Türkiye’nin başına 40 küsur yıldır tam anlamıyla bela olan PKK terörünün bit(iril)mesi için MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “başlattığı” süreç, 3 ay önce kimsenin hayal bile edemeyeceği noktalara hızla geldi.

Türk medyasının büyük bir bölümü, anlaşılabilir nedenlerle; PKK’nın bitmek üzere olduğunu, sonunun geldiğini, DEM ve arkasındaki terör örgütünün bu konuda çok samimi olduğunu, sürecin tereyağından kıl çeker gibi kolay ve zahmetsiz tamamlanacağını, terör belasından ebediyen kurtulacağımız temalarını işliyor. Ancak PKK terör örgütünü ve onun arkasındaki güçleri her yönüyle iyi tanıyanlar, bu olaydaki çelişkileri ve tuhaflıkları, soru işaretlerini görüp dile getiriyor. 

“Süreç” kendi içinde birçok tuhaflıkları ve soru işaretlerini barındırıyor. Terörün bitmesi, Türkiye’nin bu “uluslararası denetimli” beladan kurtulması elbet hepimizin dileği. Ancak süreçteki çelişkileri, tutarsızlıkları, tuhaflıkları dile getirmek de en az o kadar önemli bir yurttaşlık görevi.

Birdenbire ortaya düşen ve birçok duyarlı yurttaşın zihnini karıştıran, sorulara neden olan bu “acayip süreç”le ilgili olarak, önce tuhaflıkları ve tutarsızlıkları sıralayalım, ardından sorularımızı soralım.  

APO VAR, SELO VAR, KÖY AĞASI VAR… HALK NEREDE?

Silah bırakma, örgütü lağvetme ya da adına ne derseniz, işte o süreç, dikkat edilirse, halktan ayrı, halkın dışında ilerliyor. Çözümün tek yetkilisi, tek söz sahibi siyaset kurumu imiş gibi, dar bir kadro kendi aralarında sözümona randevulaşıp “barış çubuğu” tüttürüyor, havadan sudan konuşup dağılıyor. Oysa “sürecin” gerçek sahibi, terörden en çok zararı gören, canı en çok yanan 85 milyon olmalıydı. 

Ambulanslar artık hasta nakil yapamayacak! Resmi Gazete'de yayımlandı Ambulanslar artık hasta nakil yapamayacak! Resmi Gazete'de yayımlandı

Süreç öyle manidar işliyor ki, kimin kimle görüşeceği, ne yapacağı, ne söyleyeceği bile önceden ayarlanmış gibi, “kurgu” bir hava var. Bu durum size de tuhaf gelmiyor mu?

Belirtmeliyiz ki, bugün bu ülkede yaşayan yurttaşların en az yüzde 60’ının içine doğduğu kanlı terörün bir şekilde bitirilmeye çalışılması, kesinlikle umut ve memnuniyet vericidir. 

SÜREÇ KÜRESEL HESAPLARDAN BAĞIMSIZ MI?

Ancak ansızın başlayan bu süreci, bazı ülkelerin Türkiye odaklı hesaplarından, bölgemizin her bakımdan sorunlu ülkesi İsrail’den ve onun ütopyalarından; ABD’nin enerji kaynaklarını kontrol altında tutma, İsrail’i koruyup kollama ve Çin’e karşı mevzi kaybetmeme duyarlılığından ayrı düşünmenin olanaksızlığını görmek gerekir. 

Böyleyken, başta ABD olmak üzere terör, ekonomi, diplomasi, dil, kültür, toplumsal yapı, din gibi olgular üzerinden Türkiye’ye yönelik hesaplar yapan ülkelerin bugüne dek bizim hayrımıza, iyiliğimize, yararımıza yönelik hemen hiçbir olumlu iş planlamadığını, yapmadığını bilmek, bu konu için de çok önemli bir temel referanstır. 

