Ana Sayfa Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Avatar
Samimi Haber
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

HATİCE TAHİRE

“Ya Rab! Seninle ilişki kurmama sebep olan kocamı bana lütfettiğin için Sana hamd olsun.”

Kadın kimliğinin yok hükmünde olduğu, hayatın hiçbir basamağında yer almadığı, hatta kız olmanın bir utanç; ne utancı bir cinayet sebebi sayıldığı yıllar…

Bir eşya gibi, bir mal gibi alınıp satılan… Doğumu bir çeşit uğursuzluk kabul edilip, bebek bedeni mezara konulan…

Aşağılanan, horlanan, hakarete uğrayan ve yarı ölü, yarı diri… Bir kabus gibi… Düşünün; böyle bir Mekke toplumdayız. Böyle bir Mekke toplumundayız ve sıra dışı bir yolculuğa çıkıyoruz.

Kadının, her ne kadar hayatın hiçbir basamağında yer almadığını söylemiş olsak da baştan bir tashihe gidelim.

Şöyle bir düzeltme yapalım: Güçlü, ama çok güçlü kadınlar müstesna… Tabi ya! Hatice gibi… Hatice Tahire gibi… Çünkü o çok başka!

Zarafeti, letafeti, güzelliği, temizliği, dürüstlüğü, gücü ve zenginliğiyle bambaşkadır. Zaten lakabı olan “Tahire” temiz, pak, arınmış anlamlarına geliyor.

Bu yönüyle bir iffet meşalesidir. Bizim “Hz. Hatice” dediğimiz Hatice Tahire Mekke’de yaşıyor, ticaretle uğraşıyor ve ciddi bir maddi varlığı control altında tutuyor. Sonraları aynı kendisi gibi zarif, latif, nazik ve karizmatik bir Delikanlıyla hayatını birleştirecek, tarihin en parlak sayfalarına o mis kokulu ismini altın harflerle nakşedecektir!

Rivayetlere göre 556 yılında Mekke’de doğmuştur. Haklarında pek bilgi bulunmamakla birlikte, babası Kureyşli Hüveylid, annesi Âmiriyye….

Soyu, anne tarafından da baba tarafından da Hz. Muhammed’in büyük dedesi Kusay’la birleşiyor. Yani ileride hayatının en önemli parçası haline gelecek olan Hz. Muhammed’le uzak akraba… Namusun, N’sinin bile olmadığı bir toplumda, müthiş ahlakı ve üstün iffetiyle “Tahire” lakabıyla tanınıyor. O kadar derin bir erdeme, öylesine saygın bir kimliğe sahip ki, o konuşurken hiçbir erkek yüzüne bakmaya dahi cesaret edemiyor.

Çocukluğuna dair pek bilgi bulunmuyor Hz. Hatice’nin… Ancak gençlik yıllarından itibaren ticaretle uğraştığı ve güvenilir, dürüst insanlarla ortak iş yaptığı biliniyor. Ciddi bir sosyolojik kirlenmenin yaşandığı dönemler…

Ortaklık için dürüst insan bulmanın, samanlıkta iğne aramakla aynı şey olduğu dönemler yani.

Yeni bir iş almıştır Hatice… Büyük ve sıkı takip edilmesi gereken bir iş. İş şu: Mekke dışına uzun ticaret kervanlarıyla seyahatler yapılacak ve sonra şehre geri dönülecektir. Ama bu iş için yeni biri gerekiyor. Bu kervan büyük. Bu kervana bir gözeten bir kollayan lazım.

Yeni biri… Yeni ve güvenilir biri…

Hatice düşünmektedir. Ortak iş yapmak için en uygun kişiyi aramaya koyulur. Sorup soruşturur. Sonra biri “Muhammed” der! “Muhammed mi?” diye cevap verir şaşkınlıkla. “Evet, hani şu bütün Mekke’de sözüne duyulan güvenle tanınan Muhammed var ya, el-emin dedikleri, o!”

“Şu, zaman zaman Nur dağına çıkıp günlerce orada kalan, şehrin kargaşasından, karmaşasından kaçıp giden Adam mı?” “Evet, o Adam!”

“Bir bakalım” der Hatice… Yine de önce araştırmalı; araştırılır. Soruşturmalı; soruşturulur. Ve sonra gelen bütün referanslar çelik gibi… Sapa sağlam bir sicil. Tertemiz… 20’li yaşlarda ve ismi, çocukluğundan itibaren en küçük bir lekeye bile bulaşmamıştır.

Nur gibi adeta… Kısa bir tahkikatın ardından kararını verir Hatice ve ortaklık için Hz. Muhammed’e teklifte bulunur.

Hz. Hatice ve Hz. Muhammed oturur konuşurlar; nihayetinde bir ortaklık sözleşmesi imzalayıp, beraber iş yapmak için anlaşmaya varırlar. İlk anlaşma, ilk iş…

Kısa süre sonra Şam’a gitmek için bir kervan hazırlanır. Hz. Muhammed’in kontrolünde ilk kervan… İşin başında O vardır!

Hatice, Hz. Muhammed’in hizmetine kölesi Meysere’yi de vererek kervanı Şam’a uğurlar. Birçok deveye sahiptir Hatice… Ve şimdiye kadar sayısız kervanı ticaret amacıyla başka şehirlere göndermiştir. Ama bu seferki biraz farklı. Tuhaf duygular içindedir. Ruhunda, yüreğinde sanki başka bir şeyler var gibidir.

Onu çeken, onu bir yerlere doğru sürükleyen bir şeyler… Garip bir şeyler…

Deve kervanı bir süre sonra hiçbir aksama yaşanmadan bol kazançla Şam’dan Mekke’ye geri döner. Yükler boşalmıştır… İşler gayet iyi…

Hatice derhal kölesi Meysere’yi çağırır yanına. “Anlat!” der; “Yeni ortağımız nasıl? Yeteri kadar gözlem yapma fırsatın olmuştur herhalde?” Meysere kendisinden isteneni tam anlamıyla yapmış, Hz. Muhammed’in her anını büyük bir titizlikle zihnine kaydetmiştir.

“Efendim” der, Hatice’ye; “Ben daha önce böyle bir insan tanımadım. Böyle namuslusunu, böyle dürüstünü, böyle ahlaklısını görmedim hiç!”

Kölesinden aldığı bilgilerin, kendi yaptığı gözlemlerle birebir örtüştüğünü gören Hatice, Hz. Muhammed hakkında yanılmadığını anlamış ve rahatlamıştır. Yeni ortağıyla ilgili hisleri doğru çıkmış ve en çok korktuğu şeye, hayal kırıklığına uğramamıştır. Bu çok iyi!

Hz. Muhammed’in hakikaten güvenilir biri olduğunu bizzat yaşayarak gören Hz. Hatice 40 yaşındadır. Daha önce iki kez evlenmiş ve eşlerinin vefatı dolayısıyla dul kalmıştır; üçüncü kez evlenmeyi de düşünmemektedir. Ancak yaşı ilerliyor. Bunca mal ve iş ona ağır gelmektedir artık. Her geçen gün biraz daha yorgun düşen bedeni, bir hayat arkadaşının kaçınılmazlığını hatırlatıp durmaktadır ona. Belki bir kez daha denemelidir evliliği. Üstelik son günlerde bu fikre daha fazla kapılmaya başlamıştır.

Çünkü hemen yanı başında, her bakımdan kendisine uygun, dürüst, ahlaklı ve çalışkan biri duruyor. Paraya ve maddi servete düşkün olmayan biri üstelik. “Belki” diyor Hatice… “Bu yeni iş ortağım, belki hayatıma da ortak olmak isteyebilir.” İsteyebilir mi? Kim bilir…

Bir süre bu düşüncelerle ruh dünyasında gidip gelen Hatice kararını verir. Hz. Muhammed ile üçüncü ve son evliliğini gerçekleştirecektir. O, hem çok sadık ve güvenilir bir eş, hem de kusursuz ve fedakar bir hayat arkadaşı olabilecek tek kişidir. Düşüncesi böyle. Peki, ama nasıl olacak?

Ona bir kadın gibi yaklaşmak mümkün olmuyor. Üstelik her zaman oldukça mesafeli… Ufak tefek latifelere dahi gereğinden fazla ilgi göstermiyor. Hatice’nin etrafında mal varlığı sebebiyle evlenmek isteyen sayısız insan var, evet! Ama o, Hz. Muhammed’den başkasını görmüyor. Gözü, kulağı, kalbi, ruhu, duyguları sadece ona ayarlı…

Derken ortak bir tanıdık geliyor aklına. Nefise bint Ümeyye… Nefise Hatice’yle de Hz. Muhammed’le de diyaloğu olan biri. Olabilir. Aracı bulunmuştur. Nefise…

Hatice’nin ricası üstüne, bir ara Hz. Muhammed’e evlilikle ilgili düşüncelerini sorar. “25 yaşındasın Ey Muhammed. Bekarsın; evlenmeyi düşünmüyor musun?” diye başlar konuşmasına…

Derken sözü Hatice’nin yalnızlığına ve onunla evlenmeyi düşünüp düşünmeyeceğine getirir. Bu beklenmedik soru karşısında bir süre sessiz kalan Hz. Muhammed, “Neden olmasın?” der, biraz da mahcup… Ertesi gün amcalarına danışır ve onların da onayı üzerine, Hz. Hatice’yle evliliği gerçekleşir Hz. Muhammed’in… Bu iki saygın ortak, artık hayatın her anında birliktedirler. Düşünebiliyor musunuz? Müthiş bir şey!

Hz. Muhammed’in ilk gençlik yıllarından itibaren sıra dışı bir alışkanlığı vardır. O dönem Mekkeliler, tek olan Yaratıcı’yı inkar etmekte ve kendi elleriyle yaptıkları çok sayıda puta tapmaktadırlar. Ayrıca Arap toplumunda her türlü ahlaksızlık da hat safhadadır. Günah bataklığı diz boyu…

İnsanlık, bir çamur deryasında akıp gidiyor. Ama O özeldir; O, yani Hz. Muhammed pek karışmaz toplum içine. Kirlenmek en korktuğu şey.

Sadece kendisine ihtiyaç duyulduğunda gider, -mesela anlaşmazlıklarda hakemlik gibi- üstüne düşeni yapar ve tekrar kendi iç dünyasındaki manevi yolculuğuna devam eder.

Bir de Nur Dağı vardır hayatında. Hira Mağarası… Kendisini, zihnini, ruhunu dinlediği ve dinlendirdiği tenha ve şehre uzak bir mekan… Sık sık Hira Mağarası’na gitmekte ve toplumun içinde olduğu o korkunç durumu düşünmektedir. “Ne olacak bu insanların hali?” İşte en can alıcı felsefi soru! Ve Hz. Muhammed bu felsefi sorunun cevabını aramaktadır uzun zamandır.

Hira Mağarası’nı da bu amaçla kullanmaktadır. Şehirden, insanlardan, olaylardan, hatta kendisinde bile kaçtığı…

Sonra bir gün bir şey olur. Mağara’da inziva halinde… Bir ışık… Bir ses… Bir şey!

Bir şey sımsıkı kavrar Hz. Muhammed’in pırıl pırıl bedenini. Sıkar, sıkar ve sıkar… “Boğuluyorum!” Sıkar ve “Oku!” der kendisine… “Okuma?! Ama ben okumam bilmem ki?” “Oku!” “Ben okuma bilmem ki?” “Yaratan Rabbinin adıyla oku.

O, insanı alâktan yarattı. Oku! Rabbin, sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki, insana kalemle yazmayı öğretti! O Rab ki, insana bilmediği her şeyi…” Sonra ses kesilir. Hz. Muhammed dehşete kapılmıştır. Büyük bir endişeyle terk eder mağarayı.

Kan-ter içindedir. Şehre doğru koşmaktadır. Korku, panik ve heyecan yumağı… Sonra aynı ses bir daha: “Ey Muhammed! Sen Allah’ın elçisisin; ben de Cebrail’im…” Aman Allah’ım! Bu ses üzerine başını kaldırıp etrafa baktığında, inanılmaz bir parlaklık çarpar gözüne… Cebrail! Ne yana baksa o!

Eve vardığında sırılsıklamdır; korku içinde ve tir tir titremekte… “Ey Hatice! Korkuyorum! Ört üstümü. Her tarafımı sıkı sıkı ört ne olur!”

Hatice korku ve merak içindedir. Kendisine denileni yapar ve beklemeye koyulur. Bir süre sonra hayat arkadaşının göğe fırlayan duyguları hafiflemiş, heyecanı azalmış ve biraz daha sakinleşmiştir. Başından geçenleri tüm teferruatıyla anlatır karısına. “Sen ne dersen doğrudur. Ben inanıyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine inanıyorum ki, sen de O’nun kulu ve elçisisin! Mübarek olsun Ey Muhammed! Müjdeler olsun Ey Muhammed!” der Hatice…

Hz. Hatice’nin bu kayıtsız şartsız teslimiyeti ve kendisine olan güveni Hz. Muhammed’i çok etkilemiş ve rahatlamasını sağlamıştır. Haber gelmiştir. Artık “kalkma” ve “uyarma” vaktidir.
Hatice, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanan ilk kişidir. Eşinden sonraki ilk Müslüman insan, ilk Müslüman kadın! Bu büyük payelerin sahibi olan bu onurlu Kadın, tüm servetini eşinin davası için harcamaktan bir an bile çekinmemiştir. Dahası, bu yeni dinin açıkça ilan edilmesiyle birlikte, sahip olduğu tüm imkanlarla eşinin yanında olmuş, onunla omuz omuza mücadele etmiştir.

Hz. Muhammed’e, İslam’ı halka tebliğ etme görevi verildiğinde o an yaşadığı endişe de yine Hatice tarafından giderilmiştir. Hz. Muhammed’in “yalanlanma” düşüncesi karşısında, Hatice’nin, “Sen toplumda doğru sözlülüğün ve güvenilirliğinle tanınıyorsun.

Bu güne kadar hiçbir sözünde en küçük bir yanlışlığa rastlanmamıştır. İnsanlar seni yalanlamayacakları gibi, şüphesiz iman da edeceklerdir.” demesi, Hatice’nin ona kattığı manevi güç açısından çok önemlidir.

Hz. Muhammed’in Hatice’den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu olmuştur. İsimleri Kasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah… Bunlardan sadece kızları hayatta kalabilmiştir.

Hatice, İslam inancına karşı çıkanların tüm zulüm ve baskıları karşısında Hz. Muhammed’i hiçbir zaman yalnız bırakmamış ve onu her bakımdan desteklemiştir. Hz. Muhammed en sıkıntılı günlerinde Hatice’ye koşmuş ve tüm duygularını sadece onunla paylaşmıştır. O hayattayken ikinci bir kadınla evlenmemiştir. Hatice’ye olan sevgisinin çok özel ve çok farklı olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.

Hz. Hatice, yaklaşık 25 yıl kadar süren mutlu bir evliliğin ardından 19 Nisan 620’de, 64 yaşında vefat etmiştir. Bu derin vefat hadisesi üzerine o yıl “Hüzün Yılı” ilan edilmiştir.

Müslümanlar tarafından… Bir de amcası Ebu Talip’in de aynı yıl vefat etmesi, o yılın Hz. Muhammed için hakikaten bir hüzün yılı sayılmasına neden olmuştur.

Hz. Muhammed her ne kadar Hatice’nin vefatından sonra birçok kadınla evlenmiş olsa da onu asla unutmamış ve sıklıkla hayırla yad etmiştir. Hatice’yi andığı zaman diğer eşlerinin kıskanmalarını fark etmesi üzerine onları uyarmış ve Hatice’nin, yüreğinde çok ayrı bir yere sahip olduğunu vurgulamıştır.

Hiç kimsenin Hatice’nin aleyhinde konuşmasına izin vermemiş ve ona olan sadakatini vefatından sonra da sürdürmüştür. Bir gün eşlerinden Aişe’nin, kendisinin Hatice’den daha hayırlı olduğunu imâ etmesi üzerine, buna itiraz etmiş ve Hatice’sinin kendisi için yaptığı fedakarlıkları yaşaran gözlerle anlatmıştır. Özellikle, bu ümmetin kadınlarının en hayırlısının Hatice olduğunu söylemesi çok anlamlıdır.

Bu noktada şuna da dikkat çekmez lazım: Hz. Hatice, her ne kadar ilk Müslümanlardan olsa da bu onun, öncesinde tek Yaratıcı’yı tanımadığı anlamına gelmiyor. Zira o dönemin ünlü alimlerinden Varaka bin Nevfel, Hatice’nin yakın akrabasıdır ve o, kutsal kitapları bilen Varaka’dan bu anlamda çeşitli dersler almıştır.

Hz. Muhammed’in peygamberlikle müjdelenmesi karşısında fazlaca telaşlanmaması ve durumu olağan karşılayıp sözlerini tasdik etmesi, muhtemelen son peygamberin geleceğini Varaka’dan öğrenmiş olmasındandır.

Hatice, vefatından sonra da tüm İslam dünyasınca saygıyla anılmıştır, anılmaya devam etmektedir. Öyle ki, bazı konu ve kişilerle ilgili aralarında ihtilaf olmasına rağmen, tüm mezhep ve gruplar tarafından da aynı derecede sevilmiştir.

Hz. Muhammed’in en büyük hanımı olması münasebetiyle “Kübra” adıyla da anılan Hz. Hatice, Müslüman kadınlar için örnek şahsiyetlerin en değerlisidir. Hakkında birçok kitap yazılmış ve sayısız makale kaleme alınmıştır.

 

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir