Yaşam

Eski Türk evleri... Deprem o “hayatları” yok etti

Abone Ol

Malatya’da, “Bağ Köyleri” olarak adlandırılan Gündüzbey, Kilayik, Tecde, Çırmıktı, Barguzu, Banazı, Çilesiz, Eskimalatya ve Orduzu gibi eskiye ait kimliğini barındıran bu bölgenin belki de özenle korunmuş, geleneksel eşyalarının hiçbirinin atılmadığı tek ev diyebiliriz.

Müze deseniz, müze değil… Çünkü yapay ve sonradan oluşturulmamış… Ve bu evde halen geleneksel bir yaşam sürüyor…

Banazı’da, Nebahat Teyze’ye ait, tek başına yaşadığı evden bahsediyoruz. Evin bulunduğu alana vardığınızda, eski evlerin vazgeçilmez giriş bölümü “hayat” karşılar sizi. Ne kadar ironik bir isim “hayat”… Depremin “öldürdüğü” o kerpiç evlerde şimdi “hayat” kalmadı…

Ev otantik, ev sahibi de örf ve adetleriyle yaşayan bir gelenek abidesi… Ev ile birlikte yaşam tarzını da korumuş… Eski evlerle eski yaşam tarzı tam bir paralellik arz ediyor, Bağ Köyleri’nde…

Nebahat Teyze, bu eve gelin geldiği günden itibaren, baba evinden getirdiği ile sonradan alınan eşyaların hiçbirini atmamış… Çeyiz sandıklarını, çocukların beşiklerini, halıları, tabakları, kaşıkları, sandalyeleri, radyoyu.. hepsini itinayla korumuş.

Bu eve girdiğinizde kendinizi zaman tünelinde 1 asır kadar geriye gitmiş gibi hissedersiniz. Duygularınız depreşir, hafızanızda acı tatlı hatıralarınız canlanır, bir anda çocukluğunuz bir film şeridi gibi gözlerinizin önüne gelir.

Mavi renge boyanmış eski ahşap kapıdan içeri girdikten sonra sizi geniş bir eyvan karşılar. Tahta merdivenle yukarı çıkarsanız ikinci kat eyvanı da görürsünüz. Yerlere geleneksel halılar serilmiş, köşelere eski sandalyeler konmuş… 

Çiçeklerle donatılmış kerpiç evin içine pencerelerden loş bir güneş ışığı sızıyor. Çevreyle, doğayla, güneşle, iklimle barışık bir mimariye sahip… Soba ortadadır. Eve hem fiziki hem de manevi sıcaklık yayıyor.

Ve sedirler… El emeği göz nuru işlenmiş dantellerle süslenmiş kırlentler… Duvara oyulmuş takalar. Her tarafta duvar halıları, tespihler, seccadeler… Beşikler, bebekler, eski oyuncaklar. Ve AGA marka radyodan evin içinde dalgalanan eski Türk musikisi…

Hele mutfak… Bakır kaplarla süslenmiş tahta raflar… Rafların kenarlıklarını süsleyen nakışlı örtüler… Kazanlar, tencereler, kaşıklar…

Her şey, her şey çoğumuzun çocukluğunda, anılarında iz bırakmış “eski hayatın” ninnisini söyler gibi ne kadar şirin geliyor, sarıp sarmalıyor, kuşatıyor sizi… Toprak kokulu bu evde duvarların ve kapıların dili olsa da konuşsa: Neler yaşanmış neler… Evin duvarları ne tatlı, ne acı hatıralara şahitlik etmiştir.

Nebahat Teyzemizin bu evine karşılık dünyaları verseniz ondan alamazsınız. Çünkü burası bir “ev”, konut değil… Doğal yaşam ile kadim bir kültürün buluştuğu mekân...

Bu evden çıkıp dışarıya adım atınca, sanki zaman tünelinden yüz yıl ileriye fırlatılmış ve bilmediğiniz bir yere gelmiş gibi yalnız ve yabancı hissedersiniz kendinizi… Derin bir iç çekersiniz ve dilinizden şu cümleler dökülür: “Ah ah! Biz bu kerpiçten evlerde ne kadar mutluyduk”.

Ve maalesef 6 Şubat felaketinde bu ev yıkıldı eşyaları ile birlikte yok oldu. Deprem 11 ilin birçok şeyini bir daha gelmemecesine alıp götürdüğü gibi, Nebahat Teyze’nin gül kokan kerpiç evini de alıp götürdü. Betona, demir çubuklara, kolonlara, kirişlere rağmen, yıllardır vakarla direnen, varlığını sürdüren eski kerpiç evler artık olmayacak. Çünkü depremin alıp götürdüğü o evlerin yerine şimdilerde betondan heyulalar dikiyorlar.