Ana Sayfa Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Erdal Sarıçam
Erdal Sarıçam
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AYŞE ŞASA

“Kıyamet günü, Yaratıcı’ya anlamlı ve onurlu bir hikâye anlatabilmeliyim.”

Çarpıcı hayat öyküsüyle birçok insana düşünme zemini hazırlamış ve onları hem felsefenin hem de tasavvufun engin sularında seyre çıkarmış özel biridir Ayşe Şasa… Ayrıca Türk sinemasının az sayıdaki kadın senaristlerindendir… Ve karizmatik bir yazar, nitelikli bir düşünürdür de.

Doğumu 1 Ocak 1941 İstanbul… Robert Koleji’nin 1960 mezunlarından… Babası Avni Bey… Avni Bey baba tarafından Çerkez, anne tarafından Kürt… Kendilerine “Bedirhaniler” deniyor. Annesi Melika Hanım’sa Kafkas muhaciri… Melika Hanım’ın dayısı tanıdık biri; Kurtuluş Savaşı’nın ünlü komutanlarından Rauf  Orbay…

Şasa ailesi zengin ve varlıklı. Ancak gelin görün ki, sorgusuz sualsiz bir Batı hayranlığı hat safhada… Bu durum tuhaf yargılamaları, gereksiz eleştirileri ve tutarsız davranışları beraberinde getiriyor. Üstelik anne ve baba, çocuklarıyla hep bir mesafe içinde. Bu, tüm çocuklar için geçerli ve tümünü aynı oranda rahatsız ediyor. Düşünün: Maddi varlık içinde duygusal sefalet… Çocukların yabancı mürebbiyelerin elinde büyümesi ise hakikaten büyük talihsizlik… Ayşe Şasa böyle söylüyor.

Ayşe Şasa’nın babası spora düşkün biri. Bu nedenle çocuklarını da spora teşvik ediyor. Ayşe’nin yüzme ve su kayakçılığı alanında başarılı olmasının sebebi bu.

İlk gençlik yıllarında sıkı bir Marksist olduğunu ifade ediyor. Solcu gençlerle arkadaşlık kurmuş olmanın doğal bir sonucu olarak tabi. (İleriki yıllarda, “Hayatımın ilk yarısı korku filmi gibi geçti.” diyecektir.) O dönem Türkiye’de solculuk yaygın. Hani, 68 Kuşağı’nı duymuşsunuzdur. Dindarlığın ya da milliyetçiliğin “gericilik” sayıldığı yıllar… Aslına bakarsanız fazla da seçeneği yoktur zaten. Sorulduğunda, solculuğun tek gurur kaynağı olduğunu söyler o zamanlar. Söylemesine söyler de ilk tepki de ailesinden gelir. Zira Batı hayranı ailenin Marksizm’le pek de iyi sayılmaz arası.

1963’te sinemayla tanışır Ayşe Şasa. Gençlik yılları… Türk sinemasının emeklediği yıllar…  Sinemaya karşı garip bir ilgi içindedir. İnsanlara Marksist ideolojiyi sinema yoluyla da anlatabileceğini düşünmektedir. İdealist bir insan… Derken, sosyal sorunlar üzerine yazdığı eserlerle tanıdığımız ünlü bir isimle, Kemal Tahir’le tanışır bir vesileyle. Sonrasında arkadaş olurlar. “Hakikat arayıcısı bir ârif” diye tanımladığı Kemal Tahir’i Sokrates’e benzetir ve sık sık ziyaretine gider.

Ayşe Şasa, sosyal meselelere, halkın gündelik yaşamda karşılaştığı sorunlara, hak, adalet ve eşitlik gibi kavramlara karşı oldukça duyarlıdır. O dönem ülkede bir şeylerin ters gittiğini düşünmekte ve düzeltilmesi gerektiğine inanmaktadır. Yazarlığını, bu düşüncelerle birlikte senaryo yazarlığına dönüştürür. Ancak diğerlerinden   farklıdır; o, ilkeli ve nitelikli kalemiyle, senaryo yazarlığını çok ayrı bir renge büründürür. Bildik, alışılmış rengin çok uzağına… Örneğin kadın karakterleri daha derinlemesine işlemiş, onlara özel anlamlar yüklemiştir. Yeşilçam’ın alışılagelmiş, klişeleşmiş kalıplarının dışında durmayı, kendi ilkeleri doğrultusunda kendi çizgisinde yürümeyi başarmıştır.

