17 Mayıs Dünya Hipertansiyon Günü nedeniyle açıklama yapan Doç. Dr. Serçelik, tansiyonun kalpten pompalanan kanın, atar damarların duvarlarına yaptığı basınç olarak tanımlandığını söyledi.
Bu basıncın normalden fazla olmasına “Hipertansiyon” denildiğini kaydeden Doç. Dr. Serçelik, “Hipertansiyon, sistolik kan basıncının (Kalbin kanı vücuda pompaladığı ya da farklı bir uslüple kalbin kasıldığı sırada kan damarlarında oluşan basınç en yüksek seviyede olur) 140 mmHg ve üzeri, diyastolik kan basıncının (Kalbin kasılması tamamlandıktan sonra kalp bir anlığına gevşer ve tekrar kanla dolar; böylece bir sonraki kasılmaya hazırlanır. Bu gevşeme anına diyastol denir. Diyastolik kan basıncı kalp atımları arasında, kalp aktif şekilde kan pompalamazken, damarlar içinde oluşan basınçtır) ise 90 mmHg ve üzeri olmasıdır” diye konuştu.
Dünya Sağlık Örgütü’nün sistolik kan basıncı 140-160 mmHg ve diyastolik kan basıncı 90-105 mmHg ise “hafif hipertansiyon”, sistolik kan basıncı 160-180 mmHg ve diyastolik kan basıncı 105-120 mmHg ise “orta dereceli hipertansiyon”, sistolik kan basıncı 180 mmHg üzeri ve/veya diyastolik kan basıncı 120 mmHg üzerinde ise ”şiddetli hipertansiyon” olarak tanımladığına vurgu yapan Doç. Dr. Serçelik, ihmal edildiği takdirde beyin kanaması, damar tıkanıklığı, felç, görme kaybı vb. sağlık sorunlarına neden olabilen hipertansiyonun çağın en önemli hastalıklarından biri olduğuna dikkat çekti.
Bu belirtilere dikkat edilmeli
Hastaların önemli bölümünde belirti görülmediğini, tanının sadece kan basıncı ölçümü ile mümkün olabildiğine işaret eden Doç. Dr. Serçelik, belirtileri şöyle sıraladı:
“Hipertansiyonun başlıca belirtileri baş ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk ve burun kanamasıdır. Kan basıncının çok yükseldiği durumlarda çift görme, dilde peltekleşme, yüzde veya vücutta uyuşma, karıncalanmadır. Bunun yanında bu belirtilerin hiçbiri hipertansiyona özgü olmayıp, farklı birçok hastalıkta da aynı belirtiler görülebilir.”
Hipertansiyonun nedenleri
Hipertansif hastalarının yüzde 90-95’inde herhangi bir neden belirlenemediğinin altını çizen Doç. Dr. Serçelik, şöyle devam etti:
“Bu grup hipertansiyona, ‘Primer’ veya ‘Esansiyel hipertansiyon’ (Kan basıncının belirli bir neden olmadan yükselmesi) denir. Hipertansiyon hastalarının yüzde 5-10’unda ise tespit edilen farklı bir hastalığa bağlı olan ‘Sekonder hipertansiyon’ (İkincil (sekonder) hipertansiyon kavramı kişideki yüksek kan basıncının belirli bir sağlık sorununun bir sonucu olarak ortaya çıktığını ifade eder. Birincil hipertansiyondan farklı olarak, bir neden sonucunda sekonder olarak gelişen yüksek kan basıncı, ani olarak yükselir) görülür. Çeşitli böbrek hastalıkları, beyinle ilgili bazı hastalıklar, hormonal hastalıklar, bazı tümörler, bazı doğumsal hastalıklar ve bir takım ilaç kullanımları da neden olabilir.”
Genetik faktörler de rol oynuyor
Hipertansiyonda kalıtımın rolüne de değinen Doç. Dr. Serçelik, özellikle 55 yaşından önce, yakınlarında hipertansiyon görülenlerde, bu hastalığın gelişme riskinin daha fazla olduğunu, kalıtımsal geçiş yolu tam olarak bilinmemekle birlikte, birden çok genetik faktörün rol oynadığının kabul edildiğini bildirdi.
Hastanın yakınmaları olduğunda kan basıncının ölçülmesinin önem taşıdığını anlatan Doç. Dr. Serçelik, “Kan basıncı günün herhangi bir saatinde ölçülebilir. Her gün, değişik saatlerde ölçüm yapılması daha uygundur. Yemeklerden en az yarım saat, fiziki aktiviteden 5-10 dakika sonra ölçüm yapılmalıdır” uyarısını yaptı.
Hipertansiyon tedavisi
Doç. Dr. Serçelik, “Hipertansiyon tedavisinde temel gaye hedef organ hasarını önleyerek sakatlık ve ölümleri azaltmaktır. Sekonder hipertansiyonu olanlarda yani hipertansiyonu başka bir hastalığa bağlı olanlarda, hipertansiyona neden olan hastalık tedavi edilmelidir” ifadelerini kullandı.
İlaçsız tedaviyle yeterli kan basıncı kontrolü sağlanamadığı takdirde, ilaçlı tedaviye geçilmesi gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Serçelik, sözlerini şöyle tamamladı:
“İlaç tedavisinde bireyselleştirilmiş tedavi dediğimiz hipertansiyona eşlik eden hastalıklar ve ilaçların yan etkileri göz önünde bulundurularak, o hastaya en uygun ilaç seçilir. Tek ilaçla kontrol sağlanamayan hastalarda birden fazla ilacın bir arada uygulandığı kombine tedaviye geçilir.”
Editör: Haber Merkezi