Merkez Bankası faiz kararının ardından

Abone Ol

22 Haziran saat 14.00’te ekonomi ile ilgili bütün kesimler nefeslerini tutmuş halde beklediler. Yapılan açıklama politika faiz oranının yüzde 8.5’ten yüzde 15’e çıkartılması oldu.

Açık söylemek gerekirse 6.5 oranındaki bu artış kimseyi tatmin etmedi.

Uzun süredir ''Nas'' gerekçesi öne sürülerek, enflasyon sonuçtur, faiz sebeptir söylemi bu şekilde “şimdilik” kaydı ile iflas etmiş oldu. Ancak artışın çok sınırlı olması henüz irrasyonel ekonomi politikasından rasyonel politikaya geçilmediği algısını da beraberinde getirdi. Bu artışa bağlı olarak ekonomi yönetimi ile Külliye arasında pazarlıkların süre gittiği, ne Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ne de Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın kendi özgür iradeleri ile davranamadıkları yorumları eksik olmadı.

Dolayısı ile bu görünüm esas itibarı ile uzun süredir devam eden Türkiye’ye ve Türk ekonomisine duyulan güvensizliğe son vermekten uzak kaldı. Türk Lirası değer yitirmeye devam ederken Türkiye’nin risk puanı (CDS) tekrar 500’ün üstüne çıktı.

Ancak bu gelişmeyi olumlu olarak değerlendiren yorumcuların da görüşlerine yer vermeden geçmeyelim. Evet belki yeterli bir faiz artırımı olmadı olmasına da, bu daha bir başlangıç. Esas itibarıyla politika faizini yüzde 40’ın üstüne çıkaracak şok bir artırım, başta bankacılık sektöründe ciddi krizlere yol açacak, sayıları giderek artan ve esasen iflas etmesi gereken şirketlerin iflaslarını hemen gerçekleştirecek, bu da istihdam sorununun daha da artmasına neden olacaktı. 

(Hoş TÜİK’in enflasyon verilerine de hiçbir güven olmadığı oranda yüzde 40’ın da afaki bir oran olduğunun altını hemen çizmekte yarar var. TÜİK gerçekleri rakama dökmediği sürece spekülatif değerlendirmeler kaçınılmaz olarak devam edecek.)

Dolayısıyla yüzde 15’lik yeni faiz oranına olumlu yaklaşanların kademeli olarak rasyonel bir ekonomi politikaya geçiş konusunda inançlarını yitirmedikleri anlaşılıyor.

Öte yandan yine aynı görüş doğrultusunda ekonomi yönetiminin rekabetçi bir kur düzeyine doğru Türk Lirasının değerini azaltmak, bu sayede ihracatı artırırken, ithalatı kısmak niyetinde olduklarını da ifade edenlerin sayısı az değil. Diğer ifadesi ile ekonomi yönetimi baskı altında değil, bilinçli bir özgür irade kullanarak faiz artırımını düşük tuttu!..

En azından Eylül ayının sonuna kadar hem turizm gelirleri hem de artacak ihracat sayesinde Merkez Bankası rezervlerinde göreceli bir iyileşmenin sağlanması da beklentiler arasında.

Doğal olarak Temmuz ve Ağustos aylarında yeni faiz artırımları ile daha gerçekçi bir sürece girilebileceği de olası.

Peki Eylül’den sonra ne olacak?
Turizm gelirleri gerileyecek ve Mart yerel seçimleri ile birlikte yeni bir popülist süreç başlayacak. Büyük olasılıkla Merkez Bankası’nın zor da olsa topladığı (ya da toplaması umulan) kaynaklar yeni bir israf döneminin içinde eriyip gidecek, Külliye tarafı büyük olasılıkla Merkez Bankası’ndan iyiye giden ekonomik konjonktür nedeniyle yine, yeniden faiz indirimleri yapmasını talep edecek, alışılagelmiş senaryo tekrar edecek.

Maalesef bu görünüm altında ne sayın Şimşek’in ne de Sayın Erkan’ın görev süreleri ile ilgili bir tahminde bulunma imkanı yok ve yine ne yazık ki Türkiye’nin öngörülebilir ülke olma doğrultusunda yol aldığını söylemek de imkan dahilinde değil. Kaldı ki ekonominin iyi yola dönmesi daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi sadece Merkez Bankası’nın politika faizi ile sınırlı değil. Teknik çalışmaların ötesinde demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygılı devlet algısını oluşturmadan bu kısır döngüden çıkmak olanaksız.

Hani neredeyse bütün yazılarımı bitirirken kullandığım “enseyi karartmayalım” temennisi umarım geçerliliğini uzun süre korur!

Herkese iyi bayramlar dileklerimle...