Kültür Sanat

Bir kitap uğruna kaç insan ölebilir? “Okumasınlar” diye insanların öldürüldüğü kitap

Öyle bir kitap düşünün ki, belki bin yıl önce yok olduğu düşünülsün.. sonra aslında yok olmadığı, bütün halinde günümüze ulaşmayı başardığı anlaşılsın. İnsanlık, bilgi ve kültür adına herkesin sevinmesi gerekir değil mi?... Söz konusu kitap Divan-ı Lügat’it-Türk olunca, sevinmeyenler, hatta onu okumaya çalışanları öldürenler çıktı. Neden mi? İşte yanıtı.

Abone Ol

Osmanlı’da İttihat-Terakki’nin iktidarda olduğu ve 1. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılı başlarında, bir gün bir kadın Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na elinde bir kitapla gelir, Burhan adındaki sahafın dükkanına girer ve; “Bu kitabı kaça satarsan sat, ancak bana 30 altın lira ver de sen kaça satarsan sat” deyip, kitabı bırakır, gider. 

Aradan bir süre geçer. Bugün İstanbul’da adına bir kütüphane bulunan, tam anlamıyla bir kitap kurdu olan Diyarbakırlı Ali Emirî Efendi, dönemin aydın bir yazarı olarak Sahaflar Çarşısı’nı sık sık ziyaret etmektedir. O gün de yolu Sahaf Burhan’a düşer. 

Ali Emirî; “Burhan, yeni bir kitap düştü mü?” diye sorunca sahaf, kadının getirdiği kitabı raflardan çıkarıp; “Böyle bir kitap var. Fakat ne olduğunu tam anlayamadım” diyerek uzatır. Kitabın Divan-ı Lügat’it-Türk olduğunu anlayan Ali Emirî, sonradan anılarında anlatımına göre, az kalsın kalp krizi geçirecektir. 

Kitabın fiyatını sorar. Sahaf, kitabı bırakan kadının 30 altın lira istediğini, kendisinin de 3 altın lira komisyon istediğini belirtir. Ali Emirî’de o kadar para yoktur ancak hemen gidip borç harç 33 altın lirayı denkleştirir ve kitabı satın alır. 

Kitap, Osmanlı’nın eski maliye nazırlarından Nazif Bey’in özel kütüphanesinden çıkmadır. Nazif Bey kitabın değerinin farkındadır ancak ne olduğunu tam anlayamadığı ortadadır. Kitabı, yakını olan bir kadına vermiş ve; “Bu kitabı al, başın sıkışırsa 30 altın liradan aşağıya satma, değerli bir kitaptır” demiştir. 

Sonrasında, kitabın başına bir şey gelecek korkusuyla uykuları kaçan Ali Emirî, Ziya Gökalp başta olmak üzere birçok kişiden gelen “kitabı görme” ricasını geri çevirir ve arkadaş sohbetlerinde; “Bu bir kitap değil, Türkistan ülkesidir” gibi sözler eder. Divan-ı Lügat’it-Türk’ü bulduğu haberleri hızla yayılıp, İttihat-Terakki liderlerinden Talat Paşa’ya dek ulaşır. Kültüre meraklı olmasının yanında, devlet politikası bakımından da yavaş yavaş Türkçülük politikaları gütmeye başlayan Talat Paşa, Ali Emirî’nin ayağına kadar gidip, kitabın yayınlanması için ikna eder. Kilisli Muallim Rıfat Efendi, büyük bir emek vererek Divan-ı Lügat’it-Türk’ü yeniden tasnif eder ve kitap 1915-1917 yılları arasında 3 cilt olarak yayınlanır. 

Divan-ı Lügat’it-Türk’ün aslında yok olmadığı, İstanbul’da bulunduğu ve basıldığı Türk dünyasında hızla duyulur. İlerleyen yıllarda Türk dünyasının çeşitli ülkelerinde Divan-ı Lügat’it-Türk’ün o lehçelerde yayınlanmasına çalışılır, ancak bu girişimlerin hemen hepsi ölümle cezalandırılır. Çünkü Türkiye dışındaki bütün Türk ülkeleri Rusya (SSCB), Çin, İran, Hindistan gibi devletlerin elindedir ve oraların resmî söylemlerinde anlatılan “Türk’ün ve Türkçenin tarihi”, Divan-ı Lügat’it-Türk’ün yayınlanmasıyla boşa düşecek, insanlar gerçeği anlayacaktır. Bu gerçek, Türk ülkelerini esir tutan o rejimleri ürkütür.

Divan-ı Lügat’it-Türk’ün bulunup yayınlandığı haberi bütün Türk ülkelerinde yayılınca, oralardaki birçok kişi, kitabı kendi lehçelerinde de yayınlamak için harekete geçer hepsi katledilir. Divan-ı Lügat’it-Türk uğruna canını veren sadece birkaç kişiyi burada analım.

Türk ülkeleri arasında, Divan-ı Lügat’it-Türk’ü ilk yayınlama girişimi Azerbaycan’da yaşandı. Azerbaycan Komünist Partisi, kitabın önemi konusunda Moskova’daki Sovyet Bilimler Akademisi’ni ikna etti. Akademi, bu iş için Özbek asıllı Azerbaycanlı Halid Said Hocayev’i görevlendirdi. Hocayev, 1935-37 yıllarında kitabı Azerbaycan Türkçesine çevirdi. Ancak Stalin diktatörlüğü kitabın ne kadar “tehlikeli” olduğunu kısa sürede fark etti. Hocayev ve başkanı olduğu çeviri kurulunun diğer üyeleri Prof. P. K. Juze, E. Elesgerzade, F. İsmihanov ve E. Demirçizade, Bekir Çobanzade, Aziz Gubaydulin olmak üzere toplam 7 kişi Stalin’in emriyle önce hapse atıldı, ardından Ekim 1937’de kurşuna dizildi. Çeviri metinleri basılmaması için imha edildi. Ancak Hocayev çevirinin bir nüshasını önlem olarak saklamıştı. Bu çeviri, onun ölümünden uzun yıllar sonra, 2006’da Azerbaycan lehçesinde yayınlandı. 

Hocayev’in öldürüldüğü yıl, 1937’de Uygur Türklerinden Şair ve eğitimci Muhammed Ali, Divan-ı Lügat’it-Türk’ü Uygur Türkçesine çevirme girişiminde bulunur. Çin, ünlü şairi bu girişimi nedeniyle idam etti, yaptığı DLT çevirileri de, diğer tüm kitap çalışmalarıyla birlikte yakılır.

 Aynı akıbete Kutluk Şevki de uğrar. Uygur Türklerinden Kutluk Şevki, 1930’lu yılların sonlarında, hac yolunda İstanbul’a uğrayıp DLT’nin Kilisli çevirisinin ilk baskısını satın alıp ülkesine götürür ve kitabın çevirisi için çalışmalara başlar. Ancak Çin despotizmi bundan haberdar olup Kutluk Şevki’yi öldürür, çalışmalarını yok eder. 

Uygur topraklarında 1944 yılında Doğu Türkistan devleti kurulur. Bu devletin ilk işi, DLT’yi tercüme etmek olur. Hemen işe girişilir. Bu iş için dönemin ünlü Uygur aydını ve biliminsanı İsmail Damollam görevlendirilir. Damollam daha birinci cildin çevirisini tamamlamıştı ki, Çin ve Rusya anlaşıp Doğu Türkistan devletini ortadan kaldırır. Katledilenler arasında İsmail Damollam da vardır ve çalışmaları yok edilmiştir. 

Çin 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra, dönemin Kaşgar Bölge Valisi Seyfullah Seyfullin, DLT’nin Uygur Türkçesine çevrilmesi için ünlü Uygur Şair ve Tarihçi Ahmed Ziyaî’yi görevlendirdi. 1952-1954 yılları arasında eserin çevirisi tamamlanıp, basılmak üzere başkent Pekin’e gönderildi. Komünist Çin diktatörlüğü olaydan haberdar olup Ahmet Ziyaî’yi “karşı devrimcilik ve milliyetçilik” suçlamasıyla hapse attı. Ziyaî hapiste ağır işkence altında öldürüldü. 

Uygur Türklerinin DLT’ye kavuşma azmi buna rağmen kırılamadı. Bu kez 1960-63 yıllarında, Çin İlimler Akademisi Sincan Bölümü Müdür Yardımcısı Molla Musa Sayrami DLT’yi Uygur Türkçesine çevirme girişiminde bulundu. Fakat Sayrani ve iki yardımcısı Çin devleti tarafından katledildi, çevirisi yapılmış metinler de yakıldı. 

Bu sayılan “kurbanlar” bilinenlerin sadece bazıları. DLT’yi kendi lehçelerine çevirmek isteyip de oradaki baskıcı rejimler tarafından katledilen diğer birçok Türk ülkesinin insanlarının kaç tane olduğu ise bilinmiyor. Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan birçok Türk ülkesinde DLT, komünist sistemin çöküşünden sonra basılabilmiştir. Bu gerçekten hareketle, o ülkelerde de DLT’nin çevirisinin yapılıp yayınlanması girişimlerinin olduğu ve baskıcı rejimlerce engellendiği sonucunu kolaylıkla çıkarabiliriz.