Kültür-Sanat

30 Ağustos Zafer Bayramı... Büyük Zafer'in şiirleri

Her 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda coşkuyla kutladığımız Büyük Taarruz, Türk ulusunun Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde emperyalizme karşı mücadelesinin zaferle taçlandığı gündür. İşte Türk edebiyatına damga vurmuş şairlerin, Büyük Taarruz'la ilgili şiirleri...

Abone Ol
Ercan Çankaya - Haber Merkezi

Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı, yani Büyük Taarruz’un 102’nci yılını kutluyoruz. 30 Ağustos 1922, Türk halkının Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı’nın zaferle taçlandığı gündü. Bu zafer, bize bir yeni bir ülke ve Cumhuriyet armağan ettiği gibi edebiyatımıza da damgasını vurdu.

Türk halkının en yetenekli şairleri, en güzel şiirlerini Kurtuluş Savaşımız ve Büyük Zafer için yazdı. Bunlardan biri de Kuva-yı Milliye’nin destanını yazan Nâzım Hikmet. Nâzım’ın Kuva-yı Milliye Destanı’ndan dillere pelesenk olmuş bir bölümü paylaşalım:

“Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.”

Kaptan lakabıyla da tanıdığımız usta şair Attila İlhan, şiir dünyasına bir Kurtuluş Savaşı şiiriyle adım atmıştı. İlhan, lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı, birinciliği Cahit Sıtkı Tarancı, üçüncülüğü ise Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın aldığı CHP Şiir Armağanı'nda "Cebbaroğlu Mehemmed" adlı şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı. İşte o şiir:

kaman civarına bahar gelince yıkılır ovadan abdal çadırları
yücesinde pare pare duman tutmuş
düdüldağ’ın yaylasında mekan kurulur
hoş gelmişsin evvel bahar
nisan ayı içinde donanır dağlar
donanır yeşilinden alından
istasyon deresi kabarmıştır
hacıdağ’ın selinden
dağlar sıra sıradır eylim eylim
dağlar uzanır bir uçtan bir uca
dağlar birbirinden yüce
yamaçlarında kireç yakılır
bir ömür boyunca kahrı çekilir
kimse anlamamış sırrını hikmetini
bu bereket nereden gelir
başınızdan duman eksilmesin gavurdağları
siz hikayet eylediniz bana
bahçe kazasının kaman köyünden
cebbar oğlu mehemmed’in hikayesini

yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim
bir avuç toprağıma çöreklenmek için
yürümüş selamsız sabahsız
destursuz girmiş memleketime
yedi çeşit frenk askeri
uğursuz bir hava çökmüş
üstüne memleketimin
uğursuz ve karanlık
çocuklar gülmemiş artık
sessiz sessiz ağlamış analar
oduna giderken vurulmuş
ve yahut harman yerinde
avuçları buğday kokan delikanlılar

ve nice gavurdağı kızlarının
birer birer ırzına geçilmiş
yalvarmış ihtiyarlar allaha
– rivayet şöyledir kim –
dumanlı bir güz akşamı
şu mor dağlar efendim
destur demiş de yürümüş
silkinip kalkmış ayağa

gel haberi öteden verelim
çıkmış dağlara kendiliğinden
cebbar oğlu mehemmed
fransız’a silah çekmiş
hür yaşamak uğruna
ırz uğruna namus uğruna
ana için baba ve kardeş için

şu mübarek topraklar
şu mübarek vatan için
derken efendim
bir gün kaman’dan öte
uğrun uğrun haber ulaşmış
urfa’nın antep’in köylerine
gözü kanlı maraş beylerine

cebbar oğlu mehemmed
burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı
omuz vermiş bir ağaç gölgesine
usul usul türkü söylüyor
– hasret kuşun kanadında
deli kuşlar uçun gayrı
yazımız böyle yazılmış
bu diyardan göçün gayrı –
kirveleri durdu ve süleyman
on sekiz adım gerisinde
şahin gibi tünemişler kayaların üstüne
avuçları sıcak bakışları ok gibi
deliyor her dokunduğu yeri
biri doğuya bakıyor diğeri batıya

iptida durdu görüyor geleni
yel midir toz mudur anlamıyor
lakin bıyıkları terlemeden
çeteci olan garip ökkeş
çok geçmeden getiriyor haberi
tabur tabur üstümüze varıyor
düşman yola çıktı savranlı’dan

hemen mevzie sokuldu mehemmed
yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman
çeteler yer tutup pusu kurdular
kanlı geçit boyuna
düşman yanaşırken kaman köyüne
bekletmeden yaylım ateşi açıldı
mermi kurşun yağmur gibi saçıldı
ilk seferinde on beş kişi vurdular
ve bir hayli düşman kırdılar
yamaçlarda koptu kızılca kıyamet
cesaretlerine söz yoktu ama
neyleyip nitsinler düşman daha çoktu
düştü birer birer bütün yiğitler
gürültüler boğazda sustu nihayet

demek diz üstü düşmüş mehemmed
kirvesi durdu’nun yanıbaşına
kanlar akar yarasından
al al olmuş çevresinden

köpük köpük gözlerini doldurur
bir başına mehemmed yedi düşman öldürür
mavzerinin namlusu hala sıcak
tutulmaz
ölümün derdi büyük yiğenim
çare bulunmaz

aynı akşam doğurmuş karısı döne
mavi gözlü bir çocuk sarışın
bir avuç toprak sarmışlar altına
ve kemal koymuşlar adını"

Şiirde 40 kuşağının usta temsilcilerinden biri Enver Gökçe de yazmıştır Kurtuluş Savaşı’nı. İşte Gökçe’nin “Bir Milli Kurtuluş Türküsü” adlı şiiri:

“Zalım!

Hemi de kötü dinli gavur,

Nasıl da bağdaş kurmuş toprağıma

Gülümü harmanımı savurur!

Kara gözlerini

Sevdiğim oğlan,

Bize oldu olan

Topla Antep'i, Çukurova'yı

İzmir'i, Urfa'yı, Konya'yı,

Haydi ha!

Ne durursun Munzur!

Engini de deli gönül engini

Kutluyalım şol kurtuluş cengini

Hayını,

Kompradoru, pezevengini,

Vur

Kara yeğenim vur!”

Şiirleriyle Türk edebiyatının birden fazla kuşağını etkilemiş, Üç Şehitler Destanı’nın büyük şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca Büyük Taarruz’u şöyle anlatmıştır:

“Geçiyordu dört nala on bin atlı,
Yalın kılıç
Yalın mızrak,
Yüzü tunçtu erlerin
Atlar mağara suratlı.
Geçiyordu dört nala on bin atlı
Omuzları değil
Nalları değil
Erlerin de atların da
Yangın yürekleri kanatlı.”