgilendirir. Türkiye bazı alanlarda sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmiş ve fiili kontrol sağlamıştır. Müttefikler oluşturmuştur. Türkiye’nin odaklanacağı bir alan olacağı düşüncesindeyim”.
Esad’ın şartları
Zaman zaman gündeme gelen ancak hâlâ gerçekleşmeyen Esad ile Türkiye’nin masaya oturması beklentilerini yorumlayan Çiftçi; “Esad’ın masaya oturma şartları, Türkiye’nin mevcut sınırlara askeri güçlerini çekmesidir. Suriye’nin de desteklediği gruplara desteğini sonlandırmasıdır. Türkiye’nin bu pozisyona geleceğinin emareleri yok. Aksine Türkiye son dönemdeki Kürt açılımı diye adlandırabileceğimiz politikasıyla da bölgeden çekilmeyeceğinin esasında işaretlerini vermiştir. Türkiye bir bakıma Misak-ı Milli doğrultusunda fiili durumlara girmiş görünüyor” diye konuştu.
“Türkiye genişlemeye zorlanıyor”
Bölgedeki gelişmelerde dış etkenlere dikkat çeken Uluslararası İlişkiler Uzmanı Çiftçi sözlerini şöyle tamamladı:
“Yani Amerika’nın, bir derece İsrail’in, İngiltere’nin tasarımları olabilir. Türkiye bu tasarımlar sonucunda güneyde bir genişlemeye zorlanıyor. İç siyasal yapısının federatif bir yapıya dönüştürülmesi tasarlanıyor olabilir. Bu batılı düşünce mantığında sorunların çözümü açısından iyi bir şey gibi de değerlendiriliyor olabilir. Ancak bölge halklarının birbiri ile ilişkileriyle tarihsel süreçlerine bakıldığı zaman, bunun istenen sonucu vermeyeceğini ifade edebiliriz”.