Kimden gelirse gelsin, normalde böyle (yansıtılan içerikte) bir “silah bırakma ve örgütü lağvetme” girişimi karşısında, başta AB ve ABD olmak üzere “dostlarımız” koro halinde ve güçlü ifadelerle itiraz ederlerdi. Fakat dikkat edilirse hiçbirinden sürece ilişkin olumsuz tek sözcük çıkmadı. Bu sizce de tuhaf değil mi?

SÜRECİ KİM, NİÇİN BAŞLATTI?

MHP Lideri Bahçeli, gökten düşer gibi; “Teröristbaşı gelsin Meclis’te örgütü lağvettiğini, silah bıraktığını açıklasın” dediğinde, herkes gibi iktidar partisinin de şaşırdığı, hatta Bahçeli’nin konuşmasından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haberi olmadığı iddia edildi. Bu bir iddia, tamam, ancak önemli bir ayrıntısı var: Ne Erdoğan, ne de iktidar partisi; “İddialar doğru değil, haberimiz vardı” demedi. 

Eğer iddia doğru ise, yani Bahçeli 22 Ekim çağrısını Erdoğan’dan ve hükümetten habersiz, kendi başına, kendi kararı ve iradesiyle yaptıysa, MHP hükümetin resmî ortağı değilse bile, onun liderinin sözlerinin hükümet için de bağlayıcı olacağı gerçeğinden hareketle, MHP’nin/Bahçeli’nin bunu yapması bir risk, bir çelişki değil mi?

“SÜRECİN” GÖKTEN DÜŞER GİBİ BAŞLAMASI TUHAF DEĞİL Mİ?

Onlarca yıldır Türkiye’nin temel sorunu olmuş bir tümörün nasıl kesilip atılacağını hükümetin düşünüp, planlayıp, yol haritasını çizdikten sonra açıklaması gerekmiyor muydu? Bu sizce de tuhaf ve tutarsız değil mi?

Ya da iddia doğru değilse ve Bahçeli’nin çağrısından Erdoğan’ın ve iktidar partisinin haberi, bilgisi, onayı varsa, neden ilk başta AK Parti ve Erdoğan “ortağının” çağrısına temkinli yaklaştı? Halktan gelebilecek olası olumsuz bir tepkiyi üzerine çekmemek, böyle bir durumda konuyla ilgisi yokmuş gibi görünmek için MHP’yi ve Bahçeli’yi “paratoner” olarak mı kullandı? Bu sorunun kesin yanıtını Erdoğan ve Bahçeli dışında kimse veremez elbette. 

PKK EN AVANTAJLI DÖNEMİNDE NİYE KENDİNİ LAĞVEDİYOR?

PKK, tarihindeki beki de en büyük kazanımları elde ettiği dönemi şimdilerde yaşıyor. Suriye’de, uygulamada devlet gibi yönettiği bir toprağa sahip oldu. ABD’den gelen on binlerce tır silah ve mühimmatın sahibi durumunda. İsrail’in artık açıktan verdiği sınırsız destek arkasında. AB dersek, onlar için de aynısı geçerli. 

Durum böyleyken, PKK açısından ilk kez bu denli avantajlıyken, gelen çağrı karşısında örgüt; “Ya artık burada bitirelim. Dağlarda yaşamaktan bıktık, Türkiye on binlerce adamımızı öldürdü, daha fazla ölüm ve acı olmasın, bırakalım silahları, lağvedelim örgütü, evlerimize dönelim” der mi sizce? Demesi size de tuhaf gelmiyor mu?

DEVLETİ “ÇÖZÜM”E RAZI ETMEYE ÇALIŞAN PKK!

Daha önceki “çözüm” süreçlerinde karşı tarafı ikna etmeye çalışan hep Türk devleti idi. Şimdi ise tam bir ters dönüşle, PKK ve onun siyasi uzantısı, parti parti gezerek Türk devletini sürece razı etmeye uğraşıyor. Yani bir yerde; “Biz silah bırakıp örgütü lağvetmek istiyoruz. Lütfen kabul edin” havası oluşturuluyor. Sizce de bu durum tuhaf, tutarsız ve manidar değil mi yani?

AMERİKA VE İSRAİL BUNCA “YATIRIMDAN” NİYE VAZGEÇİYOR?

Suriye ve Orta Doğu’daki planlarını PKK üzerinden kurgulayan, on binlerce tır silah ve mühimmatla donatan, Türkiye’nin ve SMO’nun olası saldırılarına karşı üsler kurarak, bir bakıma kendi askerlerini PKK’ya siper eden ABD, örgütün silah bırakmak ve kendini lağvetmek için bu kadar hevesli ve ısrarlı olmasına nasıl izin verebiliyor ya da izin veriyor mu? 

Böyle bir tutum, ABD gibi, 100 yıl sonrasına yönelik projeksiyonlar yapıp planlar kuran bir ülkenin genel mantığına, yapısına, politikasına aykırı değil mi? Bu durum size de tuhaf, acayip ve tutarsız gelmiyor mu?

PKK NE KARŞILIĞINDA SİLAH BIRAKIYOR?

Silah bırakma ve örgütü lağvetme karşılığında PKK/Dem cephesinin ileri sürdüğü şeklinde şayialar çıkan üç şartla ilgili açıklama yapan Ahmet Türk, bunlar genel af talebinin spekülasyondan ibaret olduğunu, Öcalan’dan da “umut hakkı” talebi gelmediğini söyledi. Geriye, ileri sürüldüğü söylenen şartlardan “kayyım atamalarının mahkeme kararıyla yapılması” kalıyor. Sizce de PKK’nın, kayyım talebinin yerine getirilmesi karşılığında silah bırakacağını, dahası örgütü lağvedebileceğini düşünmek saflık değil mi?

KÜRESEL MAŞALIKTAN, “BU BİR İÇ MESELEMİZDİR”

İmralı görüşmesinde Abdullah Öcalan’ın; “Emperyalizmin Orta Doğu’yu ele geçirme çabasına karşı ne yapmak gerekir? Başkası karışmasın, bu mesele bizim iç meselemiz” dediği söylentisi yayılarak, sanki olası soru işaretleri izole edilmeye çalışılıyor. 

O zaman sormak gerekmez mi; “Eğer Öcalan içeride ermediyse, Kandil kan dökmekten ve kan görmekten bıkmadıysa, PKK ne zamandan beri küresel güçlerin maşası olmaktan vazgeçti, emperyalizmin oyunlarına alet olmaktan ne zaman rahatsız oldu; Suriye’de fiilî bir devlet kurduğu, on binlerce tır silah ve mühimmatın sahibi olduğu, uyuşturucu ve petrolden gelen yüzlerce milyon doları kesesine doldurduğu bu dönemde mi?” diye?

Yani, PKK 40 küsur yıllık mücadelesinden, kendince kurduğu ve kurdurduğu hayallerden, otoritesi tartışılır bir eski liderin çağrısıyla hemencecik vaz mı geçecek? 

ÇÖZÜMÜN ESAS AKTÖRÜ KİM; DEVLET Mİ, PKK MI?

“22 Ekim süreci” ile ilgili, neden ortalıkta esas aktör olarak PKK’nın uzantısı parti dolaşıyor? Konu Türkiye’nin güvenliğinden de öte, bekasını doğrudan ilgilendirdiğine göre, elinde kapsamlı bir planı/projesi, yol haritası bulunarak “devletin” ortada olması gerekmiyor mu? 

Silah bırakma ve örgütü lağvetme gibi, 22 Ekim 2024 gününe kadarki aşamada kimsenin öngöremediği uç bir çözümün böylesine zahmetsiz, pazarlıksız, kolay gündeme gelmesi size tuhaf geliyor mu? 

Bu sürecin “iç siyasetin” kurgusu olmayabileceği, olayda siyaset üstü, hatta Türkiye dışı bir iradenin/iradelerin bulunabileceği olasılığı size de rahatsız edici geliyor mu? 

SURİYE’DE BİR PKK DEVLETİNE MECBUR MU EDİLİYORUZ?

DEM’in parti ziyaretlerinin, 40 küsur yıldır on binlerce masum insanı öldürmüş eli kanlı bir terör örgütünün temsilcilerine/elçilerinin gelişi gibi değil de, bayram ziyaretine gelmiş ahbaplarla havadan sudan muhabbetlerin döndüğü bir havada gerçekleşmesi, akıllara yeni sorular getiriyor. 

Acaba çözüm önceden “belli” de, bu yapılanlar bir formaliteden mi ibaret? Acaba Türkiye “22 Ekim”e mahkum mu ediliyor? Acaba bu süreç Türkiye için felaketin başlangıcı olarak mı kurgulandı? 

Türkiye, Suriye’de kurulacak bir “PKK devleti”ne razı ve mecbur mu ediliyor? ABD, PKK’nın Suriye’de sadece isim değiştirmiş hali olan PYD/YPG’nin ayrı bir örgüt olduğunu, PKK ile ilgisi ve ilişkisi olmadığını savunuyor. Türkiye ise tam tersini… PKK silah bırakacaksa ve kendini lağvedecekse, bu kapsamın içine örgütün Suriye kolu da girecek mi? Türkiye; “YPG/PYD de PKK’dır, onlar da silah bırakıp kendini lağvedecek” diye diretecek mi? ABD buna ne diyecek? 

PKK DEVLETİNE RAZI OLMA KARŞILIĞINDA PKK İLE ANLAŞMAK!

YPG/PYD silah bırakmayacaksa, kendini lağvetmeyecekse, PKK’nın silah bırakıp kendini lağvetmesi karşılığında yapılacak bir “barış” ne kadar gerçekçi olur? “Anlaşmanın” ardından PKK’nın Kandil’i, Hakurk’u, Metina’yı ve diğer kampları kapatıp, teröristler dahil tüm varlığını Suriye’nin kuzeydoğusuna  taşımayacağının garantisi olacak mıdır? 

Son olarak en can alıcı soruyu soralım: Türkiye, Suriye’nin kuzeydoğusunda kurulacak bir PKK devletine karşılık mı PKK ile silah bırakma ve örgütü lağvetme anlaşması yapacak? Bu anlamsız paradoks size de garip, tuhaf, sorunlu, hileli gelmiyor mu?

ÇÖZÜM HALK OYUNA SUNULMALI

40 küsur yıllık PKK teröründen en çok zararı gören, en fazla acıyı çeken bu ülkenin halkıdır. O bakımdan bu halk, eğer bir “çözüm” varsa/olacaksa, onun içeriğinden öncelikle haberdar olmayı hak ediyor. Bu mağdur/mazlum halk, zafer nidalarıyla hipnoz edilip, sonra yediği kazıklar, gördüğü zararlar, uğradığı yenilgiler yüzünden çok hırpalandı; kandırılmanın yıkımını çok yaşadı. 

Bu bakımlardan, “sürecin” şeffaf yürümesi çok önemlidir. Atılacak her adım, bu adımların ne anlama geldiği, ne getirip götüreceği halka eksiksiz ve yalansız anlatılmalı ve halkın onayı alınmalı. Yani, varılan mutabakat/çözüm 85 milyonun onayına sunulmalı. O nihai çözüm şeklini halk onaylarsa, çözüm yürürlüğe girmeli. Halkımız, derin irfanı ve sezgisiyle iyiyi kötüden ayırmayı hep bilmiştir. Halka başvurulduğunda, konuda da en doğrusunu yapacaktır. Yoksa, öyle görünüyor ki, “birileri” halkı es geçerek bazı sonuçlara ulaşmak istiyor ve bu da Türkiye’nin felaketi olabilir.

Editör: Elif Erbay