Gündem

Harran, Yahudiler için Kudüs kadar önemli

İsrail’in ‘Vaadedilmiş Topraklar’ takıntısının hedeflerinden birinin Türkiye olmasının altında Harran yatıyor. Çünkü Yahudi tarihi ve zihninde Harran en az Kudüs kadar önemli. Şanlıurfa’da İsrail’in ‘çaktırmadan’ toprak almasının altında da bu yatıyor. Gazeteci Yazar ve Stratejist Ceyhun Bozkurt, Lübnan ve Suriye’den sonra “sıranın” Türkiye’ye geleceğini savunuyor.

Abone Ol

Orta Doğu’yu karıştırmakta ısrar eden ve bunun için terör ve soykırım yöntemleri dahil her illegal yöntemi kullanan İsrail, ilk hedefi Filistin’in ardından Lübnan ve Suriye’ye saldırmaya başladı. İran’a saldırması ise an meselesi. 

İsrail’i yönetenlerin, sapkın inanış çerçevesinde bir ‘vaadedilmiş topraklar’ ülküsüne inandığı artık iyi biliniyor. Gazeteci Yazar ve Stratejist Ceyhun Bozkurt, bu ‘vaadedilmiş’ rotanın üzerinde Türkiye’nin de bulunduğundan emin. Bozkurt bunun temel gerekçelerinden birini; “Çünkü Harran, Yahudi tarihi ve inancında en az Kudüs kadar önemli. Harran Yahudiliğin çıkış noktası” şeklinde belirtiyor. 

Mısır, Kıbrıs Rum kesimi, Lübnan, Suriye, Türkiye denkleminde bir tarih ve durum analizi kaleme alan Bozkurt’un “7 Ekim panoraması, dış cephe-iç cephe” başlıklı yazısının tamamını aşağıda okuyabilirsiniz: 

6 Ekim 1973 Cumartesi…

Yer: Süveyş Kanalı kıyısı.

İsrail’in 1967 yılındaki işgalinden bu yana kanalın iki tarafında gerilim yüksekti. Bir tarafta Mısır ordusu diğer tarafta işgalci İsrail ordusunun tabyaları vardı. Tarihler 6 Ekim 1973’ü gösterdiğinde İsrail bir farklılık gözlemledi.

Mısır ordusunun gözetleme yerlerindeki gözetleme postaları çekilmişlerdi. Ayrıca uzun süredir çalışma yapan dozerler çalışmıyordu. Bu sessizliğin üstüne, işgalci İsrail ordusunun karargahından bölgedeki tabyalara “O bölgedeki iki küçük tabyanın güneydeki tabyaları takviye etmek üzere tahliye edilmeleri”ni bildiren bir de emir gönderilmişti.

Bu emir gönderilip yerine getirilmesinin birkaç dakika sonrasında saatler tamı tamına 12:05’i gösterdiğinde Mısır topçusunun büyük saldırısı başladı. Aynı saatlerde Suriye de 1967’de kaybettiği Golan tepelerini almak için İsrail’e saldırı başlattı. Dördüncü Arap-İsrail savaşı başlamıştı. Saldırının başlangıcı Yahudilerin en kutsal günü Yom Kippur’a denk geldiği için savaşın adı tarihe Yom Kippur Savaşı olarak geçti.
O savaşın başladığı gün, Makarios liderliğindeki Rumların kontrolündeki Kıbrıs yönetimi Türk bandıralı bütün gemilere Kıbrıs’ın limanlarının kapatıldığını, havalimanlarında da Türkiye’den gelecek yolculara sıkı tedbirler uygulayacağını duyurdu. Makarios’un da aynı gün Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde, Beyrut merkezli Middle East Sketch dergisinde ve Atina merkezli Epitera dergisine verdiği demeç yayımlandı. Rum papaz demecinde “Türkiye’nin Kıbrıs’a silahlı müdahalesi halinde hangi devletten olursa olsun teklif edilecek yardımı kabul edeceğini” açıklamıştı.

Tam 50 yıl geçti.

Tarihler 7 Ekim 2023’ü gösterdiğinde bu defa Filistin’in devleti için mücadele eden siyasi örgütlenmelerden Hamas’ın askeri gücü İzzettin El Kassam Tugayları, yıllardır abluka altında tutuldukları Gazze’den Aksa Tufanı adını verdikleri operasyonla İsrail’e saldırdı. Çünkü İsrail, ABD’nin baskısı ve desteğiyle bölgede daha da etkili hale gelecek, IMEC ticaret yolu projesiyle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşecek, Filistin meselesi daha da halının altına süpürülecekti. Filistinliler, analarının ak sütü gibi hakları olan topraklarını, devletlerini savunma konusunda bir hamle yaptılar.

İsrail’in 7 Ekim’e yanıtı soykırım oldu. Gazze’de hem saldırılarıyla hem de gıda-ilaç başta olmak üzere ambargolarıyla bir soykırım gerçekleştiren İsrail bir yıl içinde yaklaşık 42 bin Gazzeliyi katletti. Yaklaşık 100 bin insan yaralanırken, kayıp olanlarla birlikte ölü sayısının artmasından endişe ediliyor.

İsrail’in saldırganlığı bitmedi. En başından itibaren küçük çaplı çatışmalarla süren Hizbullah’la da savaşa tutuştu. Hizbullah’ın lideri Nasrallah’ı, üst düzey isimlerini öldüren İsrail, sıklıkla Hizbullah’ı hedef alan saldırılarını artırdı. Artık her gün Beyrut’un bombalandığı haberlerini dinlemeye başladık.

İsrail’in Netanyahu, Ben Gvir, Smotrich  gibi fanatik isimlerden oluşan yönetiminin yaptığı soykırımla beraber yürüttüğü savaş, kuzeyimizdeki Rusya-Ukrayna savaşı gibi sabit bir coğrafyada yaşanmıyor. (Elbette orada da genişleme riski var ama Rusya ve Ukrayna sahalarında başladı ve orada devam ediyor. Genişlerse küresel savaş çıkar) Genişleme potansiyeli son derece yüksek. Lübnan’a sıçradı.
Sonrasındaki hedefler arasında Suriye birinci sırada gözüküyor. Zaten İsrail, yıllardır İran destekli unsurları gerekçe göstererek Suriye’ye hava saldırıları yapıyordu. Yine yaptı. Bu sefer Rusların üssü Hmeymim yakınlarını da vurdu. Ruslar tepkili. İsrail’deki Rus vatandaşlarına

ülkeyi terketmeleri talimatı verdi.

Peki Suriye sonrası?

Sonrası Türkiye. Bunu biz değil, fanatiklerin hayata geçirmek istediği dini hedefleri söylüyor. Tevrat’ın Tekvin ve Tesniye bölümlerinde, Rab tarafından “Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların Yahudilerin zürriyetine (soyuna) verildiği” yazılı. Eskisinden yenisine bütün İsrail yöneticileri de buna inanıyor. Netanyahu dahil.

Fırat Nehri kollarıyla beraber Türkiye’de on ili katederek (Ağrı, Erzurum, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa) Suriye’ye, oradan da Irak’a geçer ve Dicle ile birleşerek (Şattülarap) Basra Körfezi’ne dökülür.
BİP’in “Tevrat’ta yazıyor” diyerek Türkiye’de hedeflediği bölge işte burası.

Yahudiler için Harran’ın en az Kudüs kadar önemli olduğunu da hatırlatalım. Neden derseniz, Museviliğin çıkış noktalarının biri olarak Harran bölgesi bilinir. Bu yüzdendir ki, Şanlıurfa’ya İsrail ilgisi çok büyüktür.

Ancak İsrail ve tek müttefiki ABD, Türkiye’ye doğrudan saldırmak yerine terörizmle ve iç karışıklıkla saldıracaklardır.
PYD/PKK terör örgütüne dikkat etmek lazım. Hatta ve hatta ezmek lazım. Ne diyordu ABD’li Albay McGregor: “Türkiye'ye saldırması için Suriye'de PKK’yı hazırladık. Türkler de bunun farkında...”

Yine yaşanan bazı olayları gerekçe gösterip, toplumu sokağa çekmek isteyenlerin varlığı halen görülüyor. Canice işlenen cinayetlerden sonra duyarlı vatandaşlarımızın tepkileri hariç bazı sıkıntılı grupların yaptıkları iç karışıklık amaçlı faaliyet olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca 50 yıl önceki gibi gündem yine Kıbrıs. Kıbrıs Türklerinin devleti KKTC’ye yönelik sinsi çalışmalara da dikkat edelim. Doğu Akdeniz jeopolitiğinde KKTC en stratejik devletlerden biri. Ada’yı tamamen kontrol altına almak isteyenler, Rum Kesimi’nde harıl harıl çalışıyor, askeri ve güvenlik işbirliği anlaşmaları yapıyor.

İşte buna yanıtız ancak hangi düşünceden olursak olalım iç cephemizi güçlü tutarak, milli konularda kenetlenerek verebiliriz. Emperyalizmi, siyonizmi, terörizmi ancak bu şekilde yeneriz.