Gümrük Birliği’nin güncellenmesinde anlaşılması olmazsa olmaz bir Anlaşma: Ankara Anlaşması

Abone Ol

Son yazılarımı takip edenlerin uyarıları üzerine gümrük birliğinin güncellenmesi konusuna küçük bir ara verip, 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması’nın bazı özelliklerine yer vermenin önemini anladım. Bu özellikler tam olarak anlaşılmadan güncelleme sorununun tam olarak yerine oturtulamayacağı sonucuna vardım.

Bu sonuca varmama özellikle çok değerli dostum ve Türkiye’deki en önemli AB hukuku uzmanı Prof. Dr. Tuğrul Arat ile yaptığım sohbete borçluyum. Tabi Tuğrul hocadan söz açılmışken Avrupa Birliği ve Küresel Adaştırmalar Derneği çatısı altında kendisinin ve Prof. Dr. Sanem Baykal, Doç. Dr. M. Sait Akman, Doç. Dr. Çiğdem Nas, Halil Agah ve Acar Şensoy’un imzalarının yer aldığı “Türkiye ve Avrupa Birliği arasında Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi: Tarım, Hizmetler ve Anlaşmazlıkların Halli” çalışmasını da meraklılarına şiddetle tavsiye ederim.

ANKARA ANLAŞMASINI DİĞER ULUSLARARASI BAĞITLARDAN AYIRAN ÖNEMLİ BİR ÖZELLİK
Çok uzun detaylara girmeden uluslararası antlaşmalar tarihini Avrupa Topluluklarını kuran antlaşmalara kadar olanlar ve Toplulukları kuran antlaşmalar ve bunlara bağlı anlaşmalar olarak ikiye ayırarak tasvir etmek mümkün.

Öncesindeki bütün uluslararası bağıtları kanun niteliğinde olarak öngörmek hatalı olmaz. Diğer ifadesi ile yürürlüğe girdiklerinde mevcut bir statüyü değiştiren, ortadan kaldıran ya da yeni bir statü yaratan metinler kanun özelliğini taşır. Çok tipik örnek olarak Lozan Barış Antlaşmasını, Montrö Boğazlar Sözleşmesini değerlendirebiliriz.

Peki Avrupa Topluluklarını ve günümüz Avrupa Birliğini kuran antlaşmaları kanun niteliğindeki antlaşmalardan ayıran özellik ne?

Söz konusu antlaşmalar kanun niteliğindeki bazı maddelerden öteye çerçeve nitelik gösterirler. Yani derhal bir statü yaratmazlar, ileriye yönelik hedef koyarak planlama yaparlar, bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için kurumsal yapı oluştururlar. Bu görünüm altında adı konmamış bir anayasal yapıdan bahsetmek mümkündür.

“Peki bu özelliğin bizimle ne ilişkisi var?” sorusunun cevabı ise, Ankara Anlaşmasının dönemin AET Kurucu Antlaşması esaslarına göre düzenlenmiş olması, Avrupa hukukunun birincil kaynakları içinde yer alması, nihayet kanun niteliğinde maddeye sahip olmayıp, geleceğe yönelik hedef koyma ve planlama yapmasıdır. Aynen AET kurucu Antlaşmasında olduğu gibi karar alma ve istişare organları oluşturmuş, geleceğin kararlarını bu organlara, özellikle de Ortaklık Konseyi’ne bırakmıştır. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz Gümrük Birliği’nin bir anlaşmanın değil Ortaklık Konseyi Kararı olması da önemini bu noktada gösterir. Lafı uzatmadan söylemek gerekirse, Ankara Anlaşması da adı konmamış bir anayasal niteliğe sahiptir.

Bu noktada rahmetli Ziya Müezzinoğli ile bir sohbetimize de küçük bir anektod olarak yer vereyim. Malum Ankara Anlaşması yapılırken Ziya Bey DPT Müsteşarı olarak görev yapmaktaydı. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, ağızı Balta Limanı anlaşmasından yanmış, gümrük birliğine kuşkuyla yaklaşmıştı. İnönü Ziya Bey’e: “Bu anlaşmadan çıkmak istersek çıkabilir miyiz?” diye sorar. Ziya Bey’de: “Tabi ki!” der. Oysa anayasal niteliğe sahip bir anlaşmadan nasıl çıkılabileceği Brexit’e kadar bilinmiyordu ve neredeyse imkansızdı. Ben biraz da Ziya Bey’I kızdırmak için:

“Paşaya yalan söylemişsiniz!” diye laf kondurunca, yüzü kızarır, “Ben hayatımda kimseye yalan söylemedim beyefendi!” diyerek beni azarlardı. Süreci yaşayan ve aramızda olmayan bütün devlet adamlarının ruhları şad olsun. Ziya Bey gerçek bir devlet adamıydı. 

Konumuza geri dönersek, Anlaşma geleceği üç dönem olarak planlamış, son dönemin gümrük birliği modeline dayanacağını ifade etmiştir.

Esasen 1/95 OKK’nın açılımı “Türkiye ile AT arasında gümrük birliğinin son dönemini tesis eden karardır. Diğer ifadesi ile gümrük birliğinin tesis edilmesi ile son döneme girilmiş, bundan sonrası doğal olarak tam üyelik ile neticelenmeliydi. Yine bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Ankara Anlaşması’ndan siyasi hedef olan tam üyelik hedefini çıkarttığınızda, geriye yönelik olarak alınan bütün OKK’ların içi boş hale gelmesi tehlikesi ortaya çıkar. Peki bu koşullarda tam üyeliği yok sayacak henhangi bir AB önerisi kabul edilebilir mi?

Bana kalırsa edilemez ve edilmemelidir.

Bugünün koşullarında tam üyelik gerçekçi mi? 

Kesinlikle hayır.

Düşünmeye ve paylaşmaya devam edeceğiz.