Utanç, Cemo, Güllü, Kambur, Merdoğlu Ömer Bey, Harun Reşit’in Gözdesi, Murat’ın Türküsü, Çapkın Kız, Ve Recep ve Zehra ve Ayşe, Gramofon Avrat, Son Kuşlar, Balatlı Arif ve Ah Güzel İstanbul, Ayşe Şasa imzasını taşıyan filmlerden bazıları…

Sonra derken bir şey olur. Sürekli tefekkür halinde; hayatı, olayları ve insanları sorgulayan ve bundan büyük heyecan duyduğunu ifade eden Ayşe Şasa, daha önce hiç tanımadığı bir şeyleri tanımaya başlar. Farklı bir şeyleri; sıcak, samimi ve oldukça insani bir şeyleri…

Uzun süredir yaptığı sorgulamalar onu başka yerlere götürmüştür. Ruhsal bunalımlar, depresyonlar, şizofrenik durum, bir süredir savrulan bedenini alıp bir deniz kenarına bırakmıştır adeta. Ardından köklü bir değişim ve dönüşüm… Bir dönem yoğun ilgiyle sahip olduğu “maddecilik” fikri, onu “manevi” bir atmosfere taşımıştır. 1980’lerle birlikte “Müslüman aydınlarla” iletişime geçer. Onlarla tanışır, tartışır ve sohbetlerine katılır. Bu sohbetler, ruhuna ve kafasına bir mızrak gibi saplanmış olan tüm soruların cevabını kazandırır ona. Şimdi ruhu feraha ermiş gibidir; daha dingindir. Kendisinden ve düşüncelerinden emindir. Koyu, yoğun ateist ve Marksist ideolojiden eser kalmamıştır. Artık tümüyle İslami düşünme dönemine geçmiştir. Sonrasında kendi düşüncesinin, kendi felsefesinin arayışına girer. Bu sırada Yunus Emre’den Mevlana’ya, Einstein’dan Sokrates’e, sonra Kemal Tahir’e, İbni Arabi’ye, Sylvia Plath’a, Muhammed İkbal’e kadar birçok ismi inceler ve zihin süzgecinden geçirir. Ama özellikle İbni Arabi… Arabi’nin düşünce iklimi, ruhunun mayalanmasında daha büyük bir rol oynar. Tasavvufun, ruh dünyasına ayrı bir renk kattığını fark eder.

Ayşe Şasa, konuyla ilgili olarak, “Bir Ruh Macerası” adlı kitabında şunları söylüyor:

“İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslam’dır!” hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı. Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim. Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti. Varoluşuna sahih neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazî hâli, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım. Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin. Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum. Herkes geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru… Bir bahçeye yolculuk yapıyorum. Manolyalar, Frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi. Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçenin ortasındaydım; ama o günlerde o nimetin şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değildim. Şimdiki halimle; aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum. Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum. Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.”

Ayşe Şasa, dünya görüşünü ve ideolojik karakterini İslami değerlerle yeniledikten sonra yazarlığa daha farklı bir çizgide devam eder. Sorumluluk duygusu aynıdır; yalnız bu defa kendisini insanlara ve hayata karşı biraz daha sorumlu hissetmektedir. Artık hayatında bir “öte dünya” inancı vardır ve bu inanç, yüklendiği sorumluluk duygusunun en önemli yapı taşını oluşturmaktadır.

Bu duygularla birlikte çeşitli gazete ve dergilere yazmaya başlar. Sonrasında kitaplarıyla selamlar okurlarını; Yeşilçam Günlüğü, Bir Ruh Macerası, Düş Gerçeklik Sinema, Delilik Ülkesinden Notlar, Şebek Romanı…

Marksist ideolojiden  evrensel  İslam  anlayışına göç eden, hayatı derin araştırma  ve  sorgulamalarla  geçen, fikirleri ve eserleriyle toplumumuzda bir markaya dönüşen Ayşe Şasa, 16 Haziran 2014’te, zatürre hastalığı sebebiyle bir süredir tedavi gördüğü hastanede hayata veda etmiştir. Ayşe Şasa’nın vefatı, başta kültür dünyamız olmak üzere tüm sevenlerini derin üzüntüye boğmuştur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ayşe Şasa’nın vefatı dolayısıyla yaptığı konuşmada duygularını, “Kökleriyle barışarak, tarihin ve medeniyetin aydınlığında son derece önemli işler yapmış, önemli eserler bırakmış bir sanatçımızdı.” sözleriyle ifade etmiştir.

 

 

 

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir