"Collateral Damage" ve kurbanları

Abone Ol

Para kapitalist sistem içinde evrilerek sanayi ve emtia ticaretinin önüne geçti ve finansallaşma sürecini özellikle 1978 Washington Mutabakatı'ndan sonra giderek hızlandırdı. Neticede Eylül 2008 felaketine gelindiğinde finansallaşma farklı düzeylerde de olsa kapitalist neoliberal küreselleşme sürecine dahil olan bütün ülkelerde gözler önündeydi.

John Bellamy Foster'a göre bir ekonomide finansallaşmayı beş ayrı göstergeye bakarak tespit etmek mümkün.

1-Toplam kârlar içerisinde finansal kârların oranındaki artış

2-Borçluluk düzeyinin GSYİH'ye oranı ve bu oranın yükselmesi

3-Kısa adı FIRE olan finans-sigorta-gayrimenkul sektörünün ülkenin milli geliri içerisindeki payında ortaya çıkan artış

4-Egzotik ve ezoterik finansal enstrümanların sayısındaki artış

5-Finansal balonlar ve piyasalara etkisi

Pek çok "kehaneti" tutmayan Marx finansman için hem "peygamber" hem de "dolandırıcı" tabirini kullanır.

ABD'de Reagan'cılık, İngiltere'de Thatcher'cılık ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde "yapısal uyum programlarıyla" kendini gösteren neoliberal yeniden yapılanmanın hedefi sermaye birikimine hayatiyet kazandırmaktı. Hesapta devlet ayak bağı olmaktan çıkacak, gelir fakir ve orta sınıftan elitlere yani zenginlere doğru yeniden paylaşılacak, zenginler yatırım yapmak ve ekonomik kalkınmayı hızlandırmak için motive olacaktı. Küreselleşme ise yarı kapitalist, kapitalist olmayan ve prekapitalist ülkelerin gelişmiş kapitalist ülkeler öncülüğündeki küresel piyasa ekonomisine entegrasyonuydu. Bu entegrasyon finans sermayesinin önündeki engellerin kaldırılması, ticaretin liberalizasyonu ve ulus ötesi şirketlerin önünün açılmasıyla olacaktı. Açıkçası küresel finans sermayesi neoliberalizm ile yeniden yapılanıyor, küreselleşme ve finansallaşma ile sanal evraklar/varlıklar üzerinden arsızca paradan para kazanma dönemini başlatıyordu. Ancak "para piyasası"nın oyuncuları eşit şartlarda değillerdi. Bir tarafta sistemin kurgulayıcıları ve onlar adına "pre-information" ile oynayanlar -bir avuç elit grup- diğer yanda günler, aylar ve yıllar geçtikçe "kumarhane toplumu ekonomisinin" çarkında kurban olan "collateral damage"ın "peygambere" inanmış finansal yatırımcıları.

ABD'de enflasyonla düzeltilmiş ekonomik büyüme oranları 1960'larda %4.4, 1970'lerde %3.3, 1980 ve 1990'larda %3.1 ve 2000-2009 arasında %1.9'a düşmüştü. Reel sektördeki/ekonomideki düşüşün de etkisiyle para finans sektörüne hızla aktı. Zayıflayan reel ekonomik temel üzerinde devasa bir finansal altyapı oluşmuştu. "Yaratıcı muhasebe" teknikleri ile birlikte spekülatif finans metotları, finans mühendisliği ürünü olan türev ürünler reel ekonomiyle hiçbir bağlantısı olmayan devasa kârlara - esasen balonlara - yol açtılar. 

Ponzi finansman modeli ile belli bir  büyüme oranını tutturmak için hane halkının, şirketlerin, eyalet hükümetlerinin ve federal hükümetin çok daha çok borçlanması teşvik edildi. Kaçınılmaz finansal çöküşü ertelemek gayesiyle FED merkezli ve süreekli nakit enjeksiyonu aslında 2007'ye gelirken artık sistemi döndüremiyordu. Borç ABD'nin GSYİH'sinin % 350'sine çıkmıştı.

Ekonomi bilimi insan davranışlarının, ekonomik kârlılığı eldeki bilgiler doğrultusunda maksimize eden ve masraflarını minimize eden bir karar mekanizması olduğunu kabul eder.

İnsanlar değerlendirmelerini yaparken şirketlerin kâr, satışlar, büyüme, yatırımlar ve temettü gibi nümerik verilerini dikkate almayı öğrenmişlerdir.

Ünlü Gallup şirketi insanları ve davranış şekillerini 70 seneden beri incelemektedir. Şirket yaptığı araştırmalar ile bazı davranışsal ekonomi kuralları uygulayan şirketlerin diğerlerinden daha fazla kâr marjı ve satış artışı gerçekleştirdiğini tespit etti. Şöyle ki temel analizden sonra kârlılık için ayrıca toplam kalite yönetimi politikalarının şirket değerini artırdığını artık herkes öğrendi. Kısa bir zaman sonra kar artırım mekanizması için gerekli olan, insan kaynakları yönetimi ve organizasyonlarda çalışan fertlerin kuvvetli yönlerinin dikkate alınması olduğunu görecek gibiyiz. Gallup araştırmalarının sonuçlarına göre duygusal olarak memnun olan müşterilerin şirketleri ve ürünlerini bırakması mümkün görünmüyor. Bu duruma karşılık rasyonel olarak memnun olan müşterilerin davranışları memnuniyeti olmayan müşteriler ile paralellik gösteriyor. Duygusal olarak memnun müşteriler o şirketin ürünlerini daha fazla kullanıyor, o şirkete daha fazla değer kazandırıyor, harcamalarının daha fazla kısmını o şirkete yönlendiriyor.

Bir şirket ve mamullerine duyulan duygusal memnuniyetin dört boyutu var:

  • Güven
  • Hakkaniyet
  • Gurur
  • Tutku    

Yapılan çalışmalar sonucunda şirketlerin müşteri duygusal memnuniyet göstergeleri yüksek olanlarına bakıldığında söz konusu şirketlerin finansal verilerinin diğer şirketlere göre daha yüksek ve olumlu olduğu tespit edilmiştir.

Duygusal memnuniyet göstergelerinin çalışanlar içinde yüksek olması şirketin finansal performansını maksimize etmek yönünde katkı sağlamakta olduğu anlaşılmıştır. Demek ki finansal yatırımlarımızı yönlendirirken, uzun vadede müşteri ve çalışanlarını öne çıkaran, çalışanlarının olumlu özelliklerini kullanabilen şirketleri tercih etmenin daha avantajlı olduğu/olacağı görülüyor. Yatırım kararlarında, mesela bir hisse senedi alım satım kararını verirken son derece mantıklı verdiğimizi düşünürken şuurumuzun zaafları olabileceğine dair bazı şüphelerimiz de olmalıdır. Dikkatlice düşününce aldığımız kararlarda bazı yargılarımızın hâkim olduğunu anlayabiliriz.

İnsanlar pek çok kararını belirsizlik içinde veriyor. Tanıdıklar, komşular, arkadaşlar ve bir tanıdığımızın, mesela aldığı bir malzemenin gidip aynısını daha fazla araştırma yapmadan alabiliyoruz. Bu ise en doğru kararı verdiğimizi göstermez.

İnsanların karar verme mekanizmalarında öne çıkan bir özellik karşılaşma sıklığıdır. Bir yatırım kararı için genel bir görüşümüz varsa ihtimal olarak düşük bir şansla aksi durumun gerçekleşme ihtimalini göz ardı ederek bir yargıya varma imkânımız çok fazladır. Herhangi bir menfi-müspet durumla karşılaşsak, o olayın hafızamızdaki etkisi çok fazladır. Bu etki aldığımız kararlarımızda daha etkili rol oynar.

Mesela, 1994 yılında Türkiye'deki devalüasyon ve 2001'deki devalüasyon sonrasında ekonomik durum düzelirken dahi, yatırımcılar daha önce borsada hisse senetleri varken bu kriz dönemini yaşamışlarsa hisse senedi yatırımlarına daha şüpheli yaklaşmış olmalılar. Böyle bir olayla hiç karşılaşmamış aynı özelliklerdeki bir kişi ise yatırımlarında daha iyimser bir bakış açısına sahip olmalıdır.

Önyargılarımız inançlarımızın ve geleneklerimizin bir parçasıdır. Bu yargılarımız bizim düşüncelerimizi oluşturur. Çok değerlidirler ama kayıtsız ve şartsız olurlarsa bunun için ödeyeceğimiz bir bedel olur.

Nitekim ülkeler bazında baktığımızda, 1870'ten bu yana bir ülkenin GSYİH'sinin % 10 ya da daha fazlasını kaybettiği 148, tüketimin finansal bir felakete işaret eder şekilde senede %3,6 düştüğü 87 kriz tespit edilmiş bulunuyor.

Eylül 2008 krizi iyice göstermiştir ki finansal piyasaların nasıl çalıştığı hakkındaki anlayışımızı kökünden etkileyebilecek bir disiplin varsa, o da yeni yeni filizlenen davranışsal finanstır. Piyasaların verimliliği hipotezine dayanan çalışmaların ne kadarının bu yeni disiplinin sorgulamalarına dayanabileceği meçhuldür.