SAMİMİ ANALİZ
İsrail’le Filistin arasındaki sonu gelmez/gelmeyecek mücadele döngüsünde bir savaş daha sona erdi.
Kısa süre sonra bozulmak üzere bir ateşkes anlaşması daha yapıldı.
Bu kaçıncı savaştı, kaçıncı ateşkesti; muhtemelen kimse hatırlamıyor.
7 Ekim saldırısıyla birlikte İsrail, tarihindeki ender “mağduriyet” pozisyonlarından ikincisini yaşadı.
İlki, 1972 Berlin Yaz Olimpiyatları için giden 11 İsrailli sporcunun El-Fetih tarafından kaçırılıp öldürülmesiydi.
1972 “Kara Eylül” saldırısının ardından İsrail ve Yahudi lobisi, yoğun bir medya-spor-sanat-sinema atağına geçip, haklı ve mağdur olduğu tezini Batı kamuoyuna ciddi oranda kabul ettirmişti.
7 Ekim saldırısının yarattığı “mağdur İsrail” imajı, Siyonist rejimin 15 ay süren vahşetine perde yapıldı.
15 aylık bu süreçte Gazze’de yaşananları yalnızca “vahşet” diyerek geçiştirmek yetersiz kalır…
Düpedüz bir soykırımdı.
Bu soykırımda ölü, yaralı ve kayıplar dahil, Filistin halkının en az yüzde 10’unun “etkisiz” hale getirildiği yönünde hesaplar yapılıyor.
İSRAİL SALDIRMAKTAN VAZGEÇERSE YOK OLUR
Kuruluşunu izleyen ilk yıllarda İsrail, geçmişten kalan bazı anılar ve izlerin etkisiyle olsa gerek, Filistinlilere ve çevresindeki ülkelere saldırmaktan çekiniyor, saldırmak zorunda kalırsa da, karşı saldırı beklentisiyle korkular yaşıyordu.
Ancak süreç içinde;
1- Yahudilerin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kontrolünün istihbarat ve ordu dahil her alana yayılması,
2- İsrail’in modern ve etkili silah sistemleri üretmeye ve edinmeye başlaması,
3- … Ve en önemlisi de, İslam ülkelerinin korkaklığının, “bana ne”ciliğinin İsrail tarafından fark edilmesi, bu ülke açısından tam bir dönüm noktası oldu.
Bu fark ediş, ülkeyi yöneten Siyonizm’in var oluş felsefesinde bulunan, ancak gün yüzüne çıkmak için olanak ve fırsat arayan yayılmacı ve katliamcı yüzünün, giderek İsrail’in temel karakteri ve politikasına dönüşmesi sürecini tetikledi.
Siyonist anlayış ve hedeflerle İsrail’in devlet ve toplum yapısı, bugün gelinen noktada kaynaşmış görünüyor.
On binlerce bebeğin, kadının ve yaşlının katledildiği 15 aylık süreçte, İsrail’in Yahudi halkının bu soykırıma verdiği desteğin çok yüksek oranlarda çıkması biraz bu, Siyonizm anlayışının halka dek inmiş olmasından, biraz da “mağduriyet” görüntüsündendi.
Gelinen aşamada sürekli agresiflik, anlaşma bozma, sözünden dönme, durmadan öldürme, çevredeki hemen tüm ülkelere saldırma anlayışı İsrail devletinin temel politikası, hatta öyle görünüyor ki varlık sebebi haline dönüştü.
SİYONİST BİLİNÇALTI
Bu varlık gerekçesi Siyonist “devlet bilinçaltında” şu telkini doğuruyor:
“Sürekli saldır, sürekli rahatsız et, sürekli öldür, sürekli genişle.. hiç durma.. durursan düşersin ve yok olursun”.
Bu sanrı, elbette İsrail’in her bakımdan çok işine geliyor.
Yaptığı tüm ihlallere, giriştiği tüm azgınlıklara karşı gösterilen uluslararası tepkiler, arkasına aldığı dünyanın en güçlü/büyük ülkesinin kanatları altında kaybolup gidiyor…
Dahası, Yahudi para babalarının kontrolü altında küresel medya ve sosyal medya kuruluşları tarafından masum hale getiriliyor.
Siyonist ırkçılığın, vahşetin ve yayılmacılığın tüm organlarına, ruhuna dek işlediği İsrail devleti için Gazze soykırımı bir son değil, denebilir ki bir başlangıçtır.
Tüm dünyanın gözleri önünde, canlı yayınlarda 15 ay boyunca yapılan soykırım, bir bedel/fatura haline dönüştürülüp İsrail’in önüne konmak şöyle dursun, Batı medyası ve sosyal medyasında “mağdur İsrail” imajı altında yürütüldü.
“PİLOT BÖLGE” GAZZE
Siyonist rejim gerçekte Gazze’yi, daha ileriki aşamalarda yapacaklarını çok yönlü test etmek için bir deneme alanı olarak kullandı.
Yani Siyonist İsrail, “Büyük İsrail”i oluşturmak için girişeceği büyük mücadeleden önce, bu sürecin küçük bir modelini Gazze’de uyguladı ve neredeyse hasarsız atlattı.
Bundan sonraki aşamada, Gazze’de edindiği “deneyimlerle”, uygulama alanını daha geniş bir ölçeğe yayacağından emin olabilirsiniz.
İSRAİL HİÇBİR ZAMAN ASLA DURMAYACAK
Devlet yapısıyla ve (görünen o ki) halkın davranış kodlarıyla iç içe geçen “sürekli saldırı hali”, bundan sonraki süreçte İsrail’in temel politikası olacak.
Bu politikanın temeldeki yerini sağlamlaştırması, Gazze deneyiminin ardından oldu.
Yeni başlayan Filistin-İsrail ateşkesinin uzun ömürlü olmayacağını, olamayacağını aslında herkes biliyor.
İsrail’in olduğu bölgede kalıcı bir barışın kurulamayacağının da herkes farkında.
Çünkü İsrail, yapı taşlarında “saldırmak ve yayılmak” amacıyla kodlanarak kurulmuş bir devlet/ülke.
Saldırma ve yayılma amacından sıyrılırsa İsrail yok olur.
İSRAİL’İ DURDURAMAZLARSA “BÜYÜK İSRAİL”İN VİLAYETİ OLACAKLAR
Siyonizm ideolojisini ve İsrail’i kuranlar, Arapların bir özelliğini iyi çözmüş görünüyor.
Araplar, gücün karşısında geriler ve boyun eğer.
Karşısındaki rakibin/hasmın güçsüz kaldığını fark ettiğinde üzerine çullanır.
İsrail, hem genetiğinde bulunan Siyonist kodlanma ve ütopya gereği hem de çevresindeki hasımlarının yapısı gereği, “duramaz”.
Saldırmaktan, yayılma politikaları gütmekten vaz geçerse İsrail diye bir ülke kalmaz, yıkılır gider.
Bu noktada, İsrail’in varlığından ya da saldırgan tavırlarından rahatsız olan ülkelerin önünde tek seçenek var.
Akraba halklar olduklarından, Araplardaki “güç karşısında eğilme” özelliği Yahudilerde de var.
Buradan hareketle, İsrail’e hasım ülkelerin/halkların önündeki tek yol, tek seçenek, İsrail’i kendilerine saldıramayacak hale getirecek bir güce ulaşmak tek “kurtuluş yollarıdır.
Yoksa şimdilerde birtakım devlet/ülke adlarıyla anılan yerler, çok değil, en fazla orta vadede Büyük İsrail’in vilayetleri haline dönüşecektir.
Ya, İsrail’i “durduracaklar” (ki, bu da İsrail’in yok olması anlamına geliyor), ya da Büyük İsrail’in vilayetleri haline dönüşecekler.