Geçen Salı günü olağanüstü bir sergiyi gezdim.
Sergiden çok bir “bienal” demek daha doğru…
Arkasında bir iş insanının olağanüstü gayreti, vizyonerliği ve sanat tutkusu vardı.
Bu iş insanı hayattaki en iyi arkadaşlarımdan biri olduğu için ayrıca gurur duyarak da yazacağım bu sergiyi…
Çünkü insanlar gitsin, görsün, okullar öğrencilerini götürsünler istiyorum.
İlkokul, ortaokul, lise, üniversite öğrencilerinin bir günlük derslerini bu sergiye ayırmalarının onlara bir sömestrelik ders olacağına eminim…
Sergi’nin adı “Bir Koleksiyoner Hikayesi”.
Taviloğlu ailesinin özel koleksiyonu bu…
Sergiyi anlatacağım ama önce sanatla ilgili bir tartışmadan başlayacağım.
SERGİYİ GEZERKEN ÖNÜNDE DURAKLADIĞIM TABLO
Bu sergiyi gezerken doğal olarak bazı tabloların önünde durdum.
İnsan hayatının her gününde bir Osman Hamdi görmüyor.
Birçoğunun önünde durdum ama bir tablo önünde fotoğraf çektirdim.
O da gördüğünüz bu tablo…
HERHALDE SİZ DE BU ADAMI GÖRÜR GÖRMEZ TANIDINIZ
Herhalde tablodaki kişiyi siz de tanıdınız.
Kim tanımaz ki, 21’inci yüzyılda yükselen diktatörler çağının bu en tanınmış karakterlerinden birini?…
Hitler’in bıyığı kadar tanıdık bir saç şekli var.
Evet Kuzey Kore’nin, babayla başlayan diktatör hanedanının yeni üyesi…
Her hafta durmadan yeni bir füze deneyi ile dünyanın yüreğini ağzına getiren, istediği insanı anında yok eden Kuzey Kore diktatörü.
KULAK VERİN, BU ADAM GİTTİKÇE YAKLAŞIYOR!
Tablonun adı “Kim Jong-Un”.
Ancak bu ismin yanında şöyle bir ifade var:
“Listen: It’s Getting Closer…
“Kulak ver: Gittikçe yaklaşıyor”.
Ürkütücü bir ifade değil mi?…
İnsanın aklına şüphe düşürüyor.
Bu adam nereye yaklaşıyor?
Türkiye’ye mi?…
Aman, Allah korusun dedirtiyor insana.
BİRAZ ABARTSAM TÜRKİYE’NİN “MEDICI AİLESİ” DİYECEĞİM
Sözünü ettiğim sergi Taviloğlu Ailesinin özel koleksiyonu…
Koleksiyon deyince aklınıza bir ailenin evine sığacak kadar tablo gelmesin gözünüzün önüne…
3000’den fazla tablo, heykel ve en enstalasyondan söz ediyorum.
Biraz abartsam İtalyan kültürünün kurucusu olan Medici Ailesi diyeceğim.
Tabi ne Mustafa Taviloğlu, ne eşi Lüset öyle prenslik yöneten bir aileden geliyor.
Ama 52 yıl boyunca topladıkları eser ve sanata verdikleri destek çaba olarak onlarınkinden hiç de ayağı değil.
7 AYRI MEKANDA 2400’DEN FAZLA ESER SERGİLENİYOR
İstanbul’da 7 ayrı yerde sergileniyor bu eserler ve 6 Aralık’a kadar açık kalacak.
Geçen Salı bunlardan sadece üçünü gezebildim.
7 saatimi aldı.
Bu tabloyu, serginin Devlet Resim Heykel Müzesi’nin salonlarındaki bölümünde gördüm.
Tablolar arasında dolaşırken bunu gördüğüm an önünde takılıp kaldım.
Bir kere çok çarpıcı bir tablo…
Sanatın popüler kültür sınırlarında dolaşıyor.
Tabi ki Van Gogh tarzı sarı renk insanın bilinçaltını harekete geçiriyor.
Hemen bir sandalye çekip önüne oturdum.
ZEYREK’TEN FIRLAMIŞ BİR SOKAK SANATÇISININ ESERİ GİBİ ÇARIPICI
Tablo, sanki Zeyrek duvarlarından fırlamış bir sokak ressamının elinden çıkmış gibiydi.
Hemen yanında Mao’ya ait bir başka çok çarpıcı bir tablo vardı…
Ama pop sosyolog yanım beni bu tabloya çekti.
Zaman zaman Hitler’e ve Mussoulini’ye ait bazı tablolar gördüğümde de aynı soru aklıma gelir.
Böyle adamlardan sanat eseri konusu çıkar mı?…
Tabi ki çıkar ama 21’nci yüzyılda yeniden yükselen totaliter rejimler bende öylesine büyük endişe yarattı ki, o figürleri sanat eseri objesi olarak karşımda görünce elimde değil, düşünüyorum.
Sanatta özgürlükçü tarafımla, siyasetteki endişelerim tartışmaya başlıyor.
BU ESERİ BİR SANAT FUARINI ONLINE OLARAK GEZERKEN GÖRÜP ALMIŞ
Sergiyi bana Mustafa Taviloğlu gezdirdi.
Ona bu tablonun hikayesini sordum.
Bu eser 2020 yılında Contemporary İstanbul Sanat Fuarı sırasında getirilmiş.
Türk asıllı Alman küratör Marcus Graf, fuarın online turunu yaptırırken Taviloğlu ekranda bunu görünce hemen bunu istiyorum demiş.
Eserin sanatçısı Teyyar Tekin….
Tabi ki hazır sandalyeyi çekmişken önünde bu fotoğrafı da çektirdim.
PARİS YILLARIMDAN İKİ SANATÇI KONU MANKENİ OLARAK KARŞIMDA
Sergide dikkatimi çeken eserlerden biri de Alaettin Aksoy’un “Üç Ressam” adlı tablosu oldu.
Tablo sanki bir dönem Türk resminin hatıra fotoğrafıydı.
Alaettin Aksoy’un yanından Paris yıllarımdan şahsen tanıdığım iki sanatçı, Komet ve Mehmet Güleryüz vardı.
İkisini de yakın zamanda kaybettik.
Paris yıllarımdan bir Utku Varlık eksikti sanki.
Sosyolog gözüyle baktığımda dikkati çeken bir eser de Huri Kiriş’in “Oscar” adlı tablosuydu.
Geçen ay Paris’te yapılan Paralimpik Olimpiyatlar için sembol olacak kadar güzel bir eserdi.
BU BİR SERGİ DEĞİL TÜRK RESİM SANATININ BİENAL GİBİ TARİHİ
Mustafa Taviloğlu, tablo satın almaya 1972 yılında başlamış.
Yani gerisinde 52 yıl gibi uzun bir süre var.
Tekrar edeyim. Sergide 7 ayrı yerde 2400’den fazla eser sergileniyor.
Türk resim sanatının 19’ncu yüzyıl sonundan günümüze bir retrospektifi olmuş.
ONU YILLARDIR TANIYORUM, ELİNDE BÖYLE GİZLİ BİR HAZİNE OLDUĞUNU BİLMİYORDUM
Taviloğlu’nu yıllardır tanıyorum.
Elinde bu kadar çok Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ gibi ilk dönem sanatçılarının tabloları olduğunu bilmiyordum.
Koleksiyonunda çok sayıda Fikret Mualla, Komet ve Mehmet Güleryüz var.
Komet’in hiç bilmediğim dönemlerine ait tablolar gördüm ilk defa.
Ama en çok hoşuma giden, Taviloğlu’nun genç sanatçılara verdiği önem oldu.
Sergilerde o kadar çok tanımadığı genç modern kesim sanatçısı öğrendim ki…
İşte o nedenle her dereceden öğrencinin götürülüp, bir gün, hatta iki, üç gün eğitim olarak gezdirilmesinin yararlı olacağını söylüyorum.
TARK EKONOMİSİNİN KRİZLERİNDE BİLE TEK TABLO SATMADI
Mustafa Taviloğlu’nun en takdir edilecek yanı, bu koleksiyonuna olan tutkulu bağlılığı.
Türk ekonomisi bu 50 yılda birçok kriz geçirdi.
Şirketler zor durumda kaldı.
Taviloğlu’nun da zor zamanları oldu.
Bu koleksiyonu satsa bütün o zorluklarla mücadele etmesine hiç gerek kalmazdı.
Gerçi MUDO sağlam bir markadır ve her kriz dönemini aştı.
Ama bütün o dönemlerde MUDO tek bir eserini satmadı.
Şimdi gelecek nesillere böyle bütün halde bırakmak istiyor.
Vaktiniz varsa sergiyi mutlaka gezin derim.
Hem çok seveceksiniz hem çok öğreneceksiniz.
MERKEZİ HÜKÜMET VE YEREL YÖNETİMLER VE ÖZEL SEKTÖR HARİKA BİR İŞBİRİLĞİ YAPMIŞ
Hazır bu sergileri anlatmaya başlamışken, sergi salonları hakkındaki birkaç gözlemimi de yazayım.
Bu sergide merkezi hükümet ile yerel yönetimler ve bir de özel kuruluşların çok güzel ve insana umut veren bir işbirliğini gördüm.
Devlet Resim Heykel Müzesi, salonlarını Taviloğlu sergisine açmış.
Çok güzel bir sergi mekanı burası.
İstanbul Büyükşehir Belediye ile Eyüpsultan İlçe Belediyesi de kendine ait kültür ve sanat mekanlarını açmış.
Eyüpsultan Belediyesi’nin sergi mekanı haline getirilen binasını çok beğendim.
İBB’nin Feshanesini anlatmama zaten gerek yok.
Tersane’deki sergi salonları da çok iyi olmuş.
CHP’Lİ BELEDİYELERİN MEKANLARINI GEZERKEN DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Ancak CHP’li belediyelere ait bu iki mekanda dikkatimi çeken ve çok hoşuma giden bir gözlemimi aktarmak istiyorum.
Her iki mekanda da çalışan kadın sayısı yüksekti.
Neredeyse erkek görevlilere yakın kadın vardı.
İkincisi, ise her iki mekanda da çok sayıda başı örtülü kadın görevlinin çalışıyor olmasıydı.
Kadınların hepsinin de işlerini severek ve güler yüzlülükle yaptıklarını gördüm.
Kadınların sanat ve kültür alanındaki işlerde çalışması bana çok umut veriyor.
O SALONLARI GEZERKEN NİLÜFER GÖLE’Yİ HATIRLADIM
Orada gördüğüm tablo bana şunu söyledi:
Türk toplumu artık başörtü meselesini çözmüş.
Ne muhafazakarların, ne de laik kesimin artık bu konuyu kaşımamasını ve siyasi emelleri için kullanmamasını umut ederek bu şahane gezimi tamamladım.
Çıkarken aklıma Prof. Nilüfer Göle geldi.
Onun “Modern Mahrem” kitabını ve teorisini hatırladım.
90’lı yıllarda üniversitelerde başörtü yasakları varken; “Bırakın isteyen kız okula başı örtülü girsin. Bu onların toplumsal hayata girmesini kolaylaştıracak” derken, laik kesimden çok ağır eleştiriler almıştı.
Meğer ne kadar haklıymış…
Taviloğlu Ailesine çok teşekkürler…
Sadece ailelerine değil, Türkiye’ye de çok güzel ve zengin bir koleksiyon kazandırmışlar.