Nazmiye Arduç ile yapılan röportajımızda önyargının kökenlerini, kadına yönelik şiddetin boyutlarını esas alarak onun nedenlerini ve önlenmesi gerekenleri kendisi dile getirdi.

Türkiye’de yapılan araştırmalarda ortaya çıkan kadına şiddet verilerini, erkeğin olgusunu sorduğumuz sorular üzerinden çözümlendirdi.

İnsanlar arasındaki kadına karşı oluşan önyargının oluşma durumu ve bunun kökenleri nelerdir?

Bana sorarsanız biz insan evladının doğasının en kötü ve en inatçı özelliklerinden biri de, farklı olana karşı nefret hissetme motivasyonumuzun olmasıdır. Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, inanç, ten rengi ve benzeri gibi. Hepsi de kendimizce üretmiş olduğumuz sosyal kategoriler olup maalesef önyargı ve bağnazlıktan beslenirler.

Hepimiz doğamız gereği bir grubun üyesi olma, bir gruba ait olma eğilimi oldukça güçlüdür. Bunun başlıca nedeni ise ait olduğumuz grubun gücünden beslenmektir. Bir yandan kendimizi ait olduğumuz grubun gücünden beslerken diğer yandan kendi grubumuzu diğerlerine karşı kayırmak gibi bir düşünce tarzı da geliştiririz.

Önyargılar başka olgularla iç içe geçerek günümüze kadar gelmiştir. Bu nedenledir ki; insanlar arasındaki önyargının oluşma şeklini ve bunun kökenlerini sadece bir kökene, sadece bir nedene bağlamak da mümkün değildir.

Önyargılar;  psikolojik kökenli, tarihsel kökenli, kültürel kökenli ve hatta pragmatik (bazen gerçekten de diğer gruplara mensup insanlar size karşı harekete geçmiş olabilir) etkilerden ötürü oluşabilirler. Burada önemli önemli olan konu ise bir süre sonra sahip olduğumuz bu önyargıların bizleri düşmanca davranışlara sevk edebileceği gerçeğidir.

Türkiye’de yaşayan kadınların ise %43,4’nün en az bir şiddet türüne maruz kaldığı tespit edilmiştir. Tespit edilen bu şiddetin %18,4’nün fiziksel, %13’nün duygusal, %2,9’nun cinsel, %30,2’nin sözel ve %8,9’nun ekonomik şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Bu oranları düşürme noktasında neler yapılabilir?

Halk sağlığı açısından aile içi şiddetin önlenmesi için yürütülen girişimleri birincil, ikincil ve üçüncül önlemler başlığı altında ele almak daha sağlıklı olacaktır. Bu kapsamda birincil önlemler problem ortaya çıkmadan önce müdahale etmeyi hedeflerken, ikincil önlemler de soruna ilişkin ortaya çıkan ilk belirtilerin görülmesine bağlı olarak, ortaya çıkma sıklığını azaltmak için girişimlerde bulunulmaktadır.

Üçüncül önlemler ise sorunun yaygın bir şekilde varlık gösterdiği ve zarar verme boyutuna geldiği durumlarda harekete geçmeyi hedefleyen önlemlerdir. Bu kapsamda aile içi şiddet konusunda bilgilendirme amacıyla öğrencilere ve topluma verilen eğitimler birincil, belirli risk gruplarını (partnerine şiddet uygulayan erkekler) hedef alan programlar ikincil, aile içi şiddete maruz kalan bireylerin, uygulayanlara verilecek cezaların, şiddete maruz kalanlara yönelik tedavi şekilleri ile yardım imkânlarının belirlenmesini temel alan programlar da üçüncül önlemlere örnek teşkil etmektedir.

Kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi açısından mahkemelere, emniyet teşkilatımıza, sağlıkçılarımıza, sosyal hizmet sağlayıcılarımıza ve politika ile ilgilenen toplum kuruluşlarımıza görev düşmekle beraber bu kurumların uyum içinde birlikte çalışması gerekmektedir. Görüldüğü gibi bu süreç çok yönlü ve karmaşıktır. Bu nedenle aile içi şiddetin kişinin fiziksel olarak yaralanması, aşağılanması, depresyon ve özgüven eksikliği yaşaması, ekonomik yönden kısıtlanması gibi fiziksel, ruhsal ve ekonomik sonuçlarının da göz önünde tutularak ele alınması önem arz etmektedir.

Ayrıca kadına yönelik şiddet konusunda mücadele etmede atılacak önemli bir adım da şiddet olgusunun toplum tarafından kınanmasıdır. Aile içi şiddete maruz kalan ya da risk altında bulunan kadınların bilinçlendirilmesi ve böyle bir durum ile karşılaştıklarında başvuracakları kurumlar olduğu yönünde farkındalık yaratılması da büyük önem taşımaktadır.

Erkek olmak şiddetle özdeştiriliyor mu? Çocukların yetiştirilme tarzından evrilen bir şiddet olgusu var mı, buna nasıl tanık olabiliriz?

Evet, ne yazık ki öyle. Toplumun büyük bir çoğunluğu erkek olmakla şiddet olgusunu özdeşleştiriyor. Yıl 2021 ve iletişim çağındayız. Fakat hâlâ şiddetten bahsediyor olmak durumun vahametini ve evrilen bir süreç oluşunu da ortaya koyuyor. Erkeğin argo kelimeler kullanması, küfretmesi ve hatta şiddet uygulaması normal karşılanıyor. Aileler kız ve erkek çocuk yetiştirirken dahi cinsiyetçilik yaparak ailenin işleyişi ile bir takım görevleri bile çocuklarının cinsiyetine göre şekillendiriyor. Erkek ağlamaz, erkek yemek yapmaz, erkek bulaşık yıkamaz, erkek ütü yapmaz gibi… Bu algı ve kültürle yetiştirilen kız çocukları şiddet görmeye potansiyel kaynaklar haline dönüşüyor. Erkeklik bir imtiyazmış gibi algılanıyor. Ailede kadına yönelik şiddete kültürel olarak göz yumuluyor ve sonuç olarak bu davranış pekişiyor.

Bu arada bir de örnek vermek isterim. Aile içindeki iletişim şekli çocuklar tarafından da model olarak alınıyor. Ebeveynleri arasında geçen bir tartışmada sesi en çok yükselen partnerini susturabiliyor. Çocuk ise bu tablo karşısında sesi yükseltiyor olmanın bir güç simgesi olduğuna ve hatta savunulan şeyin %100 doğru olduğuna dair yanlış bir inanç geliştiriyor. Bununla birlikte ev ortamında kadının sürekli olarak ev işleri ile ilgili konularda performans sergilemesi, erkeklerin ise bu performansın sunulduğu üst düzey bir birey olarak algılanması pek tabi ki çocuğun bu durumu sağlıklı davranış olarak algılamasına da yol açıyor.

Bu modelle büyüyen çocuklar yetişkinlik dönemlerinde kuracakları ilişkilerinde de partnerlerine bu kısır döngüyü yansıtabiliyorlar. Özetle; çocuklar biz ebeveynlerin sözlerinden çok ayak izlerini takip ettikleri gerçeğini şiddetin sürdürebilir olmasıyla acı bir şekilde tecrübe ediyoruz. Bu nedenledir ki; çocuklarımızın gelecekte sergileyecekleri tutum ve davranışlarda sosyal öğrenmenin rolünü inkâr etmeden ve bedelinin ise sadece bir partneri değil toplum ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğini öngören bir ebeveyn tutumu sergilemeliyiz.

Kadına yönelik şiddetin nedenleri nelerdir? Nedenleri hakkında uzmanlar kendi çözümlemelerini yapabilir ancak bu nedenlerin doğurduğu olayları nasıl önlemeyebiliriz onu sormalıyız. Önleme noktasında neler yapılıyor/yapılmalı?

Kadına yönelik şiddet, üzülerek belirtmeliyim ki; günlük yaşantımızın bir gerçeği olmakla beraber gün geçtikçe de hızla artarak devam eden bir olgudur. Bu olgu aile bireylerini, çocukları ve aynı zamanda da yaşadığımız toplumu önemli ölçüde etkilemektedir. Öte taraftan ait olduğumuz kültürün de kadına yönelik şiddeti tolere ediyor olması ise bu vahim durumun devamlılığını beslemektedir.

Bu nedenledir ki; kadınların bir bölümü şiddet görmeyi hak ettiğini, erkeklerin bir bölümü de şiddet uygulamayı hak olarak görüyorlar. Kaldı ki kültürümüzün şiddeti bir disiplin aracı görürken erkeklerin de şiddeti disiplin ve ceza aracı olarak gördükleri de kaçınılmaz bir gerçek.