Berlinale’deki skandal karar, Chatrian’ı bozmadı!

Abone Ol

2023 Berlin Film Festivali 16-26 Şubat arasında fiziksel gerçekleşti. Ana yarışmada Carlo Chatrian etkisini hissettirdi. Seneye damga vuracak “The Survival of Kindness”, “Music”, “Disco Boy”, “Till The End of The Night”, “Totem” ve “Art College 1994”ün gösterilmesi tatmin etti. Ama Altın Ayı’nın TV piyasası için yapılmış, yarışmanın en zayıf halkası belgesel “On The Adamant”a gitmesi ‘ödül ezberi”nden kopulmaması anlamına geliyor. Festival ortamı Stewart’ı da bozdu. 2021’deki cesur Radu Jude zaferi sadece bir tesadüfmüş!

CHATRIAN’IN SIRA DIŞI RUHU YAVAŞ YAVAŞ SONUÇ VERİYOR

Carlo Chatrian’ın Locarno’da yarattığı sükse ve geleneğin ardından bu seneki sınavı iyi geçtiği söylenebilir. Zaten geçen yıl “Flux Gourmet” (2022) gibi bir başyapıtı
‘Encounters’ bölümüne alarak bir vizyon ortaya koymuştu. Ulrich Seidl’ı Ana Yarışma’ya dahil etmek başlı başına bir başarıydı. 2023 ise büyük oranda Fransız, Alman geleneklerinden koparak özgürleşmenin yılı olarak anılacak. 

Pandemi sebebiyle belki yıllara yayılan alışkanlıklardan o kadar da net kopulamıyordu. Ama bu sene Rolf De Heer, Angela Schanelec, Christoph Hochhausler bitmediklerini göstererek ‘biz formdayız’ dediler. Özellikle ilk ikisinin 60 yaşını geçmeleri ‘ustalık
gösterisi’ olarak geri döndü. “The Survival of Kindness” ve “Music” diyalogsuzluğun nasıl olması gerektiğine dair ‘ustalıklı reçeteler’ sunuyorlar aslında.

İKİ DİYALOGSUZ PASTORAL SENFONİ!

İlkinin De Heer’in Avustralya Sineması’nın Hollanda doğumlu Werner Herzog’u olma doğrultusunda işlediği muhakkak. Bu da “Dr. Plonk” (2007) gibi sessiz sinema fetişizmi başyapıtının ardından şimdi de kendi perileriyle post-Obama döneminden ‘nostaljik bir pandemi düşü’ne alan açıyor. Afrikalı Mary Pickford ile hayatta kalma filmlerini ters yüz ediyor.

Büyülü dokunuşlar diyalogsuzluğu anlamlı hale getiriyor fazlasıyla. Bir ustanın ‘zerafet’ yorumu olarak anılabilir “The Survival of Kindness”. Bazı yönetmenler diyalogla bir şeyler anlatmayı beceremezken sinemacının burada bir siyahi kadın öyküsü üzerinden de cinsel tacizi de, anti-feminist eylemleri de işin içine dahi ettiği melankolik bir rüyayla cezbedici durduğu muhakkak!

SES YERİNE RİTİM YÜKLÜ BİR MİTOLOJİK MÜZİKAL!

“Music”, Schanelec’in kariyer zirvesi. Mitolojik, minimalist ve distopik bir müzikal... Orpheus ve Oedipus etkileri barındırıyor. “Mamma Mia”yla (2008) “Attenberg” (2010) arasında köprü kuran bir zeka ile çıkageliyor. Bu sayede de Yunan Yeni Dalgası’nda Berlin Okulu’nun sıra dışı bir armağanı olarak dikkat çekiyor. Benzersiz bir ritim duygusuyla dikkat çekiyor.

Stathopoulos’un ütopik live-action animasyon mucizesi “Meteora”sına (2012) meydan okuyor! “Music”, adadan nasıl sinemasal sonuçlar çıkarılacağına dair derslik bir film. Sağlam açılımları olan bir yapıta imza atıyor yönetmen. Yunanca bir filmde kendi kariyer zirvesine imza atıyor. Schanelec usulü ritme eşlik etme kurallı pastoral bir senfoni. Ming-Liang’ın “The Hole”unun (1998) post-pandemi kız kardeşi olarak anılacak.

BERLİN OKULU’NUN İKİNCİ KALICI İSMİ HOCHHAUSLER

Hochhausler’in Alman sinemasının David Lynch’i olarak “Sahte İtiraflar” (“Falscher Bekenner”, 2005) sonrası unutulsa da teknolojik tür sineması ürünlerine imza atmıştı. “Till The End of the Night”te sinemacı, “Cruising”i (1980) Berlin Okulu’nun Fassbinder’i kılığında android kuşağı için çekmiş izlenimi bırakıyor. Stilize bir queer polisiye. Hollywood için ders niteliğinde bir neo-noir denemesi!

Schanelec’in görüntü yönetmeni Vorschneider dikkat çekici bir etki veriyor. Berlin Okulu geleneğini bu sayede teknolojik bir muhbir öyküsü üzerinden yorumluyor. Bu sayede de aslında Alman sinemasının ekolü farklı bir seviyeye taşınabiliyor tür ürünü üzerinden.

Almanya’nın A-listesi festivalinde “Afire”ın homofobik ve sinemasız anti-yangın filmi, yapay yavaş çekim hareketlenmeleri derken aslında “Music” ve “Till the End of the Night” anılacak. Her ikisi de dikkat çekiyor. Özellikle ikincisinin queer sinema olgusu Petzold’un şaşkınlığının üzerine geçiyor fazlasıyla!

‘BEAU TRAVAIL’-‘CLIMAX’ ARASI PSYCHO-PARTİ FİLMİ!

“Disco Boy”da ise acid bir parti seansı niyeti bir Ukrayna sonrası paralı asker filmi, dikkat çekici bir vizyonla kalp atışlarını hızlandırıyor. Jodorowsky’nin İtalyan takipçisi “Beau Travail” (1999) ile “Climax” (2018) arasında köprü kuruyor gibi. ‘Acid paralı asker tribi’ niyetine tersine çevrilmiş kült bir psycho-parti filmi izliyoruz.
İçine gireni ise lineer akmayan hikaye kurgusuyla büyülüyor aslında. Çarpıcı bir İtalyan ilk film yönetmenini duyuruyor. Abruzzese’nin plastik vizyonu Rogowski’nin
karizmasıyla gaza bazıyor. Corman’ın “The Trip”inin (1967) soyundan bir sanrıya adapte oluyoruz!

DÖRT BAŞI MAMUR İKİ ANİMASYON

“Art College 1994”de “Suzume” de Uzakdoğu animasyon geleneğine dikkat çekiyor. İlkinin Çin bir çizim becerisiyle aslında dönemsel vizyonla Zwigof’un “Art School
Confidential”ına (2006) cevap olarak geliyor. Liu Jian’ın “Have a Nice Day”deki (2017) Tarantino esintisi, burada Wes Anderson esintisine dönüşüyor. 90’lar Çin’ine dair tasarlama becerisiyle bir şeyler söyleniyor. “Suzume”de ise “Your Name”le (2016) popüler 50 yaşındaki Shinkai’nin geleneği yine yılların animecisi dedirtiyor. Ama o kadar da iddia koymuyor ortaya. Bilimkurgu-fantastik dünyada bir “Belle” (2021) ile yaşatan cümbüş ve kalıcılık üzerinden gidilmiyor. Yönetmen belli bir geleneğe sahip olsa da bazen süreyi uzatıp dizi hissi verebiliyor.

‘TOTEM’ VE ‘LIMBO’NUN DİYARLARI DÜŞSEL OLMASIYLA ÇEKİCİ

“Totem”de aslında ‘otantik büyü’ ile başı-sonu ayrıştırılan bir ‘buluşma filmi’ üzerinden kurulu omurga dikkat çekici. Lola Aviles, mum ışığının izdüşümleriyle özenli bir yolculuğa çıkarıyor. Gözlemciliğine ince ayar verilmiş büyülü bir büyüme hikayesi planlıyor. Bu duruma tepki vermek ise bize kalıyor. Gizemli bir oyunun içine çekiyor. Aslında “Disco Boy”da benzer bir bilinçaltı yolculuğuna sokuyor. “Limbo”, Avustralya sinemasından siyah-beyaz ve minimalist bir polisiye ezberine sahip.
Düzgün çekilmiş. Ivan Sen büyük iddialarla yola çıkmıyor. Yine de çöllerin engin acid hallerine dair de bir açılım barındırıyor. Ama Cannes 2020 ve Berlinale 2021 seçkilerinde yer alan aynı isimli filmlerin heyecanını yineleyemiyor.

GARREL VE VON TROTTA İDARE ETTİLER

“The Plough”, Garrel’in kukla tiyatrosu estetiğinde belli bir vizyon katmasıyla dikkat çekici. 1931 tarihli bu modeli yaratan Renoir’ın “La Chienne”inin bu devreden ardılı olarak anılacak bir yapıt. İddialı olmasa da Fransız sanat sinemasının olup bitme ezberine dair bir izdüşüm gibi canlanıyor sanki her şey. “Ingeborg Bachmann”ı Von Trotta da aslında yılların ustası gibi çekmiş. Gchlacht’ın sinematografisi büyülü. Krieps’i yeni Sukowa’sı gibi kullanıyor. Çöllerin içerisinde destansı bir kadın edebiyatçı biyografisine imza atıyor. Ama bu durumu çok da ileri götüremiyor.

SİNEMASALLIKTAN KOPMA OLABİLİYOR!

“Blackberry”de aslında bir sanal medya biyografisi izliyoruz. “Sosyal Ağ” (“The SocialNetwork”, 2010) ile akrabalık kuruyor. Ama Matt Johnson’ın ‘docudrama’ eylemi
üzerinden aldıkları iddialı değil. Aksine öylesine bir planlama ve irade öyküsü olarak devreye sokuluyor sanki. Arkası yarın halet’i ruhiyesiyle. “Operation Avalanche” (2016) kadar heyecanlandırmıyor. “Bad Living”de Canijo da aslında bir çeşit Portekiz pembe dizisinin bitmemiş ilk pilot bölümü çekmiş gibi. “Living Bad”de daha cezbedici karelerle onu tamamlıyor. Aslında bir görsel uğraş da yok değil.

ÇİN, SEİNE NEHRİ VE İSPANYA’YA TURİSTİK GEZİ HEDİYE!

“20,000 Species of Bees” ve “Shadowless Tower”ın sosyal gerçekçilik ezberinden uzadıkça uzarken aslında bir turistik geziden hallice hisle noktalandıkları net. İkincisinin iki buçuk saati bulmasıyla seçkinin diğer Çin ürünüyle rekabet şansı da kalmıyor. “Totem” ne kadar tek mekanda sinemaysa bunlardan ilki de ayı oranda “Honeyland” heyecanına kapılıp gitmiş gibi.

Chatrian’ın ‘belgesel ile haşır neşir’ bir seçki ezberi var. Burada bu durumun sonuçlarında “On the Adamant” gibi belgeselin Bertrand Blier’si Philibert’in kendini
kasmadan anarşist takılmasıyla çok da iddialı durmadığı söylenebilecek düzeyde. Yönetmen 60’ını geçse de TV belgeselinin Seine Nehri kıyısında boş bir egzotizm
uçurumuna kayması durumu değişmiyor!

KEREM AKÇA’NIN ANA YARIŞMA FİLMLERİ SIRALAMASI

1-The Survival of Kindness 7.6
2-Music 7.5
3-Disco Boy 7.3
4-Till The End of Night 6.7
5-Art College 1994 6.5
6-Totem 6.5
7-Suzume 6
8-Limbo 5.8
9-The Plough 5.8
10-Ingeborg Bachmann 5.5
11-Blackberry 5.5
12-Someday We’ll Tell Each Other Everything 5
13-Bad Living 4.5
14-Shadowless Tower 3.8
15-20,000 Species of Bees 3.7
16-On The Adamant 2.5

ÖDÜLLER
Altın Ayı: On The Adamant

Büyük Ödül: Afire
Jüri Ödülü: Bad Living
Yönetmen: The Plough
Başrol Oyuncusu: Sofia Otero (20,000 Species of Bees)
Yardımcı Oyuncu: Thea Ehre (Till The End of The Night)
Senaryo: Music
Artistik Katkı Ödülü: Disco Boy
FIPRESCI Ödülü: Survival of Kindness
Ekümenik Jüri Ödülü: Totem
Alman Arthouse Sinema Ödülü: 20,000 Species of Bees
Berliner Morgenpost Okuyucu Jürisi Ödülü: 20,000 Species of Bees