Türkiye çok defa askeri darbelerle yüzleşmiş bir ülke.
Sıklığı Afrika’dakiler kadar olmasa da her on yılda bir darbe görmeye alışkın bir toplumuz.
60 darbesinde bu ülke başbakanını astı.
72 muhtırasında ülke allak bullak oldu.
80 ihtilalinde, öncekilerde olduğu gibi ABD parmağı vardı ve ABD istediğini aldı.
24 Ocak kararlarından sonra Türkiye tam liberal düzene geçiş yaptı.
Sağ-sol kavgasının esas hedefi bir askeri darbeye zemin hazırlamak, darbe sonrasında da Türkiye’yi modern kapitalist sisteme tam olarak entegre etmekti.
Amerikalılar başardılar…
60 darbesi de dış destekli idi. 28 Şubat da…
28 Şubat tam bir ABD-İsrail ortak yapımı post modern darbe idi.
İçerideki maşaları üzerlerine düşen rolü ziyadesiyle yerine getirdiler ve Erbakan hükümeti devrilerek yerine ABD ve dış piyasa ile daha iyi anlaşacak birileri getirildi.
Binlerce sivil vatandaşa yapılan eziyet ise cabası…
Aslında darbeler seçilmiş yönetimlere, demokrasiye yapılmış gibi gözükür ama esas hedef halktır!
Askeri darbeler esasında halka ayar verir.
Bakın aklınızı başınıza toplayın, cari sisteme muhalif kimseyi iktidara getirmeyin mesajı verilir…
15 Temmuz da öyle …
CİA+FETÖ işbirliği ile tezgahlanmış bir darbe idi.
Hatta darbeden daha ötesi tam bir yıkım kalkışması idi.
Çünkü önceki askeri darbelerde hiçbir cunta genelkurmaya, meclise, polis harekat merkezine, emniyete, cumhurbaşkanlığına havadan bomba yağdırmamıştı.
Halkın azmi ve kararlılığı sayesinde 15 Temmuz bertaraf edildi.
15 Temmuz’da halk dedi ki: “ben seçtim ben gönderirim, sen de kimsin?”
Sokağa çıkan insanlar seçilmiş siyasetçinin kara kaşı kara gözü için sokağa çıkmadı!
Ülkesinin istikbali için tankların altına yattı!
Yeni dönemde askerin içinden yeni bir cunta çıkar mı bilmiyoruz.
Devletliler herhalde bunun takibini yapıyordur.
Yapmaları da gerekir.
Ülke tekrar karanlık kuyulara itilmemeli.
Eninde sonunda olan halka oluyor.
Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, baskıcı politikalar, özgürlüklerin kısıtlanması vs. vs.
Evet politikacılar da askeri darbelerden çok zarar gördü, başta merhum Menderes olmak üzere.
Ama esas yük her daim halkın sırtına bindi.
Şimdi herkesin uyanık ve dikkatli olması lazım, yeni bir macera yaşamamak adına…
TEĞMENLERİN ATILMASI DOĞRU MU, YANLIŞ MI?
Son birkaç haftadır teğmenlerin TSK’dan atılmalarını konuşuyoruz.
İyi mi oldu kötü mü oldu derken teğmenler usulsüz, kural dışı hareket ettiklerinden dolayı TSK’dan atıldılar.
Kişisel emekleri için üzüldüm…
Onlarca yıl oku, bir hedefin olsun, sonra hayal kırıklığı…
Keşke bu çocukları yanlış formatlayanlar da hesap verseler…
Ancak yapacak bir şey yok.
Olması gereken oldu…
Sivil iradeye parmak sallayan herkesin aynı sonu yaşaması mukadder artık…
Artık eski Türkiye’nin bazı alışkanlıklarından kurtulmamız gerekiyor.
Eski Türkiye’de her Allah’ın günü, gazete manşetlerinde genel kurmay başkanının adını, resmini görür, neredeyse ezbere bilirdik.
Şimdi o devir geride kaldı.
Kaç kişi biliyor GKB adını şu an?
Hele hele 28 Şubat öncesinde ve sonrasında her gün gazete manşetleri GKB’nın resimleriyle doluydu…
Asker üst perdeden seçilmiş siyasetçiye ayar veriyor, siyasetçi de mecburen boynunu büküp sessiz sedasız koltuğunda oturuyordu.
Artık seçilmiş siyasetçiye, demokrasiye, sivil iradeye parmak sallama dönemi kapandı.
ERDOĞAN DEVRİMİ
Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı en büyük iş askeri vesayetin canına okumasıdır.
Bu yönüyle Erdoğan Türkiye’yi bir üçüncü dünya ülkesi görünümünden çıkardı.
Buna ben Erdoğan Devrimi diyorum.
TSK ülkenin dış savunmasından sorumlu bir kuruluştur.
Mazisi çok eskidir.
Türk ordusu dünyanın en kadim ordularından birisidir.
Eğer bu orduyu, rejim bekçisi bir gestapoya dönüştürürseniz bu ülkede demokrasi de hürriyet de gelişmez.
Ülkenin kerli ferli Kemalistleri yıllarca ordudan medet umdular.
Kemalist rejimin yılmaz bekçisi olarak orduyu gördüler.
Tam da bu noktada ordu siyasallaştı ve halkın ordusu olmaktan çıktı.
Halkına tüfek doğrultan cuntalar kendilerini halkın ve demokrasinin üstünde gördüler.
Bu ülkeye yazık değil mi?
Bu ülke 60’ların, 70’lerin Doğu Bloku ülkeleri gibi totaliter, kapalı rejim görüntüsünde, vıcık vıcık ideolojiye bulanmış, halkını karşısına alan çağdışı bir rejimle nereye gidebilirdi?
Ordular rejim bekçiliği rolünü ancak geri kalmış, otoriter rejimlerde oynarlar…
Erdoğan Türkiye’yi bu görüntüden kurtardı.
Halkın iradesine dayalı bir demokratik rejime geçiş yapıldı.
Herkes kendisini dikta rejimi kurmakla suçluyor ama muhalif partiler belediye seçimlerinde ülkenin en büyük illerini kazandıklarında Erdoğan buna müdahale edip seçimleri mi iptal ettirdi?
Hayır. Aksine sandıktan çıkan sonuca saygımız var, kaybeden taraf biz isek hata bizdedir, hatalarımızı telafi etme yoluna gideceğiz dedi.
Şimdi de Erdoğan’ı bütün muhalifleri yargı yoluyla susturduğu gibi absürd bir gerekçe ile suçluyorlar.
Neymiş efendim, Ekrem İmamoğlu’nun yıldızı yükseliyormuş da Erdoğan yargı eliyle buna müdahale ediyormuş!
Devletin savcısını tehdit eden bir belediye başkanı elbette hukuk önünde sorguya çekilecek.
Büyük bir şımarıklıkla kalkıp sen devletin savcısını tehdit edersen o savcı senden Cumhuriyet kanunları çerçevesinde bunun hesabını sorar.
ÜMİT ÖZDAĞ VE İMAMOĞLU VAKALARI
Bir başka vaka da Ümit Özdağ vakası.
Özdağ neden tutuklandı?
Erdoğan’a siyasi rakip olduğu için mi?
Elbette hayır.
Özdağ ırkçı, provakatif söz ve eylemleri yüzünden tutuklandı.
Kayseri olaylarında parmağı olduğu gerekçesiyle tutuklandı.
Şimdi bütün muhalif basın Erdoğan’a yükleniyor, olan biten her şeyden Erdoğan’ı sorumlu tutuyor.
Neymiş efendim gazeteciler neden tutuklanıyormuş, gazetecilik kutsal meslekmiş…
Tamam kutsal meslek diyelim….
Ama kalkar sen kanuna, yasaya aykırı hareket edersen devletin savcısı hâkimi senin hakkında gereken işlemi yapar.
Gazeteci suç işlemekten beri durumda mıdır?
Yasalar herkes için işler, işlemeli de…
Ha şunu eleştiriyorsanız anlarım.
Mesela deyin ki “iktidar çevresinde suç işleyen insanlar var, bunların da gerekli cezayı alması gerekir”. Onlara bir iltimas geçiliyorsa bunu eleştirin, sonuna kadar da hakkınızdır.
Toplum olarak da hakkımızdır.
Sırf siyasi gücünden dolayı kanuna, hukuka aykırı hareket ettiği halde dosyası örtbas edilen kim varsa elbette cezasını çekmeli.
Adaletin gereği de budur.
Buna ben de varım.
Kimse hukukun üstüne çıkamaz, çıkmamalı.
Kimse,” bu bendendir, kollayayım” dememeli, diyemez!
Hukuk iktidarın da muhalefetin de üzerinde olmalıdır.
Suç işleyen kim varsa cezasını çeksin.
Ancak, özellikle muhalif kesimde bugünlerde şöyle bir şımarıklık var:
“Biz istediğimizi söyleriz, istediğimizi yaparız, kimse bize gıkını çıkaramaz, aksi takdirde ortalığı velveleye verir, iktidar hukuk yoluyla bize baskı uyguluyor deriz!”
Bu olmaz işte bu tam bir münafıklıktır…
Hem çirkeflik yapıp hem de ayrıcalık beklemek münafıklıktır!
GAZETECİLİK KRİMİNAL BİR MESLEK DEĞİLDİR!
MİT tırları davasında gazetecilerin ne haltlar yediğini gördük.
Kuzey Afrika’daki bir operasyonda şehit olan MİT personelinin isimlerinin gazeteciler tarafından deşifre edildiğini hep beraber izledik.
Bunlar başlı başına birer suçtu.
Aynı şımarıklığı, aynı hoyratlığı orada da gösterdiler!
Bu aslında bir nevi provakasyondur.
Nasıl?
Önce suç işle, sonra yargı ile yüzleşince topu ülkenin CB’na, siyasetçisine at, buradan muhalif partilere ekmek çıkar!
Düpedüz tezgâh bu!
Ekrem İmamoğlu meselesi de tezgah!
Hukuk nezdinde önce haddini aş, sınırları çiğne, sonra savcı hakim karşısına çıkınca ortalığı velveleye ver!
Hatta ifade vermeye gittiğinde meydanlarda mitingler yap, mağduru oyna, halkın nezdinde kahraman ol!
Muhalif basın da ayağa kalksın!
Hatta dış kamuoyuna mesaj gönder, de ki; “başımızda bir diktatör var, her hareketimizde savcılar ensemize çöküyor!”
Tezgah bu, apaçık tezgah!
Siyaset böyle yapılmaz.
Buradan mağdur yaratarak, kahraman olunmaz!
Halk bunları izliyor, olan biteni gözü kör olmayan inanlar izliyorlar!
Sen İstanbul’a şehremini olmuşsun ama ayın muayyen günlerinde turist gibi bir uğrayıp geçiyorsun.
Üç tane otobüsü çekip çeviremiyorsun!
Halk otobüsçüleri isyandalar…
Her gün metrobüs, otobüs kazası haberi alıyoruz…
Her gün yanan, yolda kalan otobüsleri izliyoruz…
İSTANBUL’U UNUTAN BELEDİYE BAŞKANI!
Sen ne yapıyorsun?
Cumhurbaşkanlığı adaylığı için meydanlarda miting yapıyorsun!?
Sen önce üç tane otobüsü yüzünün akıyla işlet, İstanbul’da bizi rahat ettir, trafik sorununa çare ara, deprem meselesine çare ara, sonra biz seni kahraman yapalım halk olarak. Hak et yapalım!
Ama kardeşim bu kumaş sende yok ki?
Neden kendini zorluyorsun.
İki dönemdir İstanbul’un şehreminisin.
Ne yaptın verdiğin sözleri, vaatleri unutup, kentlinin faturalarına yüksek oranda zam yapmaktan başka!
Dua et ki AKP ekonomi yönetiminde zorlu virajlarda…
Sen bu konjonktürü kullanarak başarı yakaladın, hizmet ederek değil!
İnsanlar AKP’ye olan öfkelerinden dolayı senin partine oy verdiler.
Emekli mutsuzdu, sandığa gitmedi, memur mutsuzdu sandığa gitmesi, çarşı pazar can yakıyordu sandığa gitmedi.
Sen de aradan sıyrıldın çıktın!
Bize başarılarınla gel, kuru lafla gelme!
Yarın ekonomi düzeldiğinde, çarşı pazarın, emekli ve işçinin keyfi yerine geldiğinde ne yapacaksın?
Elinde kuru laftan başka ne kalacak?
Memleketin her makro meselesinde bir yorumun var ama sıra İstanbul’a geldiğinde gıkın çıkmıyor!
Bu tablodan bir ulusal lider çıkmaz.
Arkandaki ekip balonu patlamaya hazır bir mirasyediye yatırım yapıyor şu an.
Zekiler, zeki değiller diyemem.
Her krizi fırsata çeviriyorlar.
Ama yarın esas kriz sandıkta ortaya çıkacak.
Memnuniyet düzeyi düşen İstanbullu yarın senin arkanda durmayabilir…
Ha ben CHP’nin başına geçer sıyırır atarım. CB adayı da olurum diyorsan bir iki yıl sonra sandık ortaya gelecek.
Orada her şey belli olur.
Millet ne derse sandıkta, neticede o olur.
Ama Ankara’da Mansur Yavaş, genel merkezde Özgür Özel faktörünü de unutma…
CHP bir gayya kuyusudur, adamı çiğ çiğ yerler haberin olmaz!