Ana Sayfa Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İBRAHİM YILMAZÇELİK
İBRAHİM YILMAZÇELİK

KADİM TÜRK YURDU; KARABAĞ

Küçük Kafkas Dağları’nın en yüksek kesimlerini oluşturan Karabağ bölgesi, Anadolu’ya geçişin kapısını oluşturmaktadır. Aksi yönde ise, Anadolu’nun, Kafkaslar ve ötesindeki kardeşleri ile irtibatının anahtarı konumundadır.

SSCB. ’in 1990 yılında dağılması ile 1991-1994 tarihleri arasındaki Karabağ Bölgesi, Rusların da desteği ile Ermeni işgaline uğramış ve işgal sonrası yaratılan bu fiili durum, Batılı Devletlerin destekleri ile Azerbaycan’a kabul ettirilmeye çalışılmıştır. 1991 tarihinde Dağlık Karabağ bağımsızlığını ilan etmiş ve bu sözde bağımsızlık ile Ermenistan’a bağlanmıştır. Bu dönemde, Azeri Türkleri, bir taraftan uluslararası camiadan yeterli destek alamadan devletleşme sürecini tamamlamaya çalışırken, diğer taraftan Rus askeri birlikleri destekli Ermeni saldırılarına karşı koymaya çalışmışlardır. Sonuçta ise 1994 tarihi itibariyle Azerbaycan, ülke topraklarının beşte birini kaybetmiştir.

Bu tarihten sonra, çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlarının liderliğinde kalıcı barışın temini doğrultusunda görüşmeler yapılmış, ancak amaçlarına ulaşan Ermenilerin uzlaşmaz tutumu nedeniyle herhangi bir sonuç alınamamıştır. Geçen zaman Ermenistan lehine olmuş, Ermenistan ele geçirdiği yerleri kendi sistemine her geçen gün daha fazla entegre etmeye çalışmıştır. Ancak Dünya siyasetinde meydana gelen gelişmeler ve 1994 yılından sonraki süreçte Azerbaycan’ın; Türkiye’nin de desteği ile kendisini toparlaması meseleyi 2020 yılında daha daha farklı bir yere taşımıştır.

Hazar Denizi’nin güneyini kullanarak, Batıya göç eden Türk kavimlerinin, ileriye hareketlerinden önce konakladıkları ve daha sonraki süreç içinde yerleşip vatanlaştırdıkları Karabağ, 30 yıla yakın Ermeni işgali altında kalmıştır. 1991-2020 yılları arasında Başta Birleşmiş Milletler kararları olmak üzere, birçok önemli uluslararası kurum ve kuruluşların kararlarına rağmen, Ermenistan işgal altında tuttuğu Dağlık Karabağ dahil yaklaşık %20’lik Azerbaycan toprağını geri vermemek için direnmiş, hatta bahse konu bölgeleri kendi topraklarına ve sistemine entegre etmek için çabalarını yoğunlaştırmıştır. İşgal edilen yerlerin Azerbaycan’a tekrar verilmesinin daha fazla sorunlara yol açacağına dair, yabancı menşeli yayınlar yapılıp, bu yönde “algı” oluşturulmuştur.

Tarihi ve coğrafi terim olarak Karabağ ve Dağlık Karabağ bölgelerinin neresi olduğu, bölgelerin coğrafi özelliklerini ve stratejik önemini bilmekte fayda vardır. Karabağ; Azerbaycan’da bulunan Kür ve Aras Irmakları ile Ermenistan sınırları içinde bulunan Gökçe Gölü arasındaki kapsayan dağlık ve ovalık kesimlerden oluşmaktadır. Tarihi Karabağ Hanlığının sınırları içinde bulunan bölgenin, batısında Ermenistan, doğu ve kuzeyinde Azerbaycan ile güneyinde ise İran bulunmakta olup, bölge coğrafi açıdan “Küçük Kafkas Dağlarının Merkezini” teşkil etmektedir. Dağlık Karabağ ise; 24 Temmuz 1923 yılında o zamanki Sovyetler Birliği Devleti tarafından, politik ve siyasi gerekçelerle, Karabağ toprakları içinde sözde Ermeni çoğunluğun bulunduğu bölgeleri içerecek şekilde oluşturulmuş, yaklaşık 4.400 km2 lik alanı kapsayan bölgedir.

Karabağ, Küçük Kafkas Dağlarının merkezi olarak tanımlandığı için Bu merkezin çekirdeğini ise Dağlık Karabağ’ın oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Karabağ bölgesi orta sıcak kuşak, orta soğuk kuşak ve soğuk kuşak olmak üzere üç ayrı iklim kuşağına ayrılmakta olup, yazları sıcak, kışları ise genellikle soğuk ve kurak geçmektedir. Bölge, sularının bolluğu, iklimin güzelliği, arazisinin verimli olması sebebiyle tarih boyunca büyük insan kütlelerini kendisine çekmiştir.  Dağlık alanı temsilen “Kara” ve bağlık gibi verimli arazileri temsilen “Bağ” şeklindeki Türkçe sıfat birleşenlerinden oluşan Karabağ ismi öz be öz Türkçe olup, bölgeye gelen Türk Kavimleri tarafından verilmiştir. Rusça’ da Dağlık Karabağ anlamına gelen “Nagorno Karabakh” ismi kullanılmakta ve bu isim tüm yabancı kaynaklarda da aynı şekilde yer almaktadır.

İsmini dahi Türklerden alan bir bölgenin, Ermenilerce nasıl ve neden tartışmalı bir bölge haline getirildiği ve uzun bir süre işgal altında tutulduğunu anlamak için bölgenin jeostartejik önemine bakmak lazımdır. Dağlık Karabağ, coğrafi açıdan Kafkasya, Asya ve Avrupa arasındaki transit ticaret yollarının kesiştiği bir noktada yer almaktadır. Bölge, jeostratejik açıdan Ermenistan ve İran’ı da kontrol edebilecek bir konumda yer aldığı için büyük güçlerin ilgisini her zaman çekmiştir. Dağlık Karabağ’ın, Hazar havzasının zengin doğal kaynak ve enerji rezervlerine olan yakınlığı ve Hazar Havzasının kontrol altına imkânına sahip olması, enerji kaynaklarının kritik madde olarak ön plana çıktığı günümüzde önemini arttıran başlıca faktördür. Bölge; Büyük güçlerin, Hazar havzasındaki petrol ve doğalgazı temini, üretimi ve sevkine doğrudan etki edebileceği imkânları sağlamaktadır.

Bölgedeki petrol ve doğal gaz yatakları, Ortadoğu enerji kaynaklarının alternatifi durumuna gelmiştir. Bölgedeki kaynakların emniyetli olarak Avrupa pazarlarına ulaştırılması açısından Karabağ’ın elde bulundurulması önem arzetmektedir. Karabağ, Merkezi Asya ile Avrupa arasındaki, İpekYolunun kavşak noktasıdır. Öte yandan keşfedilen ve yaratılan gerginlik nedeniyle henüz keşfedilmeyen maden yatakları, mineral suları ve orman ürünleri ile bölge Kafkasyanın en önemli kaynaklarına sahiptir.

Karabağ, kuzeyden ve güneyden gelen göçebe Türklere “kışlak” vazifesi görmüş, bölgeden geçen Türkler burayı kışlık karargâh olarak kullanmışlardır. Bunun yanında Azeri kültürüne önemli katkılarda bulunan birçok devlet adamı ve sanatçının yetiştiği topraklar olması açısından da Karabağ’ın Türk dünyası için manevî önemi bulunmaktadır. Ermeniler ise bu bölgenin Hıristiyanlığın son kalesi olduğunu iddia edip, dini duyguları sömürerek, uluslararası alanda kendi lehine kamuoyu oluşturmaya gayret etmektedirler. Jeostratejik önemine paralel olarak Karabağ bölgesi, enerji kaynaklarına hakim olmak isteyen başta Rusya olmak üzere bölgede hakimiyet kurmak isteyen tüm ulusal ve uluslararası aktörlerin dikkatini çekmiştir. Bölge eneji mücadelesinin oynandığı bir sahne görevi görmeye başlamış ve hatta bu mücadelenin merkezini oluşturmuştur.

Bölgenin tarihi geçmişi hakkında ise kısaca şunlar söylenebilir. M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren Azerbaycan’ın ilk sakinleri Orta Asya’dan gelen Saka Türkleri olmuş ve daha sonraları buraya asırlar içinde çeşitli Türk boyları gelip yerleşmiştir. Kimi Türk boyları ise buradan geçerek, Anadolu’ya yerleşmiş ve Anadolu’yu vatanlaştırmışlardır. Türk boylarının bu bölgeleri kışlak olarak kullandıkları, Dede Korkut hikâyelerinde kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlatılmaktadır. XI. yüzyıla kadar, çeşitli Oğuz boylarının yerleşmiş olduğu Azerbaycan, yüzyılın ilk çeyreğinde, Selçuklu Türk Devletinin kurucularından Çağrı Bey’in, Doğu Anadolu’ya yaptığı keşif seferinden sonra Türk nüfusunu barındıran bir bölge haline gelmiştir.  Alpaslan’ın 1071 yılında Bizanslılara karşı kazandığı Malazgirt zaferinden sonra Kafkasya’ya doğru yoğunlaşan Selçuklu Türk akınları sırasında Ermeniler, Bizans’a ve Müslüman Emirliklere tâbi olarak dağınık şekilde bulunduklarından, bölgenin tamamında nüfus olarak çoğunluğu oluşturamadıkları gibi, Selçuklular, 1045 yılında, Bizanslıları Gence’de bozguna uğratarak, bölgeye girdiklerinde, ne bağımsız, ne de yarı bağımsız herhangi bir Ermeni siyasi teşekkülüyle karşılaşmamışlardır.

Bölge, XIII. yüzyıldaki Moğol istilasına kadar Selçukluların yönetiminde kalmış ve bunu takiben önce Hülagu İmparatorluğu’nun ve daha sonra da İlhanlı’ların hâkimiyetinde kalmıştır. 1374’ten sonra Karabağ ve Nahcıvan bölgesine Karakoyunlu devletinin hâkim olduğu görülmektedir. Bunu takiben Karabağ, Kafkasya’ya hâkim olan Timur İmparatorluğu sınırlarına dahil olmuş, bu süreçte Türk unsurları yoğun şekilde bölgeye yerleşmeye devam etmişlerdir. Timur 1402 yılındaki Anadolu seferinden döndükten sonra, Anadolu ve Suriye’den getirdiği 50.000 Türk ailesinin bir kısmını Karabağ’da iskân etmiştir. Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkleri’nin yönetimi altında da bulunan bölge, XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti ile İran Safevi ve Afşar Hanlıkları arasında çekişmeye sahne olmuştur.  Sık sık el değiştiren bölgede Afşar Türk Devleti Şahı, Nadir Şah’ın 1747’de öldürülmesiyle birlikte merkezi otorite zayıflamış ve çeşitli Türk Hanlıklıkları ortaya çıkmış, bu Hanlıklar 1844 yılındaki Rus işgaline kadar olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Güney Kafkasya’da Azerbaycan bölgesinde kurulan başlıca müstakil Türk Hanlıkları; Bakü, Kuba, Erivan, Nahcivan, Karabağ, Şeki, Şinvan, Talış ve Derbent Hanlıklarıdır. Türk ailelerinin egemenliği altındaki bu hanlıkların tamamında, Türk nüfusu ağırlıklı olarak bulunmuş, hatta Erivan Hanlığında dahi 1826 yılında Türk nüfus yoğunluğunun Ermenilerin çok çok üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Ermeniler tarafından hak iddia edilen Karabağ’da, 1747 yılında Penah Ali Bey tarafından merkezi Şuşa olan Karabağ Hanlığı kurulmuştur. Hanlığın sınırları güneydoğuda Kür-Aras nehri, batıda Keşbek, Salvartı ve Erikli Dağları ile Gökçegöl, doğuda Kuran-Kür Nehirlerine kadar uzanmıştır. Gürcistan’ın işgaliyle Kafkaslara yerleşmeye başlayan Rusya’nın, etkinliğini Azerbaycan ve İran’a doğru uzatmak istemesi, Karabağ Hanlığını ele geçirilecek ilk hedeflerden birisi haline getirmiştir.                                            

Rusya’nın Hanlıklar üzerine ve İran’a baskısı 1812-1813 yıllarında İran ile savaşa yol açmış, ancak İran yenilerek 1813 tarihinde Gülistan Anlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Bu anlaşma ile Karabağ’ın yanında Dağıstan, Bakû, Şirvan, Kuba ve Derbent Hanlıkları tamamen Rusya’nın eline geçmiştir. Hanlıklarda, takip eden 10 yıl içinde yönetimin tekrar ele geçirilmesi maksadıyla birçok ayaklanma çıkmış ancak Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu güç durum ve İran’ın yetersiz desteği sebebiyle, ayaklanmalar başarılı olamamıştır. İran’ın kaybettiği yerleri alma girişimleri, Rusya ile tekrar savaşa yol açmış, neticede 1828 yılında Türkmençay Anlaşmasını imzalamıştır. Bu anlaşma ile Rusya, Gülistan Anlaşması ile aldığı yerlere ilave olarak, Erivan ve Nahçivan Hanlıkları’nı da topraklarına dâhil etmiştir.

Rusya, Türkmençay anlaşması sonrasında, gelecek yüzyılları dahi etkileyecek göçmen politikasını devreye sokarak, Osmanlı Türkleri, İran Türkleri, Kafkasya ve ötesinde bulunan Türkler arasındaki irtibatı ve gelecekte olabilecek ilişkileri kesecek, Kafkasya’yı ve kaynaklarını etkileyebilecek, kendisine müzahir bir bölge ve devlet yaratmayı amaçlamıştır. Bu maksada ulaşabilmek için kendisine en yakın gördüğü Ermenileri hedef seçmiş, Osmanlı ve İran bölgelerinde bulunan çok büyük miktarlardaki Ermeni gruplarının Erivan ve Karabağ bölgesini içerecek şekilde Kafkaslara yerleşmesini sağlamıştır. Öte yandan Kafkaslarda yaşayan Türklerin ise Anadolu’ya ve İran’a göç etmelerini teşvik etmiş, bu doğrultuda baskı uygulamıştır. 1823 yılında yapılan Rus Nüfus sayımına göre Karabağ’daki Ermeni oranı %9 iken (%91 Müslüman), bu oran 1932’de %35 (% 65 Müslüman)’e, 1882’de ise % 53 (% 47 Müslüman)’e çıkmıştır. Sadece bu rakamlar bile bölgede nasıl bir oyun oynandığı açıkça göstermektedir.

Çar I. Nikola’nın emri ile Ermenilerin yerleşmiş olduğu Erivan ve Nahcivan Hanlıklarının topraklarını içine alan merkezi Erivan olan bir Ermeni bölgesi kurulmuştur. İşte 1991 tarihinde Dağlık Karabağ’ı ve Azerileri topraklarının % 20’ni işgal eden, Nahcivan ve Anadolu’dan toprak talep ederek büyük Ermeni Devleti hülyası ile yaşayan, sözde 1915 olayları ile sürekli Türkiye’nin önüne engel çıkaran Ermenistan’ın kuruluşunun ilk aşaması böyle gerçekleşmiştir. Rusya bu tarihten itibaren, Ermenistan’ı stratejik emelleri doğrultusunda sürekli olarak kullanmıştır. Özellikle Anadolu ve Kafkasya’daki Türkler ile ilgili olumlu bir gelişme olduğunda, Ermeni konusu, Rusya tarafından kaşınmıştır.

1870 yılında yapılan idari reformlara paralel olarak, Azerbaycan tamamen Rusya’ya bağlanmıştır. XIX. yüzyıl son sonlarındaki Bakü Petrollerinin tespiti, bu bölgeye Rusların yanı sıra daha fazla Ermeni nüfusunun gelmesine yol açmıştır. Yapılan bu düzenlemelerle Rusya, bölgede homojen bir yapı bırakmamış, bölgedeki Türk etkisini ortadan kaldırmıştır. Bu arada Fransız ihtilalinin yakmış olduğu milliyetçilik ateşi Ermenileri de etkilemiştir. Osmanlı Devletinin Balkanlardaki topraklarında bağımsızlığını kazanan diğer ulusların takip etmiş oldukları şiddet ve terör yolunu seçen Ermeni örgütleri, 1905 yılına kadar kadar hazırlıklarını tamamlamış, emellerini gerçekleştirmek için uygun şartların oluşmasını beklemişlerdir. 1904 yılında Rusların Japonya karşısında aldıkları yenilgi ve takip eden süreçteki karışıklıklardan istifade ile Ermeni Taşnaksutyun Cemiyeti faaliyete geçmiştir.

1905 Şubat ayının başında bir Türkün hapishaneye götürülürken, Rus Ordusunda görevli bir Ermeni tarafından öldürülmesi, olayların fitilini ateşlemiştir. Taşnaksutyun Çete liderinden Nikol Tuman Balyan önderliğinde hazırlıklarını tamamlayan Ermeni çeteler, katliamlarına başlamış, yıl boyunca başta Bakû, Gence, Nahcivan ve Erivan olmak üzere tüm Kafkasya’da terör estirmişlerdir. Tarafsız kaynaklarca da teyid edilen rakamlara göre olaylarda Bakü Valisi Nahagidzade ve bir çok üst düzey yönetici dahil olmak üzere, 10.000’nin üzerinde Azeri Türk’ü öldürülmüş, 158 Türk köyü tahrip edilmiştir. Ermeni tecavüzlerine karşı, Rusya’dan herhangi bir destek alamayan Azeri Türkleri, 1905 yılında Gence’de Ahmet Ağaoğlu önderliğinde Dıfai teşkilatını kurmuştur. Dıfai zamanla teşkilatlanmasını Bakü, Nahcivan ve Karabağ gibi merkezlere kadar genişletmiş, Ermenilere karşı başarılı savunma örnekleri vermiştir. Ancak, 1907 yılından sonra bölgede Rus rejiminin tekrar yayınlaşması neticesinde, Dıfai teşkilatına baskılar artmış ve Ahmet Ağaoğlu, Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Ahmet Ağaoğlu’nun ayrılması ile Dıfai teşkilatı, etkinliğinin azalmasına rağmen, varlığını 1917 yılına kadar sürdürebilmiş, bu tarihten sonra Musavat Partisi’ne dâhil olmuştur.

1917 Ekim ihtilali neticesinde ortaya çıkan kargaşadan istifadeyle, konfederasyon şeklinde merkezi Tiflis olan Gürcü, Azeri ve Ermenilerden oluşan Mavera-yı Kafkas Hükümeti teşkil edilmiş ve 22 Nisan 1918’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Güney Kafkas Hükümeti’nin teşkili ile Bakü petrolleri üzerindeki kontrolünü kaybedeceğini ve Almanya’nın Gürcüleri koruma bahanesiyle Kafkasya’da nüfuz alanı oluşturacağını anlayan Lenin, Ermeni kartını ortaya sürmüştür. Ermeniler, kendilerine biçilen oyunu mükemmel bir şekilde oynayarak, tüm Kafkasya’yı terör alanı haline getirmişlerdir. Tüm alınan savunma tedbirlerine rağmen, Rus destekli Ermenilerin tecavüzleri önlenememiş, 31 Mart 1918 tarihinde Bakü’de soykırım olarak nitelendirilecek katliamlarda bulunmuşlardır. Neticede, Azerbaycan ve Gürcistan Mayıs 1918 tarihinde Mavera-yı Kafkas Hükümetinden ayrılarak Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Cumhuriyetini, bu tarihlerde sınırları belirli kendine ait toprağı bulunmayan Ermenistan ise merkezi Tiflis olan Ermenistan Cumhuriyetini kurmuştur. Ermeniler, Mayıs 1918 ayının sonuna doğru, Erivan’da yeterli nüfus çoğunluğunu oluşturduktan sonra, merkezlerini Erivan’a taşımışlar ve Karabağ ile Nahcivan üzerinde hak iddia etmeye başlamışlardır. Ermenilerin, Erivan’daki Türk nüfusunu XIX. yüzyıl sonundan, I. Dünya Savaşı sonuna kadar geçen yaklaşık 20 yılda, % 83’den, % 4.3’e kadar düşürdüğü göz önüne alındığında, vahşetinin ne ölçüde olduğu kolayca anlaşılabilmektedir.

Tarihte kurulan ilk Türk Cumhuriyeti (Azerbaycan Cumhuriyeti)’ni, Osmanlı Devleti hemen kabul etmiştir. Yeni Devlet, Rus destekli Ermenilerin katliamlarını durduracak güce sahip olmadığından, Osmanlı Devleti’nden yardım talebinde bulunmuş, bunun üzerine Osmanlı Ordusu, Nahcivan üzerinden Azerbaycan’a ilerleyerek 15 Eylül 1918’de Bakü’ye girmiştir. Osmanlı Ordusunun bölgeye yerleşmesi ile 100 yılı aşkın bir süre kaynayan bölgede sükûn sağlanmıştır. Ancak bu durum çok da uzun sürmemiş, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesinin 11. ve 15. maddeleri gereğince Osmanlı Ordusu Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kalmış ve 17 Kasım 1918’de General Thomson komutasındaki İngiliz Kuvvetlerine Bakü’yü teslim etmiştir. İngilizlerin Bakü’ye girmelerinden cesaret alan Ermeni Generali Adranik komutasındaki Ermeni Kuvvetleri, Karabağ ve Nahcivan bölgelerine saldırıya geçmiştir. Saldırıların Karabağ’da katliama dönüşmesi sonucu, General Thomson Ermenilere bir nota vererek, saldırılarını derhal durdurmalarını istemiştir. Buna rağmen Adranek komutasındaki Ermeniler saldırılarına devam edince, Thomson, Karabağ’ın Azerilere ait olduğunu onaylayarak buraya Azeri bir Vali ataması yapmıştır.

Lenin’in yönetimdeki hâkimiyeti sağlaması, Rusların tekrar petrol yataklarına sahip Bakû’ye dikkatini çevirmelerine sebep olmuştur. Kızıl Ordunun doğrudan Bakü’ye girmesi direnişle karşılaşacağından, Bakû’de kendilerine müzahir gruplarla, Karabağ’da ise Ermeniler vasıtasıyla büyük bir isyan çıkması sağlanmıştır. Nitekim Azerbaycan Milli Hükümeti Ermenilerle ve Azerbaycan Bolşevikleriyle meşgul olurken,  Kızıl Ordu 26 Nisan 1920’de sınırı geçerek Bakü’ye ilerlemiş ve Bakü’yü ele geçirerek 28 Nisan 1920’de Neriman Nerimanov başkanlığında Sovyet Azerbaycan Cumhuriyetini kurmuştur. Kızılordu, Azerbaycan’ın bağımsızlığına son verdikten sonra, 6 Aralık 1920’de Ermenistan’ı, 11–12 Şubat 1921’de Gürcistan’ı işgal ederek, Sovyet rejimini Güney Kafkasya’ya yerleştirmiştir.

Sovyetlerin bölgeye gelmesi Karabağ konusundaki Ermeni arzularını arttırmış, Sovyet yönetimi Aralık 1920 tarihinde Karabağ, Zangezur ve Nahcivan’ın Ermenistan sınırlarına dahil edilmesini kararlaştırmıştır. Bu karar Azeri Sovyet Yönetimince kabul edilememesine rağmen somut hiçbir adım atılmamıştır. Karabağ ile beraber Nahcivan’ın daha 1918 yılında toprakları bile olmayan Ermenistan’a bağlanması bu iki bölgenin ilelebet Türk yurtluğundan ayrılması demekti. Ancak tarihin bir cilvesi olarak Anadolu’yu kurtaran başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı liderlerinin öngörüsü bu vatan topraklarının elden çıkmasına mani olmuştur. Daha Anadolu’daki kurtuluş mücadelesi henüz kurumsallaşma aşamasında iken, Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yolladığı, 1 Aralık 1920 tarihli talimatta, Azerbaycan toprakları üzerindeki hassasiyetini şöyle dile getirmiştir:

“… Azerbaycan’ın tamamen ve cidden müstakil bir devlet haline girmesine taraftarız. Ve bunu temin için Rusları gücendirmemek ve kuşkulandırmamak şartıyla teşebbüsat-ı lâzime de bulunulacaktır… Kafkasya meselesinin hudut, vesâit-i nakliye ve sâir gibi nokta-i nazarlardan hallinde dâima Azerbaycan’ın ve Şimali Kafkasya menfaatlerinin bilhassa nazar-ı dikkate alınmasına itina olunacağı gibi, Rus ve Ermeniler arasında akdolunan mütarekede Azerbaycan’a zarar veren maddelerin kaldırılmasına çalışılacak ve her milletin mukaddesatına hakim olması düsturuna binaen, Karabağ ve sâir gibi Türk ekseriyeti ile meskûn yerlerin Azerbaycan’a bağlı bulunması temin edilecektir…”.

Bu genel prensip esasları doğrultusunda; 2 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan ile yapılan Gümrü Anlaşması’nın 2. maddesine, 16 Mart 1921 tarihinde Sovyetler Birliği ile imzalanan Moskova Anlaşmasının 3. maddesine, 13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan ile imzalanan Kars Anlaşması’nın 5. maddesine, Nahcivan’ın özerk bölge olarak Azerbaycan sınırları içinde kalacağı ve buranın Türkiye’nin onayı olmadan değiştirilemeyeceği konmuştur.

Aralık 1920’de alınan kararın tam aksine yaklaşık dört ay sonra; Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan başarılı dış siyasetin neticesinde Stalin, Atatürk’ü gücendirmemek ve onu kendi saflarına çekmek için Karabağ’ın tekrar Azerbaycan’a bağlanmasına karar vermiştir. Kararın Ermenistan tarafından beğenilmemesi üzerine 4 Temmuz 1921 tarihinde Stalin’in başkanlığında yapılan toplantıda, Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi kararlaştırmışken ertesi gün, Karabağ bölgesinde otonom bölge yaratılarak, Karabağ’ın Azerbaycan topraklarına dahil edilmesi kararlaştırılmıştır. 7 Temmuz 1923 tarihinde Karabağ sınırları içinde sözde Ermeni çoğunluğun yaşadığı bölgeleri esas alarak “Dağlık Karabağ Muhtar Bölgesi” oluşturulmuş ve Azerbaycan sınırlarına dâhil edilmiştir. Bir ay sonra Dağlık Karabağ’ın merkezi Şuşa’dan, Hankendi’ye kaydırılmıştır.

Sovyetler Birliği döneminde, Dağlık Karabağ bölgesinde göreceli bir sessizlik hâkim olmasına rağmen, her Sovyet liderinin değişiminde ve önemli olaylardan sonra Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı ilhak etne çabaları devam etmiştir. Genel kabul gören “Ermeni hastalığı daim tekrar olunan bir hastalıktır” sözünü haklı çıkaracak şekilde, Ermeniler bıkmadan usanmadan girişimlerine devam etmiştir. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılma süreci, Ermenistan için kaçırılmayacak fırsatlar vermiş, bu kapsamda Gorbaçov’un, Glasnost ve Perestroyka politikalarının sağladığı ortamdan alabildiğine yararlanmışlardır.

İlk olarak Ağustos 1987 tarihinde Ermeniler, Karabağ ve Nahcivan’ın kendilerine bağlanması için 75 bin imzalı bir dilekçeyi Moskova’ya göndermiştir. Müteakiben, Gorbaçov’un Ermeni asıllı danışmanı Abel G. Aganbekyan, 16 Kasım 1987 tarihinde Karabağ’ın Ermenistan toprağı olduğu ve bölgenin Azerbaycan’dan ziyade Ermenistan’a bağlı olmasının gerektiğini açıklamıştır. Ekim ayındaki Ermeni nüfusun ağırlıklı bulunduğu Çardaklı’ya Azeri yönetici atanmasının kabul edilmemesi ve Dağlık Karabağ’da görevli memurların Ermenistan’da yargılanma talepleri gerilimi iyice tırmandırmış, Moskova’nın sessizliği ise Ermeni taleplerinin kabul edilmesi olarak telakki edilmiştir.

Ocak 1988 tarihinde, Ermeni zulmü ve baskısından bıkan binlerce Azeri, Ermenistan’ı terk etmek zorunda kalmıştır. 1 Şubat ve 11 Şubat 1988 tarihleri arasında Hankendi’de Ermeniler ayaklanarak, “bir millet, bir devlet” sloganı atmışlar, 13 Şubat 1988 tarihinden itibaren de Dağlık Karabağ’da silahlı eylemlere başlamışlardır.20 Şubat 1988’de Dağlık Karabağ Halk Temsilcileri Sovyet’i, Azeri üyelerin katılımı olmaksızın, 17’e karşı 110 olumlu oy ile Otonom Bölgenin Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (SSC) ile birleşmesini kararlaştırmış, ancak 23 Mart 1988’de Azerbaycan ve Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkez Komitesi bu kararı reddetmiştir.

28 Şubat 1988’de Bakü’nün 35 km. kuzeyindeki sanayi bölgesi olan Sumgait’te iddialara göre Sovyet istihbaratınca organize edilen olaylar meydana gelmiş ve olayların sonucunda 26 Ermeni ile 6 Azeri hayatını kaybetmiştir. Ermeniler bu küçük vakayı soykırım yalanı ekseninde büyüterek, uluslarası alanda Müslümanların, Hıristiyanları katlettikleri şekline sokmaya çalışmış, bu konuda da çok miktarda taraftar bulmuştur. İşgal altında tutukları toprakları, yapmış oldukları katliamları, neden oldukları zulüm ve acıları örtmek maksadıyla bu ve buna benzer Ermeni girişimlerine karşı etkin tedbir alınması, gelecek kuşaklara tarihimizin lekesiz olarak devredilmesini sağlayacak ve gelecek kuşakların zihinlerinde en ufak soru işareti dahi bırakılmamış olunacaktır.

İstediklerini alamayan Ermeniler, Ermenistan SSC’sinin pek çok bölgesinde özellikle de Azerilerin ağırlıklı olarak bulundukları Ararat bölgesinden Azerileri sürgün etmeye başlamışlar, Karabağ Ermenileri ise 12 Temmuz 1988’de Ermenistan SSC’sine bağlandıklarını bildirmişlerdir. Ancak SSCB Yüksek Sovyet Başkanlık Divanı bu kararı reddetmiştir. Bölgedeki karışıklığın 7 Aralık 1989’da Erivan’da meydana gelen büyük ölçüde can ve mal kaybına neden olan deprem nedeniyle azalması, Sovyetlerin tekrar bölge üzerinde kontrolünün artmasına yol açmıştır. Sonuçta Dağlık Karabağ’ın 11 Ermeni yöneticisi görevden alınmış, SSCB Yüksek Sovyet Başkanlık Divanı, 12 Ocak 1989 tarihindeki toplantısında, Dağlık Karabağ’ın Ermeni yöneticilerden alınıp, Moskova’nın doğrudan kontrolünde özel bir komite tarafından yönetilmesine karar vermiştir. Bu karar ne Ermenistan’ı ne de Azerbaycan’ı memnun etmesine rağmen, 1989 yılının ilk yarısına kadar bölgede nisbi sükûn sağlanmıştır. Ancak ikinci yarıda Ermenilerin Azeri Türkleri üzerine yoğun olarak yaptıkları baskı ve zulüm ile devam ederken 16 Temmuz 1989’da Ebülfez Elçibey liderliğinde Azerbaycan Halk Cephesi kurulmuştur. Azerbaycan Halk Cephesi’nin, son iki yıldır devam eden Ermeni eylemlerine karşı yeterli tedbir almayan Sovyetler ve Azerbaycan SSC yetkililerine tepki olarak kurulduğu ifade edilmektedir. Buna karşılık Dağlık Karabağ Ermenileri de Levon Ter-Petrosyan başkanlığında Ermeni Ulusal Hareketini kurmuşlardır.

SSCB Yüksek Sovyet’i, 28 Kasım 1989’da ise, Dağlık Karabağ’da teşkil ettiği Özel Komite’nin başarısızlığı üzerine, Dağlık Karabağ’dan çekilerek, 28 Kasım 1989’da, Dağlık Karabağ’ın tekrar Azerbaycan idaresine verilmesine karar vermiştir. Ermeniler karara 1 Aralık 1989’da Birleşik Ermeni Cumhuriyeti’ni kurarak karşılık vermişler ve hemen ardından Dağlık Karabağ Ulusal Konseyi, Azerbaycan SSC’sinden ayrıldığını bildiren bir karar almıştır. Azerbaycan Yüksek Sovyet’i ve SSCB Yüksek Sovyet’i Ermenilerin almış oldukları kararı kabul etmemişlerdir. SSCB’nin Dağlık Karabağ’dan çekilip bölgeyi kaderine terk etmesi, Ermeni şiddetini ve zulmünü daha da arttırmıştır. Çıkan olaylar sonucu sadece Şubat 1988’den beri 120’yi aşkın kişinin öldüğü rapor edilmiştir. Ocak 1990 Ayı’da çatışmaların şiddetlendiği bir dönem olmuştur. Bakü’ye gelen yaklaşık 200.000 civarında Azeri mültecinin acılarına oranla meydana getirdikleri küçük olaylar, Rus ve Avrupa basını tarafından abartılı olarak yayınlanmış, neticede, Ermeniler bu örtünün altında şiddetini gitgide artırarak eylemlerine devam etmişlerdir.

İddialara göre Bakü’de meydana gelen olaylar, KGB ajanları tarafından Sovyetler ’in Bakü’yü işgal edip Azerbaycan’da güçlenen, Halk Cephesini kontrol altına almak maksadıyla çıkarılmıştır. Gerçekten de 20 Ocak 1990 tarihinde Bakü civarında büyük askeri yığınak yapan Rus birlikleri, Bakü’ye girmiş ve 600 civarında Azeri’nin ölümüne neden olmuştur. Rus birliklerinin Bakü’de Azeri Halk Cephesi mensuplarını tutuklamaları ve yayın organlarını kapatmaları gibi eylemleri, aslında Azeriler ’de başlayan milliyetçilik ve mücadele azmini ortadan kaldırmayı amaçladıklarını, kanıtlayan önemli göstergelerdir. Ancak Rus işgali, başta ABD, İngiltere olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinden aldığı desteğe, Türkiye’nin tarafsızlık adı altında etkisiz politikasına rağmen, amacına ulaşamamış aksine Azerilerde ulusal uyanışa ve dayanışmaya katkıda bulunmuştur. Türkiye ise, Atatürk’ün 1921’de ve 29 Ekim 1933’te bu meselelerle ilgili yapmış olduğu konuşmalarda, ortaya koyduğu öngörüsünü anlamamış ve ne yazık ki, XXI. yüzyıla hazırlanamamıştır.

Bakü’nün işgalinden güç alan Ermeniler saldırılarına artan bir şiddetle devam ederken Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgali ile başlayan ve 28 Şubat 1991’e kadar süren Körfez Krizi, çatışmaların öneminin azalmasına neden olmuş, fırsattan istifade ile Rus Ordusu Bakü’de baskılarını arttırmıştır. Moskova’da 19 Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı yapılan başarısız hükümet darbesi, sadece Gorbaçov’u ve Komünist Partisini yıkmakla kalmamış, aynı zamanda Komünist zulmü altında kalan halkların özgürlüklerine yol açmıştır. Bu kapsamda, 30 Ağustos 1991’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmiş, Türkiye 1918 Mayıs’ında olduğu gibi, 9 Kasım 1991’de bu yeni Türk Devletini tanıyan ilk ülke olmuştur. Bunu takiben, Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermeniler, bağımsızlıklarını ilan ederek adını “Arstaklı Ermenistan Halk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmişlerdir. Azerbaycan Parlamentosu bu kararı protesto etmiştir. Ermenilerin, 1991 Eylül ayının ortalarında yeniden Azerbaycan sınırındaki köylere saldırmaya başlamaları ve sonrasında Rusya’nın yeni lideri Boris Yeltsin’in çözüm için çabaları Ermenilerin uzlaşmaz tutumu nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Tüm bu gerçeklere rağmen Rusya, Kafkaslardaki etkinliğinin muhafazası için stratejik ortak olarak 21 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ı seçmiş ve onları desteklemeye devam etmiştir. Ermenistan da hayati destek kaynakları açısından Rusya’ya muhtaç olması sebebiyle Rusya’ya yaklaşmaya devam etmiş, Rusya’dan aldığı destekle kendi milli ordusunu kurma çabalarını hızlandırmıştır.

Azerbaycan ise kendi Silahlı Kuvvetlerinin yetersizliğinin farkında olarak, Sovyet Ordusunda görev yapan askerlerini geri çağırmıştır. Bunun yanında 26 Kasım 1991 tarihinde Parlamentosundan geçirdiği bir karar ile Dağlık Karabağ’ın özerkliğini kaldırmış ve doğrudan merkezin kontrolü altına almıştır. Tabi ki siyasi bir karar almaktan çok, onu uygulama imkân ve kabiliyetinin olması daha önemlidir. Nitekim Azerbaycan’ın almış olduğu kararı uygulayabilecek gücü olmadığı gibi, karardan sonra Ocak ayı boyunca artan Ermeni şiddeti ile karşı karşıya kalmıştır. Şubat 1992 ayı ise Ermeni zulmünün tavan yaptığı bir dönem olarak tarihe geçecektir. Şöyle ki; Lübnan, İran ve Rusya tarafından teçhiz edilen düzenli Ermeni Birlikleri, Şubat ayının başından itibaren Azeri köyleri olan Malbeyli, Karadağlı ve Ağdaban’ı işgal etmiş, en az 99 Azeri Türk’ünü öldürmüş ve 140’ını yaralamıştır. 25-26 Şubat 1992 tarihlerinde ise 366. Rus Alayı destekli Ermeni güçleri, Hocalı ’da kadın çocuk demeksizin 600’ün üzerinde Azeri Türkünü katletmiş, geri kalan 7000 civarındaki halkı göç etmeye zorlamışlardır. Hocalı katliamından sonra Cumhurbaşkanı Muttalibov istifaya zorlanmış, 7 Haziran 1992’de Ebulfeyz Elçibey’in cumhurbaşkanlığına seçilmesine kadar, ülkeyi Yakup Memedov yönetmiştir. Yeterli savunma gücünü teşkil edemeyen Azerbaycan, aynı zamanda siyasi çekişmelerin içinde kaybolmuştur. Bu fırsatı iyi değerlendiren Ermeniler, 8 Mayıs 1992’de Karabağ’ın önemli merkezi olan tarihi Şuşa’yı ve 18-19 Mayıs 1992 tarihlerinde Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Lâçin’i işgal etmişlerdir.

Ebulfeyz Elçibey’in Cumhurbaşkanlığı’na gelmesi ile birlikte Azeri Kuvvetleri Dağlık Karabağ’a karşı taarruzlara başlamış, birlikler başarılar kazanarak kaybedilen yerleşim birimlerinden Agdere, Mardakert ve Aşağı Ağcakent’i geri almışlardır. Azerbaycan Meclisi’nin Ekim 1992’de Bağımsız Devletler Topluluğu üyeliğini reddetmesi ile Rusya, Azerbaycan’a yedek parça, mühimmat ve bakım malzemeleri sevkini kesmiş, bu durum zaten yeterince hazırlık yapamayan Azeri Kuvvetlerini olumsuz yönde etkilemiştir. Şubat 1993’de birliklerini tekrar organize eden Ermeniler, Dağlık Karabağ’ın kuzeyinde başlattıkları geniş çaplı taarruzlar ile Haziran 1992 ayında Azerilerin geri aldıkları toprakların büyük kısmını, tekrar ele geçirmişlerdir. Buna ilave olarak Kelbecer’i işgal etmişler, Fuzuli ve Agnam bölgelerini topçu atışlarıyla dövmeye başlamışlardır.

Aslında bu yenilginin en önemli sebeplerinden birisi, Karabağ’daki Azeri Birliklerinin Komutanı olan Suret Hüseyinov’un, Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey ile mücadelesi olmuştur. Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey, Kelbecer’in düşmesinde sorumlu olarak gördüğü Hüseyinov ile Savunma Bakanı Rahim Gaziyev’i görevden almak istemiş, ancak Rusya tarafından desteklenen ve silah, mühimmat yardımında bulunulan Hüseyinov’un 1993 Haziran ayında Gence’de başlattığı ayaklanma, Halk Cephesi iktidarının sona ermesiyle sonuçlanmıştır. Muhalefetin tamamının Elçibey ve Azerbaycan Halk Cephesi’ne karşı tavır alması sonucu Nahçivan Meclis Başkanı ve Yeni Azerbaycan Partisi lideri Haydar Aliyev 15 Haziran 1993’de önce Milli Meclis Başkanlığına seçilmiş, Elçibey’in Bakü’den ayrılarak Nahcivan’a gitmek zorunda kalmasıyla da Cumhurbaşkanlığı yetkilerini devralmıştır.

Azerbaycan iç sorunlarla uğraşırken, Ermeni işgalini diplomatik alanda dile getirmeye başlamıştır. Bu kapsamda; ABD, Ermeni igalini kınamış, Avrupa Toplulukları (AT) Ermenistan hükümetinden, Dağlık Karabağ’da nüfuzunu kullanmasını ve Ermenilerin Azeri topraklarından çekilmesini istemiştir. Azerbaycan diplomatik ataklarda bulunmaya devam etmiş ve 30 Nisan 1993’te BM Güvenlik Konseyi, Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarını ve Kelbecer’in işgali konularını görüşerek, “uluslararası kabul görmüş sınırların dokunulmazlığı ve toprakların silah zoruyla ele geçirilmesinin kabul edilemeyeceğini” içeren 822 sayılı kararı kabul etmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin kararına rağmen Azerbaycan’daki iç istikrarsızlığı fırsat bilen Ermeniler saldırıya geçerek 26-28 Haziran’da Akdere’yi, 23-24 Temmuz’da ise Ağdam’ı işgal etmişlerdir. Bu durum üzerine BM Güvenlik Konseyi 29 Temmuz 1993 tarihinde, 822 sayılı kararın uygulanması ile Ağdam ve işgal edilen bölgelerin acilen ve şartsız olarak boşaltılmasını isteyen 853 sayılı kararı çıkarmıştır.

Ağdam’ın işgal edilmesi ile Azeri savunma düzenini ortadan kalmıştır. Bu durumu kaçırmak istemeyen Ermeniler, BM Güvenlik Konseyi gibi en üst düzeyde güvenlikten sorumlu kuruluşun kararlarını göz ardı ederek, Başarıdan Faydalanma Harekâtına başlamıştır. Bu kapsamda, Azerbaycan’ı Dağlık Karabağ’dan koparmak maksadıyla stratejik öneme sahip Fuzuli’yi 23 Ağustos 1993’te, müteakiben Dağlık Karabağ’ı çevreleyecek kuşağı tamamlamak için 25-26 Ağustos 1993 tarihlerinde Cebrayil’i ve 31 Ağustos 1993’te Kubatlı’yı ele geçirmişlerdir. Oluşan mülteci akımının trajik boyutlara ulaşması ve İran’ın Azerbaycan sınırları içinde mülteci kampları açması üzerine, BM Güvenlik Konseyi, 14 Ekim 1993’de 874 sayılı kararı onaylamıştır. 822 ve 853 sayılı kararlarını içeren bu yeni karar da etkisini gösterememiş, Ekim ayı içinde yeniden tertiplenme ve teşkilatlanmasını tamamlayan Ermeniler, Zengilan bölgesini Azerbaycan’dan koparacak olan Horadiz kasabasını 23 Ekim’de ele geçirmiştir. Bunu takiben Kasım ayı başında Zengilan’ı işgal ederek, Dağlık Karabağ etrafındaki kuşağı tamamlayıp, Azerbaycan’ın bağlantısını kesmiştir.

Ağdam’ın ele geçirilmesini sonrası Azeri Ordusu’nun düzeni kaybolmuş, firarlar artmıştır. Düzenli Azeri savunması ile karşılaşmayan Ermeniler adeta ava çıkan avcılar misali, sadece silahlarını alıp gezinerek Azeri şehirlerini işgal etmiştir. Aslında bu aşamada, Dağlık Karabağ’ın, Azerbaycan’dan koparılması ve Dağlık Karabağ’ın etrafındaki bölgelerin tamamının ele geçirilerek, etrafında savunma çemberinin oluşturulmasıyla, Ermeniler savaşın askeri hedefini gerçekleştirmişlerdir. Bu safhadan sonra Ermenistan, Büyük Devletlerin, uluslararası kurum ve kuruluşlar ile diğer aktörlerin yapacakları barış görüşmelerinde, kendisine en avantajlı sonuçları sağlayarak, nihai amacına ulaşmayı ve Azerilerin olası taaruzlarına karşı hazırlıklı olmayı hedeflemiştir. Kısaca “ben kendi hedefime ulaştım, bundan sonra en fazla biraz ödün vererek olayı nihayetlendiririm” demiştir. Gerçekten de süreç bu şekilde gelişmeye başlamıştır.

Haydar Aliyev’in başa geçmesiyle, iç politikadaki karışıklığın ortadan kaldırılması, askeri birlikler üzerinde kontrolün, birliklerde düzenin sağlanması ve diplomatik alanda Ermenilerin baskı altına alınması çabalarına yoğunlaşılmıştır. Nitekim Eylül 1993’de Haydar Aliyev, Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve diğer Rus yetkililerle görüşmüş, 24 Eylül 1993 tarihinde Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye olmuştur. 11 Kasım 1993 tarihinde Güvenlik Konseyi önceki kararları çerçevesinde 884 sayılı kararı çıkarmıştır. Ordu üzerinde kısmi kontrolün sağlanmasını müteakip Azerbaycan birlikleri, 22 Aralık 1993 tarihinde tüm temas hattı boyunca (özellikle Ağdere, Kelceber ve Dağlık Karabağ’ın doğusunda) karşı taarruza geçmişler, başlangıçta kazanımlar olmasına rağmen, baskın etkisinin kaybolmasını takiben Ermeni birlikleri kaybettikleri toprakları geri almıştır. Rusya’nın Kafkaslarda kendisinden başka bir güç görmek istememesi, başta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) olmak üzere uluslararası kuruluşların çabalarını etkisizleştirmiş, Rusya’nın öncülüğünde Azerbaycan ve Ermenistan Parlamento Başkanları ile Dağlık Karabağ’daki Ermeni ve Azerbaycanlı toplumların temsilcilerinin katılımı ile Bişkek’te görüşmeler yapılmıştır. Görüşmeler sonucunda 4-5 Mayıs 1994 tarihinde Ateşkes Protokolü imzalanmış ve 12 Mayıs 1994 tarihinde ateşkes yürürlüğe girmiştir.

Ateşkes, Rusya tarafından 16 Mayıs 1994 tarihinde deklere edilmiş, 27 Temmuz 1994 tarihinde Azeri ve Ermeni Savunma Bakanları ile Dağlık Karabağ Ermeni Askeri Birlikleri Komutanı ateşkes dokümanını imzalayarak ateşkese hukuki geçerlilik sağlanmıştır. Ateşkesin bu tarihten itibaren yürürlükte olmasına rağmen, bölgedeki küçük çaplı, az yoğunluklu çatışmalar ve topçu atışları nedeniyle birçok insan hayatını kaybetmiştir. Savaşın bilançosu oldukça ağır olmuştur. Azerbaycan, 18.000’nin üzerinde vatandaşını kaybetmiş, topraklarının % 20’si işgale uğramış ve 1.000.000‘dan fazla insanı da zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Ateşkesten 2020 tarihine kadar, birçok ülke ve kuruluş öncülüğünde barış görüşmeleri yapılmış, ancak hedefine ulaşmış olan Ermenistan’ın çözümsüzlüğü çözüm olarak benimseyen politikaları sebebiyle herhangi bir sonuç alınamamıştır.

Uluslararası alanda yeterince destek bulamayan Azerbaycan, bir taraftan yeni devlet yaratma ve bunun kurumsallaşmasının sancılarını yaşarken, diğer taraftan Ermeni taarruzlarına maruz kalmış, tarifi yapılamayacak acılar çekmiştir. Azerbaycan ülkesinin doğal kaynaklarından istifade ile ekonomisi başta olmak üzere birçok sorunu çözme noktasında hızla ilerlerken, kaybettiği toprakları ancak kendi gücü ile geri alabileceğini ve bunun dışında beklentinin hayal olacağını görmüştür.

Azerbaycan’ın topraklarını geri almak için yaptığı hamlesi, yıllarca devam eden müzakere sürecinden sonuç alınamamasından, Ermenistan güçlerinin bitmek bilmeyen tacizlerinden, artan saldırılarından ve Erivan yönetiminin kışkırtıcı açıklamalarından sonra gerçekleşmiştir. Zira müzakere sürecini yürüten Rusya, ABD ve Fransa’nın eş başkanlığındaki AGİT Minsk Grubu’nun 28 yıllık faaliyeti hiçbir sonuç doğurmamıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, tüm platformlarda meselenin barış yoluyla çözümünden yana olduğunu belirtmiş ancak sonuç elde edilemediği takdirde topraklarını savaş yoluyla geri alma haklarının olduğunu her zaman ifade etmiştir. Müzakerelerden sonuç çıkmayınca, Azerbaycan artık uluslararası hukuktan doğan hakkını kullanma yoluna gitmiştir. Bununla birlikte barışı bozan yine Ermenistan olmuştur.

Ermenistan, işgal ettiği topraklardan “derhal ve kayıtsız şartsız çıkması” talep edilen Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararları uygulamadığı gibi gerek Erivan yönetimi ve gerekse Ermeni muhalefetinin provokatif açıklamaları da savaşı tetiklemiştir. Ermenistan ordusu 12 Temmuz 2020’de Tovuz ili yakınlarındaki bazı stratejik mevzileri ele geçirmek için saldırı düzenlemiş ise de Azerbaycan ordusu Ermenistan ordusunun bu saldırısını geri püskürtmüştür. Ancak sınır hattında günlerce süren yoğun çatışmalarda, Tümgeneral Polat Heşimov şehit düşmüş, Heşimov’un şehadet haberini alan Azerbaycan halkı, meydanları doldurarak Ermenistan’ın saldırılarını protesto etmiştir. Bu gelişmeler üzerine Azerbaycan ordusu da tatbikatlarını yoğunlaştırmış ve Ağustos ve Eylül 2020’de Türk Silahlı Kuvvetleri ile ortak tatbikatlar hayata geçirilmiştir

Ermenistan ordusu 27 Eylül 2020’de saat 06.00 sıralarında cephe hattı boyunca geniş kapsamlı provokasyonda bulunarak, Azerbaycan ordusunun mevzilerine ve sivil yerleşim birimlerine büyük çaplı silahlar, top ve havanlarla ateş açmış, Ermenistan’ın yoğun bombardımanı sonucu sivil ve askeri can kayıpları meydana gelmiş, bazı bölgelerde altyapı ciddi hasar görmüştür. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in emri ile Azerbaycan ordusu, tüm cephe boyunca karşı saldırı başlatmış ve daha ilk günde Azerbaycan 6 köy ile bazı stratejik yükseklikleri işgalden kurtarmıştır. Azerbaycan halkını sevince boğan bu haberin benzerleri 44 gün boyunca tekrarlanmış ve sonraki günlerde kurtarılan bölgelerle ilgili müjdeli haberleri, Cumhurbaşkanı Aliyev, her gün bizzat ya sosyal paylaşım sitelerinden ya da halka hitap ederek duyurmuştur. Azerbaycanlıların “Vatan Muharebesi” dediği 2. Karabağ Savaşı, 44 gün sürmüş ve 10 Kasım 2020’de Ermenistan, yenilgisini kabul eden bildiriye imza atınca sona ermiştir. Azerbaycan ordusu, 44 günde 5 şehir, 4 kasaba ve 286 köyü işgalden kurtarmış, imzalanan bildiri gereği Ermenistan ordusu Kelbecer, Laçın ve Ağdam illerini de terk etmek zorunda kalmıştır. Böylece Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in “Demir Yumruk” diye adlandırdığı bu savaşta Azerbaycan ordusu 44 günde topraklarını kurtararak, halkın 30 yıllık hasretine son vermiştir.

SONUÇ

Küçük Kafkas Dağları’nın en yüksek kesimlerini oluşturan Karabağ bölgesi, Anadolu’ya geçişin kapısını oluşturmaktadır. Aksi yönde ise, Anadolu’nun, Kafkaslar ve ötesindeki kardeşleri ile irtibatının anahtarı konumundadır. Aslında Ebulfeyz Elçibey’in, Karabağ’ı “Türk Dünyasının Gırtlağı” olarak tanımlaması, stratejik konumunu en iyi şekilde tanımlamaktadır.

Tarihi süreçte Türk kavimleri, Karabağ’ı kışlak olarak kullanmış ve bölgeye yerleşerek vatanlaştırmışlardır. Malazgirt zaferinden sonra bölgeye doğru yoğunlaşan Türk akınları sırasında, Ermeniler, Bizans’a tabi muhtelif aileler halinde bulunmaktaydı. Dolayısıyla bölgeye gelen Türkler, iddiaların aksine, burada ne bağımsız, ne de yarı özerk bir Ermeni siyasi organizasyonu ile karşılaşmışlardır. 1747 yılına kadar, Karabağ bölgesi çeşitli Türk devletlerinin sınırları içerisinde kalmıştır. Rus işgalinin başlangıcına kadar ise bağımsız Türk Hanlıklarına ev sahipliği yapmıştır. Rus Çarlığı, 1828 yılında İran ile imzaladığı Türkmençay Anlaşması ile bölgede tam bir hâkimiyet sağlamıştır. Ruslar, bu tarihten sonra Kafkasya’yı kontrol altında almak ve Türkler arasında irtibatı kesmek maksadıyla, Ermeni çoğunluğun yaşayacağı bölgeler oluşturmaya başlamış, bu bağlamda Karabağ’ın merkezî bölgelerine ve Erivan’a, Ermeni göçünü teşvik etmiş, bu bölgelerde yaşayan Türklerin ise Anadolu’ya ve İran’a göç etmesini, baskı ile temin etmişlerdir.

Komünist Rusya da, Çarlık zamanında tesis edilen politikayı sürdürerek, Karabağ bölgesinde, sınırları sözde Ermeni çoğunluğun bulunduğu yerleri kapsayacak şekilde, Dağlık Karabağ ismini verdikleri özerk bir bölge oluşturmuş ve bunu Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyet (SSC)’ne bağlamıştır. İşte günümüze kadar devam eden Dağlık Karabağ sorunu bu şekilde yaratılmıştır. SSCB döneminde, Ermenilerin, Dağlık Karabağ’ı kendilerine bağlamak yönde girişimleri olmuş, ancak esas olarak Gorbaçov’un, Glasnost ve Perestroyka politikalarının sağladığı ortamdan alabildiğine yararlanmışlardır. SSCB’nin dağılmasıyla 30 Ağustos 1991 tarihinde Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle, Ermenilerin terör ve tacizleri boyut değiştirerek düzenli askeri birlik harekâtı hüviyetine bürünmüştür. Rusya destekli, Ermeni askeri birlikleri 1992-1994 tarihleri arasında Dağlık Karabağ ve etrafını çevreleyen bölgelerin tamamını ele geçirmişlerdir.

Kısaca Ruslar, Ermeni bıçağını, Türkler’ in gırtlağına saplamışlardır.

Uzun bir süre Dağlık Karabağ olaylarının diğer kaybedeni de Türkiye olmuştur. Kurtuluş savaşındaki buhranlı günlerde dahi Azerbaycan olaylarına doğrudan etki eden Türkiye, o sıkıntılı dönemin yarısı kadar bile olayları yönlendirememiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başta Azerbaycan olmak üzere Türki Cumhuriyetlere tarafsızlık adı altında pasif politika izlenmiştir. Ancak uygulanan bu politikanın uluslararası alanda olumlu etkisi olmadığı gibi diğer ülkeler nezdinde; Türkiye Türk Cumhuriyetlerine yardım yapar, Azerbaycana askeri destek verir, Pan Türkizm hedefleri doğrultusunda hareket eder gibi emperyalist düşünceye sahip ülke olarak görülmüştür. Böyle bir niyeti olmamasına rağmen kendini anlatmakta zaman zaman güçlük çekmiştir. Ermenistan’ın Karadeniz İşbirliği Teşkilatına üyeliği, literatüre Futbol Diplomasisi olarak geçen 2008 yılındaki milli maç sonrası yaşanan Ermenistan ile diplomatik protokoller, Sınır Kapısının açılması tartışmaları, Ermeni açılımı gibi politikalar, ne Ermenileri yola getirmiş, ne de Azerbaycan’ı mutlu etmiştir. Yani izlenen politika ile ne İsa’ya ne Musa’ya yaranılabilmiştir.

Yine bu dönemde, Kafkaslardaki petrol ve doğal gazın Türkiye’den geçişinin sağlaması başarı olarak görünse bile, Büyük Ağabey olan Türkiye’nin kardeşlerinin üzüntüsü üzerinden kazanç sağlamasının muvaffakiyet kabul edilmemesi daha doğru olacaktır. Dolayısıyla 2020 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yerinde bir karar ile Dağlık Karabağ meselesinde kardeş Azerbaycan’ın yanında olması, Ermeni bıçağının, Türkler’ in gırtlağından çıkarılması olarak değerlendirilmelidir.

Rusya, yayılma stratejisine uygun olarak Kafkaslar gibi stratejik öneme haiz bölgede kontrolü elinde tutmak maksadıyla önce kendisine müzahir bir Ermeni ulusu yaratmış, sonra da Ermeni ulusunun yaşayacağı toprağı oluşturarak, Ermeni ülkesinin kurulmasını sağlamıştır. Rusya zayıfladığı her dönemde Ermeni kozu sayesinde bir taraftan Kafkasya’da kontrolü sağlarken, diğer taraftan da çözüm noktasında başrolü kimseye bırakmamıştır. Gücünü tekrar elde ettiğinde ise ilk iş olarak Kafkasları egemenliği altına almıştır. Sovyetler Birliğinin dağılması sonrası gücünü kaybeden Rusya, Kafkasların İsrail’i olarak yarattığı Ermenistan vasıtasıyla Kafkasya’daki kontrolü hemen hemen hiç kaybetmemiş ve nabzı sürekli elde tutmuştur. Ayrıca Ermenistan’ı set olarak Türkiye’nin önüne dikerek, muhtemel Kafkasya ve ötesindeki Türklerle fiziki irtibatın kesilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla bu krizin Ermenistan’dan sonra ikinci kazananı 2020 tarihine kadar Rusya olmuştur. 2020 tarihinde Ermenileri desteklememesinin sebebi gerek içerisinde bulunduğu durum ve gerekse Ermenilerin ABD’ye yakın durmaları sebebiyle onlara bir ders verme durumu şeklinde değerlendirilebilir.

Diplomasilerde ve ülkeler arasındaki ilişkilerde Din’in önemli faktör olduğu yadsınamaz bir gerçek olmasına rağmen, İran için söz konusu genellemenin çok da geçerli olduğu söylenemez. Zira İran, Dağlık Karabağ sorunun başlangıcından itibaren Ermenistan’a aktif destek vermiş, hatta silah ve mühimmat yardımında bulunmuştur. Bu durumun günümüzde de sürdüğü söylenebilir. İran’ın Dağlık Karabağ meselesinde, Azerbaycan politikalarına yaklaştırılması Türkiye açısından önemli bir görev olarak kabul edilmelidir.

ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecini iyi idare ederek, daha önce giremediği alanlarda etkinlik göstermeye başlamıştır. Azerbaycan Petrolleri açısından aslan payını ABD şirketlerinin alması bunun en iyi kanıtı olarak görülmektedir. Ancak ABD. ’deki Ermeni Diasporasının ağırlığı nedeniyle, Ermenilere rağmen ABD’nin Kafkaslarda Azerbaycan lehine politika geliştirmesi söz konusu olamamaktadır. Dolayısıyla şu anda bulunulan durum ABD için kabul edilebilecek en uygun durumdur.

Sonuç olarak 2020 tarihinde Azerbaycan’ın, Ermenistan’a karşı sağladığı üstünlük sonucu işgal edilen topraklarını geri alması, sadece Azerbaycan ve Türkiye açısından değil aynı zamanda, Türk Dünyası açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Asırlardan beri Türk yurdu olan Karabağ bölgesinin, yeniden Azerbaycan’ın hâkimiyeti altına girmesi Türk Dünyası açısından büyük gelişmelerin habercisidir.

(Bu Makale 2013 yılında yayımlanan makalenin, güncellenmiş halidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik; Ali Gökçen Özdem, “İşgal Altındaki Türk Yurdu; Karabağ”, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Cilt: IX, Sayı:2, Elazığ, 20 13, s.1-30)

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir