Gündem

Radikal Selefiliğin karanlık yüzü: Eski bir üye anlatıyor... Güçlenirlerse silahlanıp Türkiye'yi hedef alırlar

Son yıllarda özellikle Orta Doğu’daki savaş ve istikrarsız ortamdan ve emperyalizmin desteğinden faydalanan Selefi cihatçı gruplar, Türkiye’de de etkilerini artırdı. Türkiye’deki grupların kimisi direk DEAŞ ve El Kaide gibi terör örgütlerine terörist devşirirken kimisi de bu topraklarda güç kazanıp tağut dedikleri Cumhuriyet rejimine karşı cihat ilan etmeye çalışıyor.

Abone Ol

ERCAN KÜÇÜK - MERT SAYAN

Radikal selefi gruplar örgütlenmek ve sempatizan toplamak için teknolojiyi de kullanmaktan geri durmuyorlar. Sosyal medya platformlarında paylaştıkları videolarla kendilerini en iyi Müslüman olarak gösteren bu gruplar, dini hassasiyeti olan gençleri kandırarak kendilerine asker yapmaya çalışıyor. Bu grupların faaliyetlerini, sosyal medya aracılığıyla gençleri nasıl kandırdıklarını ve cihat için nasıl hazırlık yaptıklarını, yıllarca bu grupların içinde yer alan ve daha sonra kopmayı başaran 27 yaşındaki Fatih (güvenlik gerekçesiyle haberde ismi bu şekilde kullanılacak), Samimi Haber'e anlattı. Fatih’in hikâyesi, Selefi grupların sadece bireyler üzerindeki etkisini değil, aynı zamanda toplum ve ülke güvenliği açısından da taşıdığı riskleri ortaya koyuyor.

Din arayışından Selefi gruplara

Fatih, din üzerine araştırma yaparken 2017’de internet ortamında karşılaştığı videolarla Selefi fikirlerin etkisine kapıldığını söylüyor. İlk olarak Ebu Hanzala’nın videolarına denk gelen Fatih, bir gün izlemenin yeterli gelmediğini düşünerek Ebu Hanzala’nın Tevhid ve Sünnet Grubu dergisinin Bağcılar’daki 3-4 katlı yerine giderek gruba katılmış. Fatih bu günleri şu şekilde anlatıyor:

“Ben öyle namaz kılan, dinini yaşayan biri değildim. Kendi çapımda namaz kılmaya başladım. Daha sonra mahalle camisine gitmeye başladım. Kendimi iyi hissediyordum. Mutlu ve huzurluydum. Dinin gereklerini yerine getiriyordum. Bir yandan da evde internette farklı farklı hocaları dinliyordum.

2017 ağustos veya eylül aylarından biriydi, Ebu Hanzala adında bir cemaat liderinin videosu ilk defa karşıma çıktı. Videoda ‘Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler kafirdir. Oy verenler kafirdir. Askere gidenler kafirdir’ diyordu. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. O zaman 20 yaşındaydım. Askere gitmemiştim. Sonra korku ve panik bana yapıştı. İlerleyen zamanlarda aşırıya gidince bu korku daha da arttı. Videoyu izlediğim gibi aileme anlattım böyleymiş aslında dedim. Ailemle de tartıştım bundan dolayı. Ertesi gün de çıktım gittim. Gittiğimde orada birkaç kişiyi gördüm. Gerçek müslümanların bu selefiler olduğunu düşündüm. O dönem Ebu Hanzala cezaevindeydi. Oradakilere sorular sormaya başladım..”

Fatih bu gruba ilk katıldığında kendisinin dahi Müslüman olarak görülmediğine dikkat çekti:

“Ben yeni geldiğim için benden biraz çekiniyorlardı. Benim her şeyi tam olarak bilmediğimi düşünüyorlardı. Müslüman nitelendirmesi yapmıyorlardı. Benimle namaz kılmaya biraz çekiniyorlardı. 3 ay boyunca böyle her hafta sonu gittim. Orada ders veriyorlardı. Gidip görüşüyordum dini konularla alakalı. Tevhid ve tekfir… İlk anlattıkları şeyler bunlar oluyor. Oraya gelenler bir tuhaftı. Aşırıcıydı. Kimleri DEAŞ gibi giyinenlerdi. Halis Bayancuk gibi giyinenler de vardı. Şalvar gömlek şeklinde. Saç sakal birbirine karışmış gibiydi.

Ebu Hanzala grubunun geçmişte DEAŞ’le bağlantısı olduğunu daha sonra bunların birbirlerini tekfir ettiğini öğrendim. Araları bozulmuş. Cemaatlerinde azalmalar olmuş. Ama yine de gördüğüm kadarıyla DEAŞ sempatisi veya DEAŞ’lı olanlar vardı.”

Camiler ‘Dırar Mescidi’

Fatih, Bağcılar’da gittiği Tevhidçilerin binasındaki işleyişi de anlattı:

“Orada bir otopark var orayı işletiyorlar. Orada onların müşterileri veya cemaate gelenler oluyor. Oto yıkama işi yapıyorlar. Market var orada. O cemaattekiler oradan alışveriş yapar. Onun dışında bir de kitap dükkanı var. Okuma odası gibi bir yer var. Kadınların yeri var. Çocukları okula göndermeyenler var orada çocuklara eğitim de veriliyor. Erkekler için de 2. veya 3. katta büyük bir alanda ders veriyorlar. Sohbet yapıyorlar. Namazlarını orada kılıyorlar. Camiye görüşlerinden dolayı gitmiyorlar. Camiyi “Dırar Mescidi” olarak görüyorlar.

Allah’ın dinini bozmaya yıkmaya odaklı olarak görüyorlar camileri. Hocaları zaten tekfir ettikleri için hocaların arkasında namaz kılmıyorlar. Hatta fikir ve görüşlerinden emin olmadıkları kimseyle de namaz kılmıyorlar. Tağutun hükmünü onlara öğretiyorlar diye çocukları devletin okullarına göndermiyorlar.”

"Tek önemli şey sadece tekfir oldu”

Fatih, selefi fikirlere daha fazla kapıldıkça hem aile huzuru kaçmış, hem ibadetlerini aksatmaya başlamış, hem de psikolojisi bozulmuş. Bu 3 aylık süreçte hayatındaki değişimleri şu şekilde anlatıyor:

"Ben daha önce sanayide çalışıyordum. Bu görüşlere girdikten sonra başarılı iken geriye gitmeye başladım. İş yerindekileri tekfir ederek ayrıldım. Artık düzenli olarak bir yerde çalışamadım. Hep 2-3 ay çalışıp ayrıldım. Tamamen bu fikirlerin içinde olduğum için yavaş yavaş özgüven kaybı, kaygı, stres, yaşamaya başladım. Daha sonra da normal hayatıma etki etmeye başladı. Benim için önemli olan şey artık tevhid oldu. Tağut oldu. Tekfir etmek oldu. Namaz, sadaka, iyi ameller, zikir yapmak, nafile ibadetler yapmak veya nafile oruç tutmak artık geri planda kalmaya başladı. İbadetlerde gevşeklik olmaya başladı. İşimde gücümde aile yapımda genel bir bozukluk oldu. Genel bir aksaklık olmaya başladı. Evdekilerle, çevredekilerle bu konuyu konuşmak, tartışmak. Benim yaşadığım şeyleri yaşayan birçok insan var. Bu durumda olan kurtulmaya çalışanlar var. Hem görüşlerden hem de ruhsal bozukluklardan kurtulmaya çalışanlar var.”

Aşırılığın artışı ve yeni bir grup

Fatih 3 ay Ebu Hanzala’nın grubuna gittikten sonra daha da radikalleşmiş. Ebu Hanzala grubunu da eksik görüp yine sosyal medya üzerinden araştırmalara başlamış ve sonunda Mahmut Ebu Muaz ismindeki bir selefinin videolarına denk gelmiş. Muaz’la ilk temasını Facebook üzerinden kuran Fatih süreci şu şekilde anlatıyor:

“Ebu Hanzala’nın yanına gittiğim zaman zaten bir aşırı görüşe girdim. Mantık biraz değiştiği ve bozulduğu için daha da aşırıya gitmeye başladım. Silsile olaylarında onları yetersiz gördüm. Başka bir yere geçtim. Mahmud Ebu Muaz, Ebu Hanzala’dan daha radikal daha aşırıcı biri. Kendisine Facebook’tan yazmıştım. Öyle bir görüştüm, gittim. Ebu Hanzala’nın tekfir etmediği bir kişiyi o tekfir ediyor. Ben de bu şekilde daha aşırıya gittim. Silsile olaylarını da kabullendim. 1.5 sene oraya gitmeye başladım. Geçmişte Muaz, Hanzala’yla aynı fikirlerdeymiş, ayrılmış. Güneşli’ de birbirlerine yakın 500 metre uzaktalar. Ebu Hanzala’yı tekfir ediyor. Kendi yayınevi var. Bir cemaati var diyemem. Yayınevinin içinde küçük bir mescid var. Oraya haftada bir gitmeye başladım. Muaz, her hafta hemen hemen Youtube video atıyor. Tevhidle alakalı konuştuk. Ders yaptık. Sonra fıkıh dersi yapıldı.”

Çay ve süt satan radikal selefi

Fatih, Muaz’ın gelir kaynaklarını da şu şekilde açıklıyor:

“Bir binanın birinci katında yeri var. Hem kendi yazdığı kitapları satıyor, hem de diğer kabul ettiği kitaplar var. Her kitabı satmıyor. Tekfir, tevhid, tağutla ilgili kitapları satıyor. Babasından kalan bir pazar tezgahı var. Orada çay satıyor. Bir arada süt satıyordu.”

"Annen, baban, kardeşlerin.. Hepsi kafir”

Fatih, Muaz grubuna katıldıktan sonra kendindeki değişimleri ise şu şekilde anlatıyor:

“İlk başta bunlara başlamam zaten radikalliğin başı oldu. Silsile olayları aşırıya götüren bir karar oldu. Mesela kafir olan birisine rahmet okunmaz. Yaşayan birisine dua edemezsin. Bu tarz aşırılıklar oldu. Manevi olarak sıkıntı, stres, öfke, aynı soruların tekrar tekrar önüme gelmesi. Artık kontrolden çıkmış gibi bir şeydim.”

Fatih’e “Bu öfken kimeydi?” diye sorduk. Verdiği cevapta selefi grupların insanları sürüklediği psikolojiyi şu şekilde anlattı:

“Düzgün bir şekilde hayatını yaşayan bir müslüman bir anda bu fikirlerini benimseyince herkesin kafir olduğunu düşünüyor. Annesi, babası, kardeşleri akrabaları herkes kafir. Bu zaten insanı yıkıyor. Bu, korkuya da mahal veriyor. Bu görüşten sonra ‘ya benim bilmediğim başka tekfir olayları varsa’ diye düşünmeye başladım. Bu küçük bir kaygı yıkıntı değil. Ya yapmam gerekeni yapmadan ölürsem cehenneme gidersem ne olur?

Bir de öğretildiğine göre bazı şeylerin bilsen de bilmesen de mazereti yok. Her şeyi düşünmeye başlıyordum. Mesela tekfircilerin hepsi der ki ‘askere gidemezsin tağuta hizmet edemezsin.’ Peki sen alışveriş yaptığında o para tağutun askerlerine gitmiyor mu? O vergiler nereye gidiyor? O vergilerden askere orduya pay gitmiyor mu? Peki bundan nasıl kurtulacaksın. Tekfirin veya kafirliğin bir mazereti yok onlara göre.”

“Üzerimden sanki bir yükün boşaldığını hissettim”

Yaklaşık 1.5 sene Muaz grubuna giden Fatih bir süre sonra kendisinin de ‘Yaşayan birine rahmet dilenmez’ tartışması nedeniyle tekfir edilerek kafir ilan edildiğini belirtti. Yaklaşık 2 sene boyunca radikal selefi grupların içinde yer alan Fatih, artık dayanamayacak hale gelmiş. Fatih, Muaz grubundan ayrılmasını ve sonrasında kendini nasıl toparladığını ise şu şekilde anlattı:

“‘Yaşayan birine rahmet dileyemezsin’ dediler. Ben dileyebilirsin dedim. O şekilde tekfir edildim. Sonra tek başıma bir iki hafta devam ettim. Aslında mantık olarak aynı kafadayım ama duygusal olarak yorulmuştum. Dayanamayacak hale gelmiştim. Kısa bir süre sonra da artık sinir, stres, kafa karışıklığı psikolojik bozukluklara yol açtı. Daha sonra kafa dağıtmak için memlekete gittim. Şüphe ve soru işaretleri de artıyor. Kendi kendime diyorum ki; ‘eğer doğru olanı yapıyorsam doğru görüşteysem neden huzursuzum? Ruhsal bir zorluk içerisindeyim.’ Bu sorular bu denli artınca hiçbir gerekçe olmadan birden bu görüşleri bıraktım. Bıraktığım gibi de bir rahatlama geldi. Camiye gitmiyordum. Gitmeye başladım. Oy kullanmıyordum. Kullanmaya başladım. Bunların artık dinden çıkartan şeyler olmadığını anladım. Hiç pişman da olmadım. Üzerimden sanki bir yükün boşaldığını hissettim.

Psikolojik rahatsızlığa yakalandım, hala da devam ediyor. Ama çok şükür bayağı bir üstesinden geldim. Bunun kırıntıları kaldı. Çok zor dönemler geçirdim. Maddi, manevi. Ama manevi daha çok. Aşırı derecede yıprandım. 6, 7 senelik bir huzursuzluk, bir stres, bir kaygı, bir psikolojik rahatsızlık söz konusu. Ama çok şükür iyiyim. O görüşleri bıraktıktan sonra doktora gittim. Tedaviler, ilaçlar kullandım. Şimdi daha iyiyim. Mutluyum.

Bir de aynı zamanda bu fikirlerin, bu düşüncelerin ne kadar bozuk olduğunu da öğrendim. Bir tecrübe oldu, bir ders oldu. Hangisi olursa olsun bir cemaate gitmelerini tavsiye etmiyorum. Bir nizam kurulmuş zaten. Peygamber Efendimizden beri süre gelen bir nizam var. Bu camiler de peygamberin kurduğu nizamdır. Bu cami cemaatinden ayrılmamalarını tavsiye ederim. Ayrılırsanız benim gibi zarar görürsünüz. Ailenizle, maddi, manevi, psikolojik hatta dini boyutuyla birlikte çoğu şeyinizi kaybedersiniz.”

Mahkemeye düşsen bile…

Peki kimdir bu radikal selefi gruplar? Neyi savunurlar? Fatih, radikal selefilerin Cumhuriyet rejimini tağut ilan ettiğini, mahkemeye bile düşseler kendilerini savunmamaları gerektiğini vurguladı. Fatih, selefilerin Cumhuriyet rejimine karşı görüşlerini şu şekilde anlatıyor:

“Eğitime karşıydılar. Çocuklarını okula da yollamıyorlar. Okula gitmemek, askere gitmemek oy kullanmamak, memur olmamak bunların görüşleri arasında. Tüm memurlar onlar için kafirdir. Tağuta iman etmiş olarak görüyorlar.

Tağut ifadesini sürekli kullanırlardı. Oy kullanan herkes kafir. Atatürk ile ilgili de tağutun lideri, kurucusu olarak görüyorlar. Onlara göre yeryüzünde müslüman çok az.

Devlet başkanını, hakimleri tağut olarak görüyorlar. Peygamber bile bu kadar konuşmamışken bunlar neden tağut kelimesini bu kadar kullanıyor, dillerinden düşürmüyor? Bu kelimeyi kullanmalarının sebebi ilgi çekici olması. Herhangi hocaya veya cemaate gitsen tağuttan kelime olarak bahsetmez. Ama bunların çok kullanmasının sebebi müşteri çekmek.

Diyelim istemsizce o cemaate gidenlerden biri mahkemeye düştü. Atıyorum bir iftiraya uğradı diyelim. Bir grup diyor ki; ‘Orası tağutun mahkemesi Allah’ın hükmü yok. Sen orada avukat tutamazsın. Savunma bile yapamazsın.’. Bir grup ‘kendini savunman gerekiyor’ diyor.”

DEAŞ’ı bile kafir görüyorlar

Fatih, gittiği Ebu Hanzala ve Muaz gruplarının tekfircilikte IŞİD’in daha sert olduğunu hatta DEAŞ’ı bile kafir olarak gördüklerini de söylüyor:

“Bunlar DEAŞ’ı kafir olarak görüyor. Görüş bozukluğu olarak görüyor. Bunların tekfir konusundaki ölçüde bunlar daha aşırı. Bunların DEAŞ’tan tek farkı nedir? DEAŞ bir güç elde etti. Belli bir otoritesi oldu. Kitlesi çok oldu. Bunlar o kadar yok. Öyle bir güçleri yok. Kafa kesme olayı da olmaz diyemem. Çünkü fikirler belli. Yarın savaş çıksa onlar oturacak. Bunu kabul eden bir kişi Türkiye için savaşmayacak vatanını savunmayacak.”

Güçlenirlerse hedefleri Türkiye olur

Fatih, Halifeler Hz. Osman ve Hz. Ali döneminden beri radikal selefi grupların devlete karşı silahlandıklarını belirtti. Bu grupların Türkiye’de henüz yeterli güce ulaşmadıklarına inandıklarını, yeterli örgütlenmeye ulaştıklarında Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da cihat ilan edeceklerini vurguladı. Fatih, radikal Selefi grupların tehlikelerini şu sözlerle aktardı:

“Benim gittiğim yer küçük bir yerdi ama zihniyeti kirli bir yerdi. Bunların fikri ‘eğer güç elde edersek cihada kalkışırız’ şeklindeydi. İlk başta davettir. Belli bir güç elde etmektir. Finansal olarak belli bir güce ulaşmaktır. Ondan sonra cihad şart. Bunun ciddi kuralları var, bir lider varsa ona uyacaksın.

Diğer tarikatlar daha güler yüzlü olurlar. Çok ılımlılar. Selefilerde, tekfircilerde silahlanma oldu. Bu tarih boyunca da oldu. Ta Hazreti Ali döneminden beri olan şeyler. Hazreti Osman, Hazreti Ali döneminde olan tekfir şekil değiştirmiştir. O zaman o sorundu, bugün oy meselesi, asker meselesi. Hazreti Ali'ye kıyanlar, Hazreti Osman'a kıyanlar Türkiye'ye mi kıymayacak? Türkiye'nin vatandaşına mı kıymayacak? Aynı zihniyetler. O yüzden tehlikeli. Bunlar daha ciddi, daha aşırıcı, daha sert, agresif oldukları için tehlikeli. Terörize olurlar, oldular da zaten.

Şu an yapamamalarının sebebi yeterince güç olmadığı için. Bunu ben birinden duymadım. Ama bu açıkça gözüküyor. Bunların inancında olan bir şey. Bunların kitleleri artar cemaatleri büyürse Türkiye'de içeriden savaş başlatabilirler. Bunların yayılmaması gerekir. Hapis aslında onları daha da mazlum, haklı durumuna düşürür. Ama bunları asıl durduracak şey bilgidir, birikimdir, dini eğitimdir. Bunlar da tarikatların eliyle olmaz. Diyanetin hocaları ile olur